Öteki Hayatlar. Emin Göncüoğlu
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Öteki Hayatlar - Emin Göncüoğlu страница 12
Babam sağ omzundan kayan battaniyesini ağır hareketlerle düzeltmeye çalışırken yanındaki alevi dalgalanan muma bakarak:
“Şunu ortadaki sehpaya koy!” diyor. Söylediğini yavaşça yapıyor, tekrar yerime oturuyorum. Babam biraz önce bana otur derken sanki bir şeyler söyleyecekmiş gibi bekliyorum! Ama o, suskunluğunu hiç bozmadan oturuyor ve bana hiç bakmıyor. Sessizce karşılıklı otururken o aniden sanki şiddetli bir öksürük nöbetine tutulmuş gibi, sarsıla sarsıla, öksürmeye başlıyor. Kansız yüzündeki renk kahverengiye dönüşüyor ve gözlerinden yaşlar süzülüyor.
Üstü koyu kahverengi lekelerle dolu, hareketi azalmış sağ işaret parmağının ucuyla gözlerinden süzülen yaşları silerken öksürüğünün etkisi yavaşlayıp azalıyor sonra tümden bitiyor. Ona bakarken acıyorum, çözmeye gücümün yetmediği çaresizliklerle dolu olduğu için üzülüyorum! Diğerlerine göre biraz daha parlak çakan şimşek, ardından daha uzun ve şiddetli gürleyen gök gürültüsünden benim gibi onun da ürktüğünü hissediyorum! Yıllar öncesinin korkularında, bugünkünden çok fazla ürkekleşerek sığındığım babamın güvenli kolları, üstünden kayan battaniyesini örtmekten âciz ve ne kadar zavallı görünüyor! Hayatın bu acımasız yanından ürküyorum! Engellemeye gücümüzün yetmediği değişimler karşısında, ne kadar güçsüz ve zayıf olduğumuz gerçeğini şimdi daha çok duyuyorum! Onu biraz canlandırıp heyecanlandırmak ve yalnızlığımızı, akıp giden zamanı bir an olsun unutmak için:
“Annemi özlüyor musun baba?” diyorum sesime olabildiğince şefkat katarak.
Onun da benim gibi yalnızlığından rahatsızlık duyduğu için “otur” dediğini, yoksa ben onu kurcalamasam konuşmaya niyetli olmadığını anlıyorum! Söylediğim sözlerin yarattığı etkiyi, titrek mum ışığının zayıfça aydınlattığı donuk yüz ifadesinde arıyorum.
Dışarıdaki yağmur şiddetini daha da arttırıyor. Sabırsızlıkla babamın bir şeyler söylemesini ve ikimizi de söyledikleri ile rahatlatmasını bekliyorum. Ama onun hiç değişmeyen yüz ifadesi ve suskunluğundan yoruluyorum, hayal kırıklığına uğruyorum! Biraz çekingen ama ısrarla gözlerine bakarak:
“Annemi özlüyorsun değil mi baba?” diye tekrar yavaşça soruyorum.
Bakışlarını isteksizce bana doğru yöneltirken konuşmak istemediğini hissettiriyor ama onun bir şeyler söylemesini bekleyen bakışlarımdan kurtulmak için:
“Evet!” diyor hırıltılı bir sesle sonra, “Artık bunu konuşmanın bir yararı yok!” diye ekliyor kararlıca.
Sıradan ve sıkıntılı bir hayatı yaşamış ve geride bırakmış olmanın yorgunluğu derinleşmiş yüz çizgilerinde, sesindeki isteksizlikte, hemen fark ediliyor! O da sonlarına doğru yaklaştığını anladığı ve artık taşımakta zorluk çektiği yorgun hayatının farkında. Bu durum kaygılarını daha da arttırıyor. Güçsüzlüğüne sinirlenip kızıyor ve iyice yorgun düşüyor. Bir gün bir köşe başında yığınla kaygı ve bu yorgunluktan öleceğini biliyor! “Baba…” diyorum fısıldar gibi, ona yanlış bir şeyler söylemekten korkarak, “Niye bu kadar mutsuzsun?”
Yorgun ve yaşlı yüzünde şaşırmış bir ifade beliriyor! Neyin peşinde olduğumu sezmek ister gibi, ışığı azalmış gözleri bir süre yüzümde dolaşıyor. Onun sorgulayan bu yaşlı bakışlarından rahatsız oluyorum ve gözlerimi dışarıda çıldırmış gibi yağan yağmurun içine kaçırıyorum! Bir süre ona bakmaktan çekinerek odanın içindeki zayıf aydınlığı yansıtan pencere camından hızla kayarak aşağılara dökülen yağmur sularını seyrediyorum. Tedirginliğimi hissediyor ve gözlerini benden alarak cansız bakışlarını amaçsızca odanın içinde sıkıntılı bir şekilde gezdiriyor. Mum ışığının alevinin aydınlattığı gövdesine bakıyorum, oturduğu koltukta, battaniyenin altında küçülmüş gibi.
“Çocuklar, henüz sorumluluk üstlenmemiş gençler ve aptallardan başka mutlu insan görüyor musun çevrende?” diye yavaş yavaş, kelimelerin arasında gereğinden fazla boşluklar bırakarak insana zoraki konuştuğu hissi veren bir ses tonuyla konuşuyor.
Sözlerinden çıkardığım acımasızlık ve karamsarlık içimi sızlatıyor! Vücudumda yeni başlayan anlayamadığım bir huzursuzluk doğuyor ve beni sinirlendiriyor. Birbirimize bakmaktan çekiniyoruz.
“Baba!” diyorum sesimin titrek çıkmasını engelleyemeden. “Hayat bu kadar zor ve ağır mı?”
Yaşlı gözlerini açarak şaşırmış gibi bakıyor ve:
“Evet, hayat zor ve ağır. İnsanın bunu bildiği ve bilmediği dönemler var sadece. Gücümüzün yetmediği, çoğunlukla ne olup bittiğini anlayamadığımız bir akışın içinde yuvarlanıyoruz!” diyor.
“Nasıl yani?” diyorum biraz kırgınca.
Söylediklerinden pişman olmuş gibi dikkatle yüzüme bakıyor. Belki de ben öyle olduğunu zannediyorum. Bir şeyler demesi için sabırsızlanıyorum ama o yine eski ilgisizliğine dönüyor.
“Nasıl yani? Baba gördüğün ve içinde olduğun bu akıştan neden bu kadar pişmansın, seni rahatlatan hiçbir şey yok mu, hiç olmazsa geçmişinde?” Onu kurcaladığımın farkında.
“Geçmiş yaşandı ve bitti. İyi veya kötü hatıraların artık bugüne bir yararı yok! Okulun nasıl gidiyor?” diyerek konuyu değiştirmeye çalıştığını ve ilk başta söylediği sözlerden pişman olduğunu belli etmeye çabalıyor. Onun pişman olmuş gibi çıkan sesi içimdeki sızlanmayı azaltmıyor.
“Az kaldı okulun bitmesine!”
“İyi.”
“Acıktıysan yoğurdunu getireyim mi?”
“Canım istemiyor. Sen acıktıysan ye!”
“Benim de canım istemiyor, yağmur da şiddetini gittikçe arttırıyor!”
“Yedek mum var mı?”
“Hayır!”
Sesini çıkarmıyor.
“Bitince gidip alırım.”
“Ablan aradı mı?”
“Aramadı!”
Işığı azalmış göz bebeklerindeki titreme daha artıyor sanki.
“Baba, bana kızmıyorsun değil mi?”
“Hayır kızmıyorum.”
“O zaman düşündüklerini benimle paylaşıp niye rahatlamıyorsun?”
“Kendini niye yoruyorsun oğlum!” derken sesindeki şefkat dolu yumuşaklık hoşuma gidiyor.
“Kendi kendinle konuşmaktan yorulmuyor musun baba? Sana baktığım zaman üzülüyorum. Her şeyle bağını kopardın gibi hep kendi içinde yaşıyorsun, oradan biraz