Mansfield Park. Джейн Остин
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Mansfield Park - Джейн Остин страница 3
Fanny’nin salondan çıkmasının ardından Mrs. Norris, “Pek umut verici bir başlangıç olmadı.” dedi, “Yol boyunca anlattıklarımın ardından daha iyi davranacağını umuyordum. Ona ilk izlenimin ne kadar önemli olduğundan bahsettim. Umarım annesi gibi huysuz çıkmaz. Ancak böyle bir çocuğa anlayış göstermemiz gerekir. Evinden ayrıldığı için üzgün olması çok doğal. Kötü de olsa sonuçta onun yuvasıydı. Henüz başına ne kadar iyi bir şey geldiğinin farkında değil. Her şey zamanla rayına oturacaktır.”
Ancak Fanny’nin Mansfield Park’a ayak uydurması ve ailesinden ayrı kalmaya alışması, Mrs. Norris’in öngördüğünden biraz daha uzun sürdü. Çok hassas bir kızdı. Kimse neler hissettiğini anlamıyor, bu yüzden de derdine bir türlü çare bulunamıyordu. Kötü niyetli insanlar değillerdi ancak kimsenin de kızı rahatlatmak için sıkıntıya girmeye niyeti yoktu.
Ertesi gün kız kardeşler izinliydi. Böylece çocuklar küçük kuzenlerinin yeni evine alışmasını ve keyfinin yerine gelmesini sağlayabilecekti. Ancak bu çaba da sonuç vermedi. Çocuklar, kızın sadece iki elbise kuşağı olduğunu ve Fransızca bilmediğini öğrenince, ister istemez onu hor görmeye başladılar. Kızın, birlikte seslendirdikleri düetten de pek etkilenmediğini görünce, en değersiz oyuncaklarından birkaçını vererek kızı bir başına bırakıp, yaldızlı kâğıttan yapma çiçekler kesme oyununa döndüler.
Fanny her an, her yerde yalnız, üzgün ve ümitsizdi. Kuzenlerinin yanında, uzağında, okulda, oturma odasında, bahçede, hiçbir yerde huzur bulamıyordu. Herkesten ve her şeyden korkuyordu. Leydi Bertram’ın suskunluğu cesaretini kırıyor, asık suratlı Sör Thomas’tan çekiniyor, Mrs. Norris’in nasihatlerinden kendisine bıkkınlık geliyordu. Kuzenleri, boyu yüzünden küçük kızı aşağılıyor, utangaçlığıyla dalga geçiyordu. Miss Lee, cehaleti karşısında şaşkınlığa düşüyor, hizmetçiler kıyafetleriyle alay ediyordu. Üstelik bir de kardeşlerinin gözünde ne kadar önemli olduğunu, onların hem oyun arkadaşı hem öğretmeni hem de bakıcısı olduğunu hatırladıkça küçük yüreğine ağrılar saplanıyordu.
Evin ihtişamı kızı büyülüyor ama bu da onu teselli etmeye yetmiyordu. Odalar ona rahatça gezemeyeceği kadar geniş geliyordu. Dokunduğu her şeyin kırılacağından korkuyor, her an kendisini ürkütecek bir şeylerle karşılaşıyor, korkuyla ürperiyor, rahatça ağlayabilmek için odasına çekiliyordu. Oturma odasından çıktığında, arkasından, olağanüstü talihinin değerini bilmediği şeklinde yorumlar yapılan küçük kızın her günü hıçkırıklar içinde uykuya dalarak sona eriyordu. Sessiz sakin hâli nedeniyle de kimseler hiçbir şeyden şüphelenmiyordu. Bir hafta bu şekilde geçti. Ta ki bir sabah, oğlanların küçüğü olan Edmund adlı kuzeni kendisini tavan arasına çıkan merdivenlerde ağlarken bulana dek…
Edmund, “Sevgili kuzenim…” dedi ve kusursuz tabiatının tüm nezaketiyle, “Mesele nedir?” diye sordu. Yanına oturarak, kızın utangaçlığını aşması, derdini anlatmaya başlaması için dil dökmeye başladı. Hasta mıydı yoksa? Birileri mi kızmıştı? Maria ve Julia’yla mı kavga etmişti? Derste anlatılanları mı anlamamıştı? Kısacası, onun için yapabileceği bir şey var mıydı? Uzun bir süre boyunca sorularına hayır, yok, teşekkür ederim gibi sözlerin ötesinde bir cevap alamadı. Ancak kararlıydı ve kızın eski evinden söz ederken artan hıçkırıklarından, sıkıntısının nedenini ortaya çıkarmayı başardı. Kızı teselli etmeye çalıştı, “Annenden ayrıldığın için üzgünsün sevgili küçük Fanny.” dedi, “Bu da ne kadar iyi bir kız olduğunu gösteriyor. Ancak seni seven ve seni mutlu etmeye gayret eden akrabalarının ve arkadaşlarının arasında olduğunu aklından çıkarmamalısın. Hadi, parkta yürüyelim. Bana kardeşlerinden söz et.”
Laf lafı açtıkça Edmund, kızın tüm kardeşlerini sevdiğini, ancak içlerinden birine diğerlerinden daha düşkün olduğunu fark etti. En çok William’dan söz ediyor, en çok onu özlüyordu. Kendisinden bir yaş büyük olan William, en yakın dostuydu. Ne zaman annesini kızdırsa, annesinin ilk göz ağrısı olan William’ın araya girmesiyle kurtulurdu. William kızın yuvadan uçmasını hiç istememiş, onu çok özleyeceğini söylemişti.
“Emin ol William sana mektup yazacaktır.”
“Evet, yazacağına söz verdi ama ilk benim yazmamı şart koştu.”
“Peki ne zaman yazacaksın?”
Fanny kafasını kaldırdı. Cevap vermekte tereddüt ediyordu. “Bilmem… Kâğıdım yok ki!”
“Tek derdin bu mu? Ben sana kâğıt ve gereken her şeyi getiririm. Böylece mektubunu dilediğin zaman yazabilirsin. William’a mektup yazmak seni mutlu edecek, değil mi?”
“Evet, hem de nasıl!”
“Yapalım o hâlde. Benimle birlikte oturma odasına gel. Aradığımız her şeyi orada bulabiliriz. Üstelik şu an kimsecikler yok.”
“Ama kuzen, postaya verebilecek miyiz?”
“Evet. Bu konuda bana güvenebilirsin. Diğer mektuplarla birlikte göndeririz. Enişten imzalarsa ücretsiz gönderebiliriz. Böylece William’ın cebinden de bir şey çıkmaz.”
“Eniştem mi!” dedi Fanny, korku dolu gözlerle.
“Evet. Mektubu bitirdiğinde babama götürerek imzalatacağım.”
Fanny böyle bir şey yapmanın cesaret istediğini düşündü ama itiraz etmedi. Birlikte oturma odasına gittiler. Edmund kâğıdı hazırlayarak üzerine cetvelle çizgi çizdi. Kendisine öz kardeşiymiş gibi yardımcı oluyordu. Üstelik nasıl beceriyorsa, çizgileri de kardeşinden çok daha düzgün çiziyordu. Edmund, Fanny mektubu bitirene dek çakısıyla kalemin ucunu açarak, yazım yanlışlarını düzelterek yardımcı oldu. Fanny’yi en mutlu eden şey ise bu yardımların ötesinde, Edmund’ı kardeşi kadar yakın görmesiydi. Edmund, kuzeni William’a kendi el yazısıyla sevgilerini ileterek, zarfa yarım Gine altını koydu. Fanny’nin hisleri kelimelerle anlatılacak türden değildi. Ancak yüz ifadesi ve ağzından beceriksizde dökülen birkaç sözcük, duyduğu minnettarlığı ve hazzı anlatmaya yetmiş, kuzeni giderek kendisiyle daha fazla ilgilenir olmuştu. Edmund, Fanny’yle konuştukça konuşuyor,