Cem Sultan. M. Turhan Tan

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Cem Sultan - M. Turhan Tan страница 21

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
Cem Sultan - M. Turhan Tan

Скачать книгу

yoktu, olsa da tecahül gösteriyorlardı, bilmez görünüyorlardı. Lakin uşaklar arasında, “Çift geldi, tek çıktı! Tekti, çift oldu!” gibi sözler, bir nevi açık bilmece gibi dönüp dolaşıyordu.

      Dimitriyos, uşakların gözlerinde gülümseyen istihzaları kör bir kayıtsızlıkla çiğneyerek kızıyla birlikte çadıra girdiği vakit Cem, ayaktaydı. Zekâsını kendi emrine ve kızını da kendi iştihasına hizmetkâr yapmış olan geniş düşünceli Rum’u görünce elini uzatıp öptürdü.

      “Dostum…” dedi. “Bu gece çok şey konuşuldu.”

      “Sonu hayrola padişahım!”

      “Yarın Bursa’ya varıyoruz.”

      “Mübarek ola padişahım!”

      “Bursalılar kale kapısını açarlar mı açmazlar mı? Bunu konuştuk. Bizim Lala Bey, harp olabilir dedi. Askere para dağıtılmasını istedi. Reddettim.”

      “İsabet buyurmuşsunuz padişahım. Taht üstünde doğanlar tahta doğru giderken kimseye rüşvet vermezler.”

      “Doğru eğri, öyle karar verdik. Savaştan evvel para dağıtmayı hoş bulmadık.”

      “Keramet göstermişsiniz padişahım.”

      “O hâlde sen de zarafet göster, bizi yalnız bırak…”

      “Ferman sizindir padişahım!”

      Cem ve İren, âdet edindikleri eğlenceye daldılar, uzun bir saat görüştüler, gülüştüler ve sonra mahmur bir musafaha ile ayrıldılar. Şehzade, esneye esneye yatağında kaldı. İren, gülümseye gülümseye babasının yanına gitti.

      Âdetleri, çadırlarına dönmekti. Fakat Dimitriyos, büyük otağ mıntıkasından ayrılır ayrılmaz durdu.

      “İren!” dedi. “Lala Bey’e gidelim.”

      “Sırası geldi mi?”

      “Tohum ekmenin tam sırası… İyi ekin biçmek için tohumu vaktinde saçmalı!”

      “Lala Bey tarladır, sen de çiftçisin. Ben ne yapacağım?”

      “O tarla suyu, ışığı senden alacak!”

      Kız yüzünü ekşitti, istikrah gösterdi:

      “Oh, baba… Ben o adamı hiç sevmiyorum.”

      “Dereler, besledikleri toprağa âşık olmazlar çocuğum. Güneş de ısıtacağı yerin güzelliğini, çirkinliğini aramaz.”

      “Fakat ben insanım, yürek taşıyorum.”

      “En temiz yürek, kinini bilen yürektir. İlkin öç, sonra sevgi!..”

      “Kinimi unutmuyorum, pot kırmaktan korkuyorum.”

      “Cem’in yanında böyle düşünmüyorsun, vazifeni pekâlâ yapıyorsun.”

      “O genç ve güzel. Üstelik prens. Beni okşarken kalbim iğrense bile kalıbım zevk alıyor.”

      “Lala Bey de bizi hedefe çıkaracak kıymetli bir merdivendir. Onu adım adım çiğnemekte, yavaş yavaş merama ermek zevki vardır.”

      “Meram, meram, meram! Bu ne tükenmez yol?..”

      “Tükenmeyen ömür gibi tükenmeyen yol da yoktur. Hüner, sendelemeden yürümekte!”

      “İşte ben, o sendeleyişten korkuyorum.”

      “At kuyruğuna bağlanıp parçalanmak istemiyorsan adımlarını dikkatli atacaksın, dediklerimi yapacaksın. Küçük bir şüphe, ikimizi de mezara götürür.”

      Kız, dudaklarını ısırdı, eliyle yüzünü kapadı, inledi:

      “Ben yaşamak istiyorum!”

      “Yaşamak için Cemleri, Lalaları, Nasuhları, daha sonra Gedik Ahmetleri, Beyazıtları düşürmek lazım. Biz bu büyük işin fedaileriyiz!..”

      “İki cılız fedai!”

      “Belki öyle. Fakat arkamızda koca bir Avrupa var. Birçok saraylar, adımlarımıza eğilmiştir, bizi takip ediyorlar. Papanın gözü bile topuklarımızda!”

      “Onlar, sade bakmakla kalmasalar, yola çıkıp bize yoldaş olsalar daha iyi olmaz mı?”

      “Bazen tek bir adam, heybetli bir ordudan fazla iş görür. Güllelerin yıkamadığı vücutları bir kadın eli devirir. Kılıcın kesemediği ömürleri bir tebessüm parçalar!”

      Baba ile kız, hem yürüyorlardı hem yavaş sesle ve Latince konuşuyorlardı. Lala Yakup Bey’in çadırı önüne gelince durdular, muhaverelerini67 -tam bir anlaşma ifade eden karşılıklı bakışlarla- kapadılar. Çadır kapısında iki nefer nöbet bekliyordu. Dimitriyos, bunların yanına sokuldu.

      “Merhaba yoldaşlar!” dedi. “Lala Bey Hazretleri’ni görebilir miyiz?”

      Nöbetçilerden biri, uyku dolu gözlerini ovuşturdu, vakitsiz ziyaretçilerin yüzüne baktı, homurdandı:

      “Mumlar söndü, bey uyudu, siz sohbete geliyorsunuz!”

      “Öyle icap etti, Lala Bey’i mutlaka görmek lazım. Sen zahmet et de içeri gir, Dimitriyos’un geldiğini söyle.”

      Dimitriyos, herkesin tanıdığı bir sima idi. Kimi bu adamın Nuh tufanında bilinmez bir dille ve bilinmez bir yazı ile yazılmış bir kitabı uzun yıllar çalışarak, Allah’tan da ilham alarak okuyup imana geldiğini kimi de kızını Cem’in sarayına peşkeş çekip hazineler düzmeye koyulduğunu söylerdi. Fakat onun büyük bir nüfuza malik olduğu biliniyordu. Bu sebeple nöbetçi çadırdan içeri girdi, bir post üzerine uzanarak kara kara düşünceler geçirmekte ve bir türlü uyuyamamakta olan Lala Yakup Bey’e haber verdi:

      “Dönme Rum geldi, yanında biri daha var. Sizi görmek istiyor…”

      Yakup Bey postun üzerinde doğruldu, taaccüp gösterdi:

      “Dimitriyos mu geldi, ne münasebet?..”

      “Ben de öyle dedim ama ayak diredi, beni zorla içeri gönderdi.”

      Lala bir nebze düşündükten sonra emir verdi:

      “Mumu uyandır, onu da çağır.”

      Dimitriyos Sofyan, Cem’in talihini elinde tutan sert tabiatlı kumandanı hürmetle selamladı, vakitsiz ziyaretinden dolayı özürler dileyerek söze başladı:

      “Sizi rahatsız ettim, affınızı dilerim. Fakat içim içime sığmıyor, yüreğimden kan gidiyor. Derdimi size de dökmezsem mutlaka çıldıracağım, inmeye uğrayacağım.”

      Lala Yakup Bey, büyük bir hayret içinde, Dimitriyos’a oturmasını işaret etti

Скачать книгу


<p>67</p>

Muhavere: Konuşma. (e.n.)