Grimm Masalları. Братья Гримм
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Grimm Masalları - Братья Гримм страница 2
Kurbağanın yere düşmesi üzerine öldüğünü sanarak korkuya kapılan prenses, kurbağanın yüzüne bir öpücük kondurmuş. Prenses öper öpmez kurbağa; birdenbire muhteşem gözleri olan, yakışıklı bir prense dönüşüvermiş. Gerçekler ortaya çıkınca kralın da izniyle prens ve prenses evlenmişler. Prens, kendisinin kötü bir cadı tarafından lanetlenip kurbağaya dönüştürüldüğünü ve bir prensesten başka hiç kimsenin onu eski hâline getiremeyeceğini anlatmış. Prens ve prenses, prensin sarayına gidip orada yaşayacaklarmış.
O sırada sarayın önüne başlarında beyaz tüyler bulunan, altın eyerli sekiz tane beyaz atın çektiği, güzel bir at arabası gelmiş. Hemen arkasında da genç prensin sadık hizmetkârı Henry durmaktaymış.
Meğer sadık Henry, çok sevdiği efendisinin bir kurbağaya dönüşmesine öylesine üzülmüş ki kalbi acı ve endişeden parçalanmasın diye ona üç demir şerit takmak zorunda kalmış. At arabası, prens ve prensesi, prensin sarayına götürmek için yola çıkmaya hazırlanırken sadık Henry de tekrar efendisinin hizmetinde olmaktan son derece mutluymuş.
Tam yolu yarıladıklarında prens, at arabasının arkasından sanki bir şeyler kırılmış gibi bir ses geldiğini duymuş. Arkasını dönüp Henry’ye: “Henry, tekerlekler kırılıyor olmalı!” diye seslenmiş.
Henry de ona:
Tekerlek değil kırılan,
Şeritler kalbime sarılan.
Kalbim dağılmasın diye,
Senin ardından yas tutarken diye cevap vermiş.
Birazdan, aynı ses tekrar duyulmuş ve prens yine tekerleklerin kırıldığını sanmış ancak bu ses artık çok mutlu ve rahatlamış olan sadık Henry’nin kalbinden çözülen demir şeritlerden geliyormuş.
Terzi ve Dev
Kendini beğenmiş, kibirli terzinin biri; bir gün başını alıp dünyayı gezip görmek için başka diyarlara gitmiş. Gönlünce bir o yana bir bu yana, dere tepe, dağ bayır, durmaksızın başıboş hâlde dolaşmış. Yine bir gün gezerken uzaklarda dik bir tepe ve hemen arkasında da vahşi kara ormandan çıkıp bulutlara yükselen büyük bir kule görmüş.
Terzinin kafasında şimşekler çakmış, meraktan delirmiş ve ne olduğunu görmek için gözü pek bir hâlde kuleye doğru yürümüş. Kuleye yaklaştığında aslında onun bir adımını dik tepenin diğer yanına atmış hâlde ayakta dikilen, koskocaman bir dev olduğunu görünce gözleri ve ağzı şaşkınlıktan açık kalmış.
Terziyi gören dev, gökleri gürleten şiddetli sesiyle: “Sen burada ne arıyorsun, seni küçük insan yavrusu!” diye haykırmış.
Terzi: “Ben sadece bu ormanda kendime göre yiyecek bir şeyler bulabilir miyim diye bakmaya gelmiştim.” demiş, inleyen bir sesle.
Dev de ona: “Eğer bütün istediğin buysa yanımda kalıp bana hizmet edebilirsin.” demiş.
Terzi: “Eğer istersen neden olmasın. Peki, karşılığında ne alacağım?”
“Sana karşılığında ne alacağını söyleyeceğim. Ayrıca her yıl tekrar anlaşma yaparız. Bu, sana uyar mı?” diye sormuş dev.
Terzi de: “Tamam, anlaştık.” diye cevap vermiş. Ama kendi kendine: “İnsan ayağını yorganına göre uzatmalı. İlk fırsatta buradan kaçmalıyım.” diye düşünmüş.
Bunun üzerine dev, terziye: “Git bana bir testi su getir bakalım baldırı çıplak.” demiş
“İstersen kuyuyu olduğu gibi getireyim. Hatta bütün pınarı alıp geleyim.” demiş, palavracı terzi ve ibriği alıp suyun kıyısına gitmiş.
“Neee! Koskoca kuyuyu, hatta bütün pınarı mı?” diye hırıldanmış şapşal dev kendi kendine ve biraz korkmaya başlamış. “Bu düzenbaz, aptal değil ya büyücü olmalı. Kendini koru yaşlı Hans, bu pek de senin dişine göre biri değil.” diye düşünmüş.
Terzi suyu getirdiğinde dev, ona ormana gidip bir deste odun kesip getirmesini söylemiş.
“Neden bir çırpıda bütün ormanı getirmeyeyim ki? Yaşı, kurusu, çalı çırpısı; ne var ne yoksa her şeyi!” diyerek ormana odun kesmeye gitmiş.
“Neee! Tüm ormanı mı? Yaşı, kurusu, çalı çırpısı; ne varsa hepsini mi? Hatta koskoca kuyuyu ve bütün pınarı da mı?” diye şaşırmaya ve korkmaya devam ederken yine kendi kendine şöyle düşünmüş budala dev: “Bu bacaksızda daha çok numara vardır, kesinlikle bir büyücü olmalı. Kendini koru yaşlı Hans, bu pek de senin dişine göre biri değil.”
Terzi odunları getirdiğinde dev, ondan akşam yemeği için iki-üç vahşi domuz vurup getirmesini istemiş.
“Neden onun yerine tek seferde bin tanesini vurup hepsini birden getirmiyorum ki?” demiş bu sefer, gösteriş budalası terzi.
“Neee! Neyse tamam, bu gecelik bu kadar yeter. Şimdi git yat.” diye haykırmış korkak dev.
Dev öylesine korkmuş ki bütün gece bu uğursuz büyücüden nasıl kurtulacağını düşünmekten gözünü bir kere bile kırpmamış.
Ertesi sabah terzi ve dev birkaç söğüt ağacıyla çevrili bir bataklığa gitmişler. Dev demiş ki: “Dinle terzi; şu söğüt dallarından birine otur bakalım, dalı eğebilecek kadar ağır olup olmadığını görmek için can atıyorum.”
Terzi, nefesini tutarak dalın üzerine oturur oturmaz dal bükülsün diye bütün ağırlığını vermiş. Nefes vermek zorunda kaldığında öyle hızlı bir şekilde havaya fırlamış ki bir daha onu hiç gören olmamış. Ahmak dev de rahata ermiş. Eğer terzi tekrar yere düşmediyse hâlâ gökyüzünde bir yerlerde süzülüyor olmalı.
Fakir Çiftçi
Pek çok varlıklı çiftçinin yaşadığı bir köy varmış. Herkesin “Fakir Çiftçi” diye tanıdığı, yoksul bir çiftçi de bu köyde yaşarmış. Fakir Çiftçi ve eşinin ne tek bir inekleri ne de bir inek alabilecek paraları varmış. Fakir Çiftçi ve karısı, bir inekleri olmasını çok istiyorlarmış.
Fakir Çiftçi, bir gün karısına: “Dinle karıcığım, iyi bir fikrim var; senin marangoz deden bize ahşaptan bir buzağı yapacak ve diğer buzağılara benzemesi için onu kahverengiye boyayacak. Belki o buzağı zamanla büyüyüp gerçek bir inek olur.”
Bu fikir kadının hoşuna gitmiş. Bunun üzerine marangoz büyükbaba; rendeyi, testereyi alıp işe koyulmuş ve sonunda yere eğilmiş başı, uzanmış boynu ile sanki otluyormuş gibi görünen ahşaptan bir buzağı yapmış.
Ertesi sabah inekler çayıra otlatılmaya götürülürken Fakir Çiftçi, çobana seslenmiş: “Buraya bak, benim de otlamaya gidecek küçük bir buzağım var ama çok küçük olduğu için onu kucağına