Ulduz ile Konuşan Bebek. Samed Behrengi
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Ulduz ile Konuşan Bebek - Samed Behrengi страница 3
“Ne var, ne oldu yine?”
Kadın:
“Senin gücün de sadece zavallı bana yetiyor, öyle değil mi? Şu sarı çıyana dokunma der durursun bana hep. Şimdi gör bak, benimle dalga geçip duruyor!”
Ulduz tencereyi yerden aldı ve sokak kapısına doğru yöneldi. Tencereyi kapının önüne koydu, kapının yukarıdaki halkasına asıldı. Sonra da bir ayağını kapıya dayayıp yukarı çekti kendini. Kapı açıldıktan sonra aşağıya indi, tencereyi de yerden alıp sokağa çıktı. Üvey annesi hâlen daha arkasından, “Kapıyı örtmedin kız!” diyerek bağırıyordu.
O gece, kadın, kocası ve kardeşi Peri ile birlikte avluda uyudular. Ulduz ise, içeride uyuyacağını söyledi. Babası bunun üzerine, “Kızım sen hep yalnız başına sandık odasında yatmaktan korktuğunu söylerdin, şimdi ne oldu da tek başına yatmak istiyorsun?” diye sordu. Ulduz da üşüdüğünü söyledi.
Peri:
“Bu kadar sıcak bir havada nasıl oluyor da üşüyorsun? Zavallı ablacığımın hakkı var, bu kız tahammül edilebilecek gibi değil!”
Üvey anne:
“Bırakın şunu, gitsin istediği yerde zıbarsın! İnsan olsa o kokmuş eti dudaklarını şaplatarak yemezdi zaten!”
Gürültü patırtı bitip de ortalık sakinleyince, Ulduz, Konuşan Bebek’ine seslendi fısıltıyla. Bebek de gelip Ulduz’un yorganının altına girdi. Burada, ikisi sıcak bir sohbete koyuldular.
Konuşan Bebek:
“Yaşar’ı gördün mü?”
Ulduz:
“Evet, gördüm. Senin dile gelip konuşmaya başladığına bir türlü inanamadı. Bir gün üçümüz oturalım da…”
Konuşan Bebek:
“Şimdi yaz tatilindeyiz, Yaşar okula gitmiyor. Sabahtan akşama kadar oyun oynayabilir, gezip dolaşabiliriz.” Ulduz:
“Ama Yaşar boş değil ki, halı dokuma işinde çalışıyor.”
Konuşan Bebek:
“Peki ya babası?”
“Tahran’a gitti babası. Orada tuğla fırınında çalışıyor.”
“Ulduz, sen ne yapıp et, o ineğin bir ayağını bizim için bir kenarda sakla. Bak, o inek öyle sıradan bir hayvan değildi.”
“Evet, ben de öyle düşünüyorum. Etini kim ağzına koyduysa midesi bulandı, yiyemedi. Ama benim için ballı lokma gibiydi, kızarmış tavuk etinden bile daha lezzetliydi. Tadı benim ağzımda. Yaşar’la annesi de çok beğendiler eti, onlar da lezzetli buldular.”
“Yaşar nasıldı, iyi miydi?”
“Bu sabah, iş yerinde çalışırken, parmağının ucunu bıçak kesmiş. Kötü görünüyordu. Bu hâlde halıya düğüm atamaz artık.”
Üvey annenin sinirli sesi birden duyuldu yine:
“Kız, sesini kes de yat! En sonunda deli divane gibi kendi kendine mır mır edip konuşur oldun! Ne konuştuğundan haberin var mı hiç?”
Baba:
“Rüya görüyordur.” Kadın:
“Rüyası da başını yesin!”
Konuşan Bebek fısıldadı yavaşça:
“Artık uyusan iyi olacak.”
Ulduz:
“Ama benim uykum yok ki daha. Seninle oyun oynamak, sohbet etmek istiyorum. Hem sen masal bilir misin?”
Konuşan Bebek:
“Ama şimdi bir parça uyu, vakti gelince ben seni uyandıracağım. Seni ve Yaşar’ı ormana götüreceğim.”
Ulduz da artık başka bir şey demedi ve sırtüstü uzandı yatağında, kayan yıldızları seyretmek için gözlerini pencereden görünen gökyüzüne dikti.
Gecenin bir yarısı geçmişti. Ay, dağların tepelerin ardından yavaş yavaş yükseliyordu. Dışarıda tam bir sessizlik ve durgunluk vardı, âdeta hiçbir hareket yoktu etrafta. Ama yukarılarda hafif bir meltem esiyordu. Üç tane ak güvercin, esintinin üzerinde ağır ağır süzülerek uçuyordu. Kanatlarının altında uzanan şehir uykuya dalmış, kendisini mehtabın gölgesine teslim etmişti. Güvercinlerden bir tanesinin kanadı kırılmış, onu da bezle sarmışlardı. Evlerin kimilerinin damlarında, bazı insanlar yatmış uyuyorlardı. Bir çocuk uyanmış, annesine, “Anne, şu güvercinlere bak, sanki yollarını kaybetmiş gibiler.” diye seslenmişti. Annesi ise tatlı uykusunun koynundaydı, uyanmamıştı. Çocuk, büyük bir özlemle güvercinleri takip etti gözleriyle, yeniden uykusuna dalana kadar da izlemeye devam etti.
Ay yavaş yavaş yükseliyor, gölgelerse kısalıyordu. Güvercinler artık şehirden epeyce uzaklaşmışlardı. Kanadı kırık olan güvercin ortadaki güvercine,
“Konuşan Bebek, ormana daha çok yol var mı?” diye sordu.
Ortadaki güvercin cevap verdi:
“Hayır, Yaşarcığım, şu karşıda ayın doğduğu tepenin hemen arkasında. Yoruldun mu yoksa?”
Yaşar, yani şu kanadı yaralı olan güvercin:
“Hayır, Konuşan Bebek. Uçmak benim hoşuma gidiyor. Ne kadar çok uçsam da yorulmam ben. Yazları rüyamda, uçurtmamın sırtına binip uçtuğumu görürüm.”
Üçüncü güvercin söze girdi:
“Ben de her gece düşümde kanat çırpıp uçtuğumu görürüm.”
Ortadaki güvercin, yani şu bizim Konuşan Bebek:
“Mesela nasıl yani?”
Üçüncü güvercin:
“Bir gece düşümde bir kutu balı alıp hepsini yemişim, üvey annem de durumu anlamış, peşime düşüyordu, elinde de bir oklava vardı. Ben daha hızlı koşmak için ne kadar gayret etsem de bir türlü yapamıyordum. Ayaklarım giderek ağırlaşıyor, âdeta geri geri gidiyordu. Tam üvey annem bana yaklaşmış, yakalamak üzereydi ki bir anda havalanıp yükseğe çıktım, sonra da kanat çırpıp uzaklaşmaya ve bir damdan öbür dama konup uçmaya başladım. Üvey annem de aşağıdan gözleriyle beni izliyor, bağırıp duruyordu