Esrar-ı Cinayat. Ахмет Мидхат
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Esrar-ı Cinayat - Ахмет Мидхат страница 7
“Konak” lafını işitince Mecdettin Paşa’nın gözleri fırladı. Oturduğu sandalyeden fırlayıp kalkarak büyük bir telaşla dedi ki:
“Aman Sabri ne diyorsun? Katledilen kız konağa mı mensup imiş?”
“Ya parmaklarında kına izleri olduğunu unuttunuz mu?”
“Ee, hangi konağa mensupmuş bakayım?”
“Kemanîzade’nin.”
“Mustafa Bey’in ha?”
“Gerçi konak Kemanîzade Mustafa Bey’in adına yâd olunuyorsa da Mustafa Bey zevcesi Hediye Hanım’ın uşağı gibi bir şey değil midir?”
“Şimdi bu kız onların kızı öyle mi?”
“Burasını bilemem. Bildiğim bir şey varsa bu elbise o konak için yapılmış olmaktan ibarettir. Gerçi kızın Hediye Hanım ile bir ilgisinin olduğunu da ümit ederim ki bugün akşama kadar öğrenebilirim.”
Mecdettin Paşa’yı bir dalgınlık aldı. Hayrete, dehşete, büyük ve derin bir düşünceye delalet edebilecek alametler birbirini takiben yüzünü istila ediyorlardı. Nihayet amirane bir tavır takınarak dedi ki:
“Sabri Efendi, sana bir şey söyleyeceğim. Hediye Hanım’ın ismini bir burada benim yanımda ağza aldın. Bir daha başka yerde ağza almayacaksın. Eğer o isme bir kan sürecek olursan kendini yok bil!”
“Aman efendim kanı ben sürecek değilim. Kan oraya kendi kendisine fışkırıp gitmiş olursa ne yapalım?”
“Hediye hanımefendi kendi dava ederse kimsenin bir diyeceği kalmaz. Kendisi dava etmediği hâlde sen orta yere bir destan çıkarırsan hâlin yamandır. Sana acıdığımdan tembih ediyorum ki bu sır seninle benim aramda kalacaktır.”
“Bir de Madame Lahi arasında! Zira Hediye Hanım’ın konağına yaptığı fistanı al kanlar içinde görünce Madame Lahi’nin her sırra vâkıf bulunduğuna şüphe kalmaz.”
“Ben onu da çağırır tembih ederim! Hediye Hanımefendi ha! Aman ya Rabbi!”
Mil Luxe modahanesinde yapılmış olan fistanın Hediye Hanım’ın konağı için yapılmış olması Mecdettin Paşa’ya ne kadar hayret verdiyse, paşanın tehditkâr tembihleri de Savcı Osman Sabri Efendi’ye o kadar hayret vermişti.
Osman Sabri Efendi’nin inancına göre insanlar mademki bunca nefsi marazlarla doludurlar ve mademki cinayet denilen şey mutlaka nefsin kötülüklerinin şevkiyle vücuda gelir bir harekettir, o hâlde ister Hediye Hanım olsun, ister kim olursa olsun cinayet işleme kabiliyetinde yaratılışça ve mevki olarak uzak sayılabilecek hiçbir insan evladı düşünülemez. Şu kadar var ki insanlar terbiye derecelerine göre ve nefsin hem iyilikleri hem de kötülükleri barındırması gereğince isterse iyilik isterse de kötülük yapma kabiliyetine sahiptir.
Bu itikat Osman Sabri Efendi’de bulunursa, Mecdettin Paşa’nın bir anda Hediye Hanım’ı muhafazaya çalıştığını da görürse, o zeki ve ileri görüşlü savcı hayrete düşmez de ne yapar?
Mecdettin Paşa’nın yanında birkaç dakika daha durdu. Paşa, Hediye Hanım’ın sırrını faş edilmemesi hakkındaki emir ve tehditlerini tekrardan başka bir söz söylememesinden, Osman Sabri emre itaat tavrı göstererek paşanın yanından çıktı, kendi odasına geldi.
6
Adli kanunlar herkese aynı oranda uygulanmazsa ve şahsa göre değişiklik gösterirse, ferdî hakların muhafazası çok zor olur. İşte eski adli usulümüz ile yeni adli usulümüz arasındaki farkı hakkıyla anlamak isteyenler bu noktaya özellikle dikkat etmelidirler.
Adli hukuk üzerine oluşturulan kanunlar gereğince, gazete yazarlarından savcı ve hâkimlere varıncaya kadar birçok memur hep umumi hukukun muhafazacısıdırlar. Öreke Taşı konusu gibi bir cinayet olunca, ortada hiçbir davacısı bulunmadığı hâlde dahi tahkikat memurları, savcılar, filanlar, katilleri mutlaka ortaya çıkararak cezalarını tayin edinceye kadar aynen birer davacı, birer intikamcı gibi hareket ederler. Kendi memurluk namuslarına en uygun tavır ve vazife budur.
Hatta bir katilin pençe-i gadrine düçar olan bir adam dava etmese, davasından vazgeçse, caniyi affetse bile hâkim ve savcılar umumi hukukun muhafazası noktasından da cinayeti işleyenin yakasını bırakmayarak onun üzerinde kanun hükmünü yine icra etmeleri gerekir.
Eski usulde ise umumi hukuku mükemmel icra edilebilmek şöyle dursun, hususi hukuku bile korumak çok görülmüştür.
Zira hâkimler ya katilin düşmanı veyahut dostu olmaktan uzak değillerdi. Katillerden intikam alacak olurlarsa işkencelere kadar kendileri için meydanı açık bulabilecekleri gibi dost oldukları zaman da şahsi hukuklarını mahvedebilirlerdi. Hukuki yargılamalar belli kurallar çerçevesinde yazılıp uygulanmadıkça bu konularda avukatlar bile bir şey söylemekten korkarlar.
Hele bir davada, iddia sahibi kendisi o iddianın taraftarı veya hükûmetin kendisi ona taraftar olursa karşı tarafın hâli ne kadar yaman olacağını “Davacı kadı olursa yardımcısı Allah olsun” atasözü ile aynı anlama gelir. Yeni usulde ise davacı, kadı dahi olsa mahkeme huzurunda kadı ile diğerinin hiç farkı olamayacaktır. Gerek avukatlar, gerek savcılar ve hâkimler, adli vazifelerini tamamıyla icra ederler. Özellikle ki muhakemeler açık olduklarından ve gazeteler de tenkitlerinde serbest bulunduklarından, hangi memur veya hâkim vazifesini güzelce ifa etmez ise umumi nazarlar onu derhâl görür ve onun adaletsizliklerini ortaya koyar.
Bununla beraber yeni adli usulünce de hiç yanlışlık olmaz, hiç zulüm edilmez diye inat da etmiyoruz. Fakat yanlışlık da kayırma da daha güç ve daha nadir olur. Zira verilecek hüküm beş altı hâkimin ittifak veya çoğunluğun görüşüyle verilmesi gerekiyor. Bunların hatası da rüşveti de daha az olduktan başka haksızlığa uğradıklarını düşünen şahıslara bir üst mahkeme olan temyize götürebilme hakları da vardır.
İşte bundan dolayıdır ki bundan önce adalet konusunda Faruk sıfatına layık olan padişahımız efendimiz hazretlerinin, bunca teşekkürü hak eden ıslahatları arasında en mühimlerinden birisi de adliyenin ıslahı olduğunu önceden de ifade etmiştik.
Bizim Osman Sabri Efendi, kendi merakının sevkiyle tüm fıkıh kurallarını, hukuk kurallarını, hukuk ilmini ve onun farklı yönlerini kendi kendisine merak edip büyük kaynaklardan öğrendiğinden şu adli ıslahatın, bizce de uygun olan icrasını, pek ziyadece arzu ediyordu. Dolayısıyla Mecdettin Paşa yanından çıkıp da odasına geldiği zaman hatırından geçen şeyler, gazete yazarı efendinin arabada ve köprü üzerinde düşündüğü şeylere eklenecek olsaydı, vücuda geleceğini evvelce vermiş olduğumuz adli ıslahat makalesi bir kat daha mükemmel olurdu.
Osman Sabri eski olan yazıhanesinin önüne oturarak ve kocaman kafasını iki elleri arasına alarak düşünmeye başladı. Fakat bu suretle başladığı düşünceler artık adli ıslahata dair olan mülahazalarından ibaret değildi. Öreke Taşı Vakası’nı düşünüyordu.
Zeki savcının bu meselede en ziyade merakına sebep olan şey, parmakları kınalı bir Müslüman kızının iki Kefalonyalı