Etik – Ahlak Felsefesi. Doğan Özlem
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Etik – Ahlak Felsefesi - Doğan Özlem страница 7
Vicdanın ne olduğu sorusu da doğru eylemin ne olduğu sorusuna bağlı olarak çeşitli şekillerde yanıtlanır. Eylemlerimizi yönlendiren değerlerin sezgisel bilgisine sahip olduğumuzu iddia eden içerikli değer etiği savunucularına göre vicdan, bu değerler hakkındaki a priori bilincimizin bizzat kendisidir. İleride ele alacağımız Kant’ın ödev etiğinde ise, vicdan kendi kendimize koyduğumuz ahlak ilkeleri (ahlak yasaları) ile eylemlerimiz arasındaki tutarlılığı akılcı ölçütlere göre denetleyen, bir tutarsızlık halinde bu tutarsızlığı bize bir çeşit acı olarak yaşatan bir üst-duygudur. Bir başka deyişle vicdan, ilkeler ile eylemler arasındaki tutarlılık veya tutarsızlığın yargılanma yeridir; o, içimizdeki yargıçtır. Yararcı görüş, doğru eylemi doğal ve toplumsal gereksinimlerin giderilmesine hizmet eden eylem olarak tanımladığı için yararcılara göre vicdan, doğuştan getirdiğimiz bir yeti olmadığı gibi, a priori değer bilinci de olamaz; tam tersine, o sadece eğitimle ve sosyal deneyimle insan bilincinde sonradan yer edinmiş bir şey, deneyimle kazanılmış bir çeşit duygudur. Dinsel/teolojik etiklerde, özellikle semavi dinlerde ise, vicdan Tanrı’nın içimizdeki sesi, eylemlerimizi Tanrı buyruklarına göre yargılayan sestir.
İrade (İstenç) Özgürlüğü
Yukarıda en yüksek iyi ve doğru eylem problemlerine ilişkin ana tutumlarına birkaç cümleyle değindiğimiz ve ileride tek tek ele alacağımız teorilerin ahlaksal yaşama ilişkin olarak açıklamaya çalıştıkları doğruluk, eğrilik (eylemde yanlışlık), iyi, kötü, vicdan, erdem vb. tüm kavramları veya kendi açılarından temellendirmek istedikleri ahlaklılık fenomenini, bir an için kendi başlarına hiçbir anlam ve değeri olmayan şeyler sayabiliriz. Ve buna bağlı olarak, tüm bunların temelinde şu veya bu türden bir inancın yattığını, inançlarınsa eleştirilmeden edinilmiş şeyler olmaları bakımından insanın ahlaksal eylemlerini temellendiremeyeceklerini düşünebiliriz. Öyle ki, bu durumda, eylemlerimizi ahlaksal kılacak olan tek şeyin, özgür kararlarımız olduğu sonucuna da varabiliriz. Bu durumda, eylemde bulunan kişinin, isterse, istencini (iradesini) kullanarak başka biçimde de eyleyebileceğini, bu olanağın ona hep açık olduğunu ileri sürebiliriz. İşte, etik içinde istenç (irade) özgürlüğü terimi altında ifade edilmek istenen şey, çok kaba olarak, insanın eylemlerini yöneten ilkeleri, değerleri, normları vb. kendisinin seçebileceği ve bunları değiştirebileceğidir.
İstenç (irade) özgürlüğünü savunanlar, savunularını daima etik tarihinde etik belirlenimcilik (determinizm) denen bir temel ve yaygın görüş ve tavra tepki ve karşıtlık içinde yaparlar. Etik belirlenimcilikte, doğal olguları ayrıcalıksız belirleyen ve aynı nedenlerin aynı sonuçları doğurduğunu ifade eden nedensellik yasasına dayanılarak, insanın kendisi de bir organizma olarak bu yasaya bağlı olduğundan, onun ahlaksal yaşamda vereceği tüm kararların da (insan farkında olmasa da) yine bu yasaya göre verilmiş olacağı; kısacası, onun ahlaksal yaşamının da doğal yaşamı gibi belirlenmiş olduğu ileri sürülür. İnsanın biyolojik, psikolojik davranışları ve tepkileri gibi, ahlaksal eylemleri de belirlenmiştir. Ahlaksal eylemi doğal davranıştan ayırt etmemizi sağlayacak bir ayrım, örneğin insanın kendi kararlarını verebilen bir varlık olması, bunun onu diğer organizmalardan ayırdığı düşüncesi, otonomi ve özgürlük fikri birer yanılsamadır, birer kuruntudur. Belirlenimcilere göre, insanın biyolojik, psikolojik davranışları ve tepkileri ile ahlaksal davranışları, ne var ki, birbirlerine iyice geçmişlerdir, tam bir karmaşa halindedirler. Ve bu karmaşa doğabilimsel ve psikoanalitik yöntemlerle ele alınıp çözümlenebilir ve insanın ahlaksal davranışları daha uygun istikametlere yönlendirilebilir. Kısacası, etik belirlenimcilik, insanın belli durumlarla sınırlı kalsa bile özgürce kararlar alıp eylemlerini yönlendirebileceğini, bu eylemlerinin sonuçlarının sorumluluğunu üstlenebileceğini kabul etmez.
Ne var ki etik belirlenimcilik de tam ve ödün vermez bir belirlenimcilik olarak kalamamıştır. Örneğin modern deneysel psikolojide olduğu kadar psikoanalitikte de insanın psikolojinin ve psikoanalizin sonuçlarını dikkate alarak ahlaksal eylemlerine yön verebileceği, hatta yön vermesi gerektiği yolunda telkinci bir tavra hep rastlanır. Kendisini olguyu, olup biteni, kısacası “olan”ı saptamakla görevlendirmiş bilimler ve bilimlere özellikle 19. yüzyılda yol göstermiş olan pozitivist felsefe, “olan”da kalamamış, açık veya örtük, hep bir “olması gereken”i öğütlemekten de vazgeçmemiştir. Olması gereken ise, ileride de üzerinde duracağımız gibi, insan eylemlerinde, ahlaksal eylemlerde daima ancak bir seçim ve tercih konusu olabilen, bu demektir ki şu veya bu oranda otonomi ve özgürlüğün işaretleri olan bir ilke, bir değer, bir norm olarak karşımıza çıkar.
Etik tarihinde etik belirlenimcilik ile istenç (irade) özgürlüğü savunucuları arasında ortaya çıkan tartışma, günümüzde de devam eden bir tartışmadır. İstenç (irade) özgürlüğünü reddeden katı etik belirlenimciler kadar etik belirlenimciliği tamamen reddeden uç istenç (irade) özgürlüğü taraftarları da vardır. Yine etik tarihinde Kant, insanda ikili (düal) bir yapı olduğunu, insanın bir yanıyla doğa varlığı olarak doğal belirlenim altında yaşadığını, fakat aynı insanda otonom bir yön bulunduğunu ve bu yönüyle insanın özgür olduğunu savunmuştur. Başka bir ifadeyle Kant, belirlenimi doğayla sınırlarken, insanın ahlaksal yaşamında belirlenimi reddetmiştir. Daha sonra Nicolai Hartmann, belirlenim (determinasyon) ile motivasyon arasında bir ayrım yapmıştır. Hartmann’a göre, insan doğal yanıyla, Kant’ın da belirttiği gibi, bir belirlenim altındadır; onun tüm davranışları bir doğa varlığı olması dolayısıyla belirlenmiştir. Fakat aynı insanın bazı davranışlarını sadece kendisine yarar sağlayacağını umduğu bir tasarım veya “iyi” bulduğu bir fikir, bağlandığı bir değer vb. motive edebilir ve bu türlü davranışlar eylem adını alırlar. Eyleme yön veren motif, doğa yasalarının belirleyiciliğine sahip değildir. “Belirlenim” sözcüğünü mutlaka kullanacaksak, motif olarak adlandırıp kendisini doğal nedenlerden özenle ayırmaya çalıştığımız bu şeyin doğa yasalarının zorunlu belirleyiciliğine sahip olmadığını görmeliyiz. Çünkü burada insan bir seçim yapmış, tercihte bulunmuş, bir karar vermiştir. Bunlar ise insan özgürlüğünün işaretleridir. Fakat öbür yandan bu özgürlük, doğada rastlanmayan türden bir başka belirlenimi getirir. Bu belirlenim, insanın kendi kendisini belirlemesi olarak, Kant’ın sözleriyle “özgürlükle gelen bir belirlenim”dir. İnsan burada doğa yasalarının belirlenimi dışında, eylemlerini belli ilke, değer, normlar vb. ışığında kendi seçim, tercih ve kararlarıyla tutarlı olacak şekilde düzenlemeye ve yönlendirmeye başlar ki, burada bu ilke, değer, normlar vb. doğada bulunmayan türden belirleyiciler