Kızıl Odanın Rüyası IV. Cilt. Сюэцинь Цао
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Kızıl Odanın Rüyası IV. Cilt - Сюэцинь Цао страница 15
“Haberler iyi, Efendi Bao!” dedi çocuk. Müdür Bey bugün okulda değil, siz bugün izinlisiniz!”
“Ciddi misin sen?” diye sordu Baoyu.
“Bana inanmazsanız, kendiniz bakın. Efendi Huan ile Küçük Bey Lan geri dönüyorlar.”
Baoyu bakınca, üvey kardeşi ve yeğeninin hizmetkârlarıyla beraber kendilerine doğru geldiklerini gördü. Ne dediklerini duymuyordu ama gevezelik edip gülüşüyorlardı. Baoyu’yü görünce elleri yanlarında, saygılı bir tavırla durdular.
“Neden bu kadar erken döndünüz?” diye sordu Baoyu.
“Bugün Müdür Bey’in işi varmış.” dedi Huan. “Bütün gün izinli olduğumuzu söyledi. Yarın her zamanki gibi gideceğiz.”
Bunu duyan Baoyu geri dönüp, Büyükanne Jia ve babasına haber verdi; sonra Kızıl Neşe Avlusu’na gitti.
“Neden geldin?” diye sordu Xiren.
Baoyu olup biteni anlattı ona ve birkaç dakika yanında oturduktan sonra tekrar dışarı çıkmaya yeltendi.
“Nereye gidiyorsun böyle acele acele?” diye sordu Xiren. “Okuldan izin verilmesi, hemen dolaşmaya gideceksin anlamına gelmiyor. Dinlensen iyi olur.”
Baoyu durdu, başını önüne eğdi.
“Haklısın. Ama başka ne zaman dışarı çıkıp eğlenme fırsatı bulacağım? İnsaf et!” dedi.
Bunu öyle bir yalvaran tonda söyledi ki Xiren yumuşadı.
“Peki.” dedi gülerek.
Bu arada öğle yemeği servisi yapıldı, Baoyu kalıp yemeğini yedi. Bitirince ağzını çalkalayıp hemen çıktı. Tıpkı bir duman kümesi gibi hızla Bambu Evi’ne gitti. Zijuan avluda mendilleri asıyordu.
“Bayan Lin öğle yemeğini yedi mi?” diye sordu kıza.
“Erkenden yarım kâse pirinç lapası yemişti.” dedi Zijuan. “Ama şimdi aç değilmiş, uyuyor. Başka bir yere gitseniz iyi olur, Efendi Bao, daha sonra gelin.”
Baoyu hiç istemese de nereye gideceğini bilmeden ayrıldı oradan. Birden birkaç gündür Xichun’ü görmediği geldi aklına. Kokulu Lotus Köşkü’ne doğru yürümeye başladı. Avluya varıp pencerelerden birinin önünde durunca, her yer çok sakin ve terk edilmiş gibi geldi ona. Onun uyuduğu ve rahatsız edilmemesi gerektiği sonucunu çıkardı. Tam geri dönmek üzereyken, içeriden, anlaşılmayacak kadar hafif bir ses geldiğini duydu. Daha net duyma umuduyla bekleyip tekrar kulak kabarttı. İşte! Bir şıkırtıydı! Ne olabileceğini düşünürken, bir konuşma sesi geldi.
“Onu hareket ettirirsen, oradaki durumun ne olur?” diyordu içeriden biri.
Go oynuyorlardı. Ama Baoyu konuşanın kim olduğunu anlayamadı. Xichun’ün cevabını duydu sonra.
“Umurumda bile değil! Onu alırsan ben de bu tarafa gelirim. Şunu alırsan, bu tarafa gelirim. Sonuçta bütün burayı kuşatırım.”
“Ya böyle yaparsam?”
“Ay!” diye bağırdı Xichun. “Böyle bir hamleye karşı önlemim yok!”
Öteki kızın sesi de tanıdıktı! Ama hâlâ çıkaramadı. Kuzenlerinden biri değildi, bundan emindi. Xichun bir yabancıyı ağırlıyor olamazdı. Kapı perdesini kaldırıp içeriye baktı. Go arkadaşı Yeşil Kafes Manastırı’ndan Eşiğin Ötesindeki Kişi, Miaoyu’ydü. Daha fazla rahatsız etmeye yeltenmedi. Kızlar oyuna öyle dalmışlardı ki gizlice izlendiklerinin farkında bile değillerdi. Baoyu orada durup seyretmeye devam etti. Miaoyu oyun tahtasının üzerine eğildi.
“Bu köşeyi istemiyor musun?” diye sordu Xichun’e.
“İstiyorum tabii.” dedi Xichun. “Ama senin bütün taşların öldü, korkacağım ne var ki?”
“Emin misin? Bir dene bakalım.”
“Tamam. İşte hamlem. Sen ne yapacaksın görelim.”
Miaoyu’nün yüzünde hafif bir gülümseme belirdi. Taşını zaten tahtanın kenarında var olan taşıyla birleştirdi, sonra Xichun’ün taşlarından birinin üzerinden atlayıp bütün köşeyi ele geçirdi.
“Buna tersyüz etmek denir!” dedi gülerek.
Xichun henüz cevap veremeden, sessiz seyircileri kendisini tutamayıp bir kahkaha attı. İki kızın ödleri patladı.
“Tek kelime etmeden gizlice içeri girmek de ne demek?” diye bağırdı Xichun. “Bu nasıl bir kabalık! Ne zamandır oradasın?”
“O köşede oynamaya başladığınızda gelmiştim.”
Miaoyu’ye selam verdi.
“Merhaba, Muhterem Kardeş’im!” dedi gülerek. “O mistik Zen kapısından bu nadir ayrılış neden? Hangi karma seni tozlu diyara getirdi?”
Miaoyu kulaklarına kadar kızardı, hiçbir şey demeden başını önüne eğip go tahtasına baktı. Baoyu onu utandırdığını fark etti ve telafi etmeye çalıştı.
“Gerçekten, sıradan fâniler dünyadan elini eteğini çeken senin gibilerle nasıl kıyaslanabilir?” dedi sevimli bir gülümsemeyle. Her şeyden önce iç huzuruna ermişsin. Bu huzurla beraber derin bir maneviyat, bu maneviyatla beraber de net bir sezgi gelir.”
O konuşurken, Miaoyu hafifçe gözlerini kaldırıp baktı. Sonra hemen tekrar bakışlarını indirdi ve koyu bir kızarıklık yüzüne yayıldı. Baoyu, onun bilerek kendisini görmezden geldiğini fark etti, masanın yanına oturdu. Xichun oyuna devam etmek istedi ama Miaoyu kısa süren sessizliği bozdu.
“Başka bir gün oynayalım.” diyerek ayağa kalktı; üstüne çekidüzen verip tekrar oturdu. Sonra Baoyu’ye döndü, tuhaf bir ses tonuyla, “Nereden geliyorsun?” diye sordu.
Kendisiyle konuşması Baoyu’yü çok rahatlattı; önceki gafını telafi etme fırsatı bulduğuna memnun oldu. Sonra birden bu sorusunun göründüğü kadar basit olmadığı geldi aklına. Bu da Zen kurnazlıklarından biri miydi? Dili tutulmuş, yüzü kızarmış bir hâlde oturdu. Miaoyu gülümseyerek Xichun’e döndü. Xichun de güldü.
“Kuzen Bao, bu kadar zor bir soru muydu? ‘Geldiğim yerden geliyorum.’ deyimini duymadın mı? Yüzünün rengini gören de yabancıların arasındasın sanır. Utanma!”
Miaoyu bu konuşmayı üstüne alınmış gibi görünüyordu. Tuhaf bir duygu kıpırdanması hissetti ve yüzüne sıcak bastı. Yine kızaracağını hissedip daha fazla kızardı. Ayağa kalktı.
“Çok kaldım. Artık manastıra dönmem lazım.” dedi.
Xichun, Miaoyu’nün mizacının çok tuhaf olduğunu bildiğinden kalması için ısrar etmedi. Onu geçirirken, Miaoyu gülümseyerek, “Seni