Kısas-ı Enbiya ve Tarih-i Hulefa I. Cilt. Ahmet Cevdet Paşa
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Kısas-ı Enbiya ve Tarih-i Hulefa I. Cilt - Ahmet Cevdet Paşa страница 15
Abdullah’tan Âmine’nin alnına geçmiş olan parlayan nur, onun alnına geçti. Âdem devrinden beri evlattan evlada intikal edegelen peygamberlik nuru, şimdi sahibini buldu ve artık onda karar kıldı.
Ertesi gün, pazartesi sabahı putlar, yüzüstü düşmüş bulundu, görenler hayrette kaldı.
Şu sözler Âmine’den rivayet olunmuştur: “Ben, öteki kadınlar gibi gebelik zahmeti çekmedim. Gebelerde olan ağırlıkları duymadım fakat gece rüyamda gördüm ki biri gelip ‘Ey Âmine, iyi bilmelisin ki sen âlemlerin hayırlısına gebesin. Doğduğu zaman adını Muhammed koyasın.’ dedi. Doğum yaklaşınca kulağıma şiddetli bir ses geldi, ürktüm. Hemen bir ak kuş geldi, kanadıyla arkamı sığadı. Bendeki korkma ve ürkme hâlleri geçti. Bir yanıma baktım ki beyaz bir kâseyle şerbet sundular. Alıp içtiğim gibi her tarafımı nur kapladı. O anda Hz. Muhammed (s.a.v.) dünyaya geldi. Etrafıma baktım, gördüm ki Abdi Menaf kızlarına benzeyen fakat gayet uzun boylu birçok kız, etrafımda dönüyorlar. Şaşırdım. ‘Ya Rabbi bunlar kimlerdir?’ dedim.”
Hz. Muhammed (s.a.v.) doğarken Âmine’nin gözünden perde kaldırılıp anlatıldığı gibi, cennet hurilerini, melekleri görmüş olduğu, daha pek çok harikulade hâller seyretmiş olduğu rivayet edilir.
Cennetle müjdelenen on kişiden Abdurrahman İbni Avf Hazretleri’nin validesi Şifa Hatun o gece Âmine’nin yanında bulunmuş, kendisinin gözüne de Hz. Muhammed’in (s.a.v.) doğumu sırasında doğudan batıya kadar bütün dünyanın nurla dolması gibi daha pek çok âdet ve tabiat dışı şeyler görünmüş olduğunu, oğlu Abdurrahman’a söylemiş, o da başkalarına anlatmıştır.
O gece Abdül-Muttalib, Kâbe’de Allah’a (c.c.) yönelmiş yalvarırken, “Müjde ey Abdül-Muttalib! Şimdi Âmine’den bir çocuk doğdu. Vücudu âleme rahmettir.” diye gizliden bir ses işitmiş, hemen Âmine’nin yanına gitmiş, orada da nice alışılmışın dışında şeyler görmüştür.
Son Peygamber Hz. Muhammed (s.a.v.) sünnetli ve göbeği kesilmiş olarak doğmuştu. Arkasında, iki kürek kemiğinin arasında, ta kalbinin hizasında bir nişanı vardı ki ona peygamberlik yüzüğü, peygamberlik mührü denilir.
Şu sözler Hz. Aişe’den rivayet edilmiştir: “Mekke’de bir Yahudi vardı. Hz. Muhammed’in (s.a.v.) doğduğu gecenin ertesinde, Kureyşlilerin toplandığı yere gelerek, ‘Bu gece aranızda bir oğlan doğdu mu?’ diye sormuş. ‘Evet. Abdül-Muttalib’in oğlu Abdullah’ın bir oğlu oldu.’ demişler. ‘İşte son peygamber odur ve arkasında nişanı vardır.’ diye haber vermiş. Varmışlar, Hz. Muhammed’i (s.a.v.) görmüşler. Yahudi, onun görünüşüne bakıp, arkasındaki peygamberlik mührünü görünce aklı başından gitmiş ve ‘Peygamberlik artık İsrailoğullarından gitti. Bundan sonra başka peygamber gelme ümidi bitti. Kureyşliler öyle bir devlete erecekler ki şan ve şerefleri doğudan batıya kadar her yere ulaşacak.’ demiş.”
İsrailoğullarının peygamberleri, Son Peygamber Hz. Muhammed’i (s.a.v.) bazen Muhammed (s.a.v.) bazen de Ahmed diye anmışlar ve işaretlerini söylemişlerdir. Gizliden haber veren kâhinler de böyle bildirdiklerinden, o zamanki Yahudi kâhinleri arasında son peygambere dair çok sözler söylenir ve dünyayı şereflendirmesi beklenirdi. Bundan dolayı doğuş tarihini anlamış ve belirtmişlerdi.
Hassan bin Sabit’ten rivayet edilmiş, demiş ki: “Ben sekiz yaşında idim, bilirim ki bir gün sabahleyin Medine’de bir Yahudi, diğer Yahudilere bağırıp, ‘Bu gece Ahmed’in yıldızı doğdu.’ dedi. Sonra hesap ettim. Muhammed’in (s.a.v.) doğum gecesine muvafık düştü.”
Abdül-Muttalib, bu gibi hayırlı işaretleri görüp çok sevindi ve “Bu oğlumun şanı pek büyük olacak.” dedi. Kendisine Allah tarafından böyle mutlu bir oğul verildiğine dair güzel bir kaside söyledi ve büyük bir ziyafet verip, Kureyş Kabilesi’ni davet etti. Geldiler, yediler, içtiler. “Bu ziyafete sebep olan çocuğa ne ad koydun?” diye sordular. Abdül-Muttalib, “Muhammed” diye cevap verdi. Onlar da “Dedelerinde olmayan böyle bir adı koymaktan maksadın nedir?” diye sordular. “Maksadım ve istediğim şu ki onu gökte Allah (c.c.) ve yerde halk pek çok övsünler.” dedi.
Son Peygamber Hz. Muhammed’in (s.a.v.) pek çok adı vardır. En meşhurları “Muhammed” ve “Ahmed”dir. “Muhammed” Arapçada çok övülmüş olan kimse demektir.
Mahmud, Mustafa, Sahibü’l-Beyan, Sahibü’l-Hâtem, Sahibü’l-Makami’l-Mahmud, Sahibü’l-Kadib, Sahibü’l-Herave de Son Peygamber Hz. Muhammed’in (s.a.v.) yüksek lakaplarındandır.
Hz. Muhammed’in (s.a.v.) doğumunda meydana gelen alışılmışın dışında olan, görülmemiş hâllerden bazıları da şunlardır:
Hz Muhammed’in (s.a.v.) doğumu sırasında, İran hükümdarının sarayı sarsıldı. On dört balkonu yıkıldı. Fars vilayetinde İstahrâbâd adlı şehirde ateşe tapanların bin seneden beri yanan ateşleri söndü. Sâve Gölü yere batıp görünmez oldu, Semâve Vadisi’nde tam tersine sular taştı. İran’ın Başkadısı Mubedan da o gece rüyasında, bir alay sert ve başıboş devenin bir bölük Arap atını yenerek, Dicle Nehri’ni geçip İran şehirlerine dağıldıklarını görmüştür.
O zaman Sasaniler sülalesinden İran Şahı Nûşirevan, sarayın sarsılıp da balkonların yıkılmasından canı sıkılmış bir hâlde yakınlarıyla bu meseleyi konuşurken, İstahrâbâd’dan, ateşinin söndüğü haberi geldi. Yine bu sırada Sâve Gölü’nün battığı ve Semâve’de suların taştığı işitildi. Hesapladılar. Bütün bunların, balkonların yıkıldığı zamana rastladığını hayretle gördüler.
Bunun üzerine Nûşirevan telaşlanıp hemen Mubedan’ı çağırtarak, bu olanları bir bir anlattı. O da o gece görmüş olduğu rüyayı söyledi.
Nûşirevan daha çok telaş ve endişeye düşüp, “Acaba bu işaretler ne ola?” diye Mubedan’a sordu. Mubedan, ne olacağını biliyordu. Hemen, “Arabistan’da büyük bir olay çıkması gerekir.” diye cevap verdi.
Hemen Nûşirevan, Arap hükümdarlarından kendisine bağlı Numan İbni Münzir’e ferman gönderip, “Bana bilgin bir adam gönder.” diye buyurdu. Numan da Abdül-Mesih adında tanınmış bir bilgini gönderdi.
Abdül-Mesih hemen İran hükümdarının başşehri Medayin’e varıp Nûşirevan’ın yanına girdi. Nûşirevan olup bitenleri söyleyip, “Bu işaretler ne manaya gelir?” diye sordu. Abdül-Mesih de “Benim Şam taraflarında oturan Satih adında bir dayım vardır. Bunların manasını ancak o açıklayabilir.” diye cevap verdi.
Bunun üzerine Nûşirevan, “Haydi çabuk Satih’in yanına git. Ona sor, bana cevabını getir.” diye emretti. Abdül-Mesih de hemen Medayin’den çıkıp Şam ülkesine gitti.
O zaman Araplar içinde kâhin ve arrâfe denen birtakım bilgin adamlar vardı ki Allah’ın sırlarından bahsederler ve gelecek şeyleri haber verirlerdi. En ünlüleri işte bu “Kâhin Satih” dedikleri şahıstır ki çok yaşlı bir adamdı. Hatta Nizar ölünce, mirasını oğlu Mudar ile diğer oğulları arasında pay eden oydu,