Gizli Mabet. Омер Сейфеддин

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Gizli Mabet - Омер Сейфеддин страница 5

Жанр:
Серия:
Издательство:
Gizli Mabet - Омер Сейфеддин

Скачать книгу

ebediyen söndü! Bir gece içinde korkunç, iğrenç bir katil oldum. Şimdi karanlık bir çöldeyim! Bir hayvan gibi meyusum! Artık insanlık cennetine, “iyilik, doğruluk, güzellik” cennetine bir daha dönemeyeceğim. Son defa yalanlarımla aldattığım zavallı büyük ihtiyar da, benim gibi, mahiyetinin fiilinden ürküp kaçan, korkak bir sefili yine “faziletkâr” bilecek! Bu sefile “mabihüliftiharım!” diyecek.

      NAMUS

      Daha geceydi. Çoban yıldızı derinlerden dünya üzerindeki uyumuş sürülere bakan tek bir göz gibi parlıyor, koyu karanlıklara mavi bir ışık akıtıyordu. Hapishanenin ağır, demir kapısı acı bir küfür gürültüsü ile açıldı. Jandarmalar, elleri arkasına bağlanmış zayıf, cılız, ürkek bir adamı dışarı çıkardılar. Siyah arabanın dar kapısından sokmak için kollarından yukarı kaldırıyorlardı. Elleri bağlı adam sağındaki sakallı jandarmaya döndü:

      “Nereye gidiyoruz, bre ağam?” diye sordu.

      “Bilmiyor musun?”

      “Bilmiyorum bre…”

      “Deminden imam efendi sana ne dedi?”

      “ ‘Lala, ala…’ diye bir şeyler söyledi. Ben: ‘Ne diyorsun?’ dedim. ‘Benim dediğimi söyle!’ dedi. Ben de onun dediğini anlamadan söyledim.”

      “Öyleyse çok iyi ettin!” cevabını veren jandarma, mahkûmu arabanın içine tıktı. Kendi de yanına girdi. Dışarıda kalan genç jandarma üstlerinden kapıyı kilitledi. Mavi alaca karanlığın içinde kamçı sesi, atların nal takırtıları, demir tekerlek gürültüleri işitildi.

      Penceresiz arabanın içi tıpkı bir kutu gibiydi. Köşesinde küçük bir fener, sarı ziyasıyla cidarlardaki gölgeleri titretiyordu. Mahkûm susmuyordu:

      “Ağa, ben üşüyorum.” dedi. Tüfeğini yanına dayayan sakallı jandarma, tabakasından bir cigara sarıyordu. Güldü:

      “Yarım saat sonra ısınırsın!” diye başını salladı.

      Konuşmaya başladılar. Bozuk kaldırımların sarsıntısı habire sözlerini kesiyor, ikiye bölüyordu:

      “Hamama mı gidiyoruz?”

      “Hamama ama senin bildiğin hamam değil…”

      “Nasıl?”

      “Sabunu var, suyu yok…”

      “Benim abdestim var bre ağam, niye beni hamama götürüyorsunuz?”

      “Abdestini bozdurmak için!”

      Mahkûm, jandarmanın alayından bir şey anlamıyordu. Sustu. O susunca, jandarma sormaya başladı:

      “Ulan senin kabahatin neydi?”

      Mahkûm, yarasına dokunulmuş bir adam gibi haykırdı:

      “Namus, bre ağam, namus, namus, namus!”

      Yerinden kalkıyor, çırpınıyordu. Bu namus heyecanı jandarmanın canını sıktı:

      “Ulan, çingenede namus olur mu?” dedi.

      “Neye olmasın ağam, çingene insan değil mi?”

      “Karını başkasıyla mı yakaladın?”

      “Hayır.”

      “Kızını mı yakaladın?”

      “Hayır.”

      “Öyleyse niçin namus, namus diye bağırıp durursun? Ne oldu ki bakayım?”

      Mahkûm çingene, felaketini hatırladı. Sarardı. Dudakları titriyordu. Hikâyesini anlattı:

      “Bir akşam dereye, yıkanmaya gitmiştim. Biraz geç kaldım. Çadıra döndüm. Ah namus, bre namus! Bir de ne göreyim?”

      “Ne gördün?”

      “Ah namus bre! Namus ağam.”

      “Söyle, canım, her vakit gördüğün bir şey olacak!”

      “Hayır.”

      “Ya ne gördün?”

      “Karım, kız kardeşim, anam, halam, küçük kızlarım, yengem toplanmışlar. Bir şeye bakıyorlar, hem gülüyorlar.”

      Jandarma bunu pek merak etti. Cigarasını ağzından çekti:

      “Neye bakıyorlardı?”

      Çingene tekrar: “Namus bre, namus!” diye kafasını arabanın cidarına çarptı:

      “Bizim Çomar’a, Hasan’ın sarı erkek köpeği yapışmış. İçeri almışlar, seyrediyorlardı.”

      Jandarma gülmekten katılıyordu:

      “Ey, sonra?”

      “Birdenbire hiddetlendim. ‘Sizin hiç utanmanız, arlanmanız yok mu?’ dedim. Elime çotranın1 yanındaki bir balta geçti…”

      “Ey?”

      “Hepsinin kafasına ayrı ayrı indirdim. Çomar’ıda ikiye böldüm. Hiçbiri kaçamadı. Hepsini geberttim.”

      ! ! ! !

      .................

      Jandarmanın cigarası parmaklarından düşmüştü. Çingene: “Namus bre, namus!” diye dövünüyor, araba daha ziyade sarsılıyor, daha ziyade takırdıyordu. Jandarma, karşısındaki sıska, kirli suratlı, pis herife bakarak yüreğinin çarptığını duyuyor, gayriihtiyari memleketinde Hıdırellez günleri yaptıkları eşek bayramını hatırlıyor, kendi namussuzluğuna şükrediyordu. Evet, bu çingene gibi içlerinde bir iki namuslu adam olsaydı, bütün kasaba halkını, Hıdırellez günü yaylada kılıçtan geçirmek icap edecekti.

      Araba, katilin dokuz insanı baltayla kestiği yerde durdu. Burası bir şose kenarıydı. Küçük kapının kilidini açtılar. Önde elleri bağlı çingene, arkadan sakallı jandarma indi. Müddeiumumi, komiser, hâkim filan hepsi daha evvel gelmişlerdi. Arabalar bir katar gibi birbiri arkasına dizilmiş, yol boyunda duruyordu. Ortalık tamamıyla ağarmış, Çoban Yıldızı sönmüştü. Komiserle gelen jandarmalar, bir iskemleye binmişler, gülüşerek darağacının ipini sabunluyorlardı. Çingene, bu manzarayı görür görmez, gölgesinden ürkmüş bir Arap atı gibi şahlandı:

      “Ay, beni asacak mısınız?” diye haykırdı. Kimse cevap vermedi. Herkes önüne bakıyordu. Komiser, elindeki yaftayı katilin boynuna geçirmek için ilerledi. Namus uğrunda şehit olacak bu biçareye karşı herkesin kalbinde sanki gizli bir muhabbet, gizli bir hürmet vardı! Hele beyaz sakallı hâkimin gözlerinden şıpır şıpır yaşlar damlıyordu. O, kırk senelik memuriyeti esnasında bu verdiği hüküm kadar ağır hiçbir vicdan azabı duymamıştı. Evet, çingene minge-ne… Fakat ne büyük bir namus telakkisiydi! Evet, ne büyük bir namus taassubu!

Скачать книгу


<p>1</p>

Çotra: Ağaçtan yapılmış küçük su kabı.