Çocuk Kalbi. Edmondo De Amicis
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Çocuk Kalbi - Edmondo De Amicis страница 12
“Nelli’ye dokunanın benimle işi var. Ona öyle bir tokat atarım ki hiç hatırından çıkmaz.”
Franti Garron’un sözlerini hiç hesaba katmayarak Nelli’ye dokunmuş ve onu üç defa döndüren kuvvetli bir tokatı yemişti.
Bu zamandan beri artık kimse Nelli’yi rahatsız etmiyor. Mösyö Perboni, Garron’u küçük Kanbölle aynı sıraya koydu ve onlar bir çift dost oldular. Nelli, Garron’ı çok sever. Sınıfa girer girmez gözleri derhâl Garron’u arar. Ona Allah’a ısmarladık, demedikçe gitmez. Garron da böyle yapar. Nelli sıranın altına bir kalem yahut kitap düşürdüğü zaman arkadaşı yorulmasın diye derhâl Garron eğilir ve düşen şeyi alır. Sonra çantasının içine kitaplarını yerleştirmek, pardösüsünü giymek için de ona yardım eder. Bunun içindir ki Nelli onu o kadar sever ve muallim, Garron hakkında takdirde bulununca o kadar sevinir. Âdeta bu takdirlerin kendisine, Nelli’ye söylendiği zannolunur. İyice biliyorum ki Nelli annesine her şeyi, ilk günlerin takılmalarını, arkadaşının müdahalesini söylemiştir. Zira işte bu sabah bakın ne oldu? Mösyö Perboni ders programını götürmek üzere beni müdürün yanına gönderdi ben orada iken Nelli’nin annesi girdi. Müdüre soruyordu: “Oğlumun sınıfında Garron isminde bir çocuk var ya?”
“Evet madam.”
“Onu buraya lütfen çağırır mısınız birşey söyleyeceğim.”
Müdür kapıcıyı zille çağırarak Garron’u getirmesini söyledi. Bir dakika sonra Garron müdürü tarafından çağrılmasından dolayı şaşkın bir tavır ile girmişti. Madam Nelli koca çocuğu görür görmez hemen koştu ve başını tutarak müteaddit defa öptü:
“Garron sen misin, oğlumun arkadaşı, benim zavallı yavrucuğumun koruyucusu sen misin aziz çocuk?”
Sonra boynundan ucunda bir küçük haç bulunan altın bir kordonu çıkarıp Garron’un boynuna geçirerek: “Bu küçük yadigârı al muazzez çocuk!” diyordu, “Seni takdis eden ve sana teşekkür eden bir annenin elinden onu kabul et!”
SINIFIN BİRİNCİSİ
Garron bütün kalpleri kazandığı gibi Derossi de hep numaraları kazanır. O birincilik madalyasını almıştı. Bu sene de birinci olacak. Onunla kimse müsabaka edemez. Üstünlüğü her hususta tanınmıştır. Hesapta birinci, gramerde, yazıda, resimde hep birinci. Herşeyi fevkalâde bir kolaylıkla anlıyor. Hayrete şayan bir hafızası var. Her şeyi zahmetsizce başarıyor zannedilir ki tahsil onun için bir oyundan başka bir şey değil. Muallim ona dün de yine “Siz tabiatin büyük mevhibelerine maliksiniz. Onları israf etmemeye çalışınız.” diyordu.
Doğrusu her şeyde ondan aşağı olduğunu hissedince kıskanmamak mümkün değil. Ah! Votini gibi ben de ona gıpta ediyorum. Evde ödevlerimi yaparken Derossi’nin kendininkileri çoktan yorulmaksızın, hem de yanlışsız olarak bitirmiş olduğunu düşünürüm ve bundan bir acılık, hemen hemen bir hiddet hissederim fakat sınıfa gelip de onu mütebessim, güzel ve muzaffer bir hâlde görünce, muallimin suallerine verdiği cevapları, daima açık ve temiz cevapları işitince bütün acılık ve bütün hiddet kalbimden çıkar ve bu fena hisleri duymuş olduğumdan dolayı utanırım.
Derslerimi birlikte yapmak için daima onun yanında bulunmayı isterdim, çünkü onun huzur, hararet ve gayretinden bana da bir hisse ayırarak çalışmak cesaret ve arzu veriyor.
Mösyö Perboni kopya etmek üzere Derossi’ye verdiği “Lombardiyalı Küçük Keşşaf” ismindeki aylık hikâyeyi yarın bize okuyacak. Bu sabah bu kahramanca vakayı kopya ederken Derossi”nin gözleri nemleniyor ve dudakları titriyordu. Ben ona bakarken şu sözleri söyleyebilmekle kendim de saadet hissettim: Derossi sen benden çok değerlisin. Sana hürmet eden ve seni taklit etmek isteyen küçük Hanri’ye nispetle sen, yetişmiş bir adam gibisin.”
LOMBARDİYALI KÜÇÜK KEŞŞAF
1859 senesinde Lombardiya’nın kurtarılması için yapılan muharebe esnasında Avusturyalılara karşı Fransız ve İtalyanlar tarafından kazanılmış olan Solferino ve San Martino Harbinden birkaç gün sonra idi. Haziran ayının güzel bir sabahında Salük süvarilerinden bir küçük takım civarı dikkatle araştırarak bir keçi yolundan düşmana doğru yavaşça gidiyorlardı. Asker kıtası bir zabitle bir onbaşı tarafından kumanda ediliyordu. Sessizce ve düşman ileri karakollarının beyaz üniformalarını her an içinde görmeğe hazır bir vaziyette önlerine, ileriye bakıyorlardı. Böylece dişbudak ağaçlarıyla ihata edilmiş küçük bir kır evinin yanına geldiler. Evin önünde on iki yaşlarında bir çocuk duruyor ve değnek yapmak için bir dişbudak dalını soymakla meşgul oluyordu. Evin bir penceresinden, geniş, üç renkli bir bayrak sallanıyor ve içinde hiç kimse bulunmuyordu. Köylüler bayrağı astıktan sonra Avusturyalıların korkusundan kaçmışlardı. Çocuk süvarileri gördüğü zaman değneğini attı ve şapkasıyla selâmladı. Bu sarı saçlı ve büyük mavi gözlerle tenvir edilmiş cesur, şimalî, güzel bir çocuktu. Arkasındaki gömleğin yırtığından çıplak teni görünüyordu.
“Burada ne yapıyorsun?” Atını durdurmuş zabit, soruyordu, ”Niçin ailenle kaçmadın?”
“Ailem yok ki. Ben kimsesiz bir çocuğum. Hayatımı kazanmak için çalışırım. Burada muharebeyi görmek için kaldım.
“Avusturyalıların geçtiğini gördün mü?”
“Hayır, üç günden beri görmedim.”
Zabit biraz durduktan sonra attan atladı ve askerlerini düşman tarafına dönmüş bırakarak küçük evin içine girip dama çıktı. Ev alçak olduğu için yukarıdan ancak sahranın küçük bir kısmı görünebiliyordu.
Oradan inerek “Ağaçlara çıkmak lazım gelecek.” dedi.
Tamam! Kapının önünde maviliğin içinde, tepesi hafifçe sallanan bir dişbudak yükseliyordu. Zabit bazen askerlere, bazen de ağaca bakarak düşünceli kaldı ve sonra da birdenbire:
“Sen iyi görür müsün yavrum?” diye çocuğa sordu.
“Ben mi? Bin adımdan bir kuşu görürüm.”
“Bu ağacın tepesine çıkabilir misin?”
“Bu ağacın tepesine mi? Bu benim için iki dakikalık iş.”
“Peki, yukarıdan bana gördüklerini, bu tarafta Avusturya askerleri, toz bulutları, beygirler yahut parlayan tüfekler varsa bana söyler misin?”
“Şüphesiz, hepsini söylerim.”
“Bana bu hizmetimi görmek için ne istersin?”
“Ne mi isteyeceğim? Vallahi hiçbir şey! Eğer Avusturya askeri için olsaydı ne kadar para verseler yapmazdım. Fakat bizim askerlerimiz için.. Ben Lombardiyalıyım…”
“Pekiyi, öyle ise tırman bakalım!”
“Biraz