Benim Güzel Hatalarim. Mehmet Ali Kilinç
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Benim Güzel Hatalarim - Mehmet Ali Kilinç страница 4
O eller bir daha sıcak yüzü göremeyecek…
Nefes alamıyorsun değil mi?
Her şeyin üstünde toz arşivi var. O gittiğinden beri pencerelerin kapalı. Havalandırmaya yetecek ne gücün var ne de böyle bir arzun. Mutlaka bir yerlere kokusu sinmiştir diyorsun ve pencereyi açarsan kokusunun tıpkı onun gibi ardına bakmadan kaçıp gideceğinden korkuyorsun. Bazı günler özlemi çok ağır geliyor. Odan buram buram o kokuyor. Derin bir nefes alıp bırakmamak için, içinde kalması için ciğerinle savaşıyorsun. Ama her defasında bu savaştan ciğerlerin galip çıkıyor. Ve havada yok olup gidiyor…
Onun kokusuna bir daha sahip olamayacaksın…
Ağlıyorsun değil mi?
O kadar çok gözyaşı akıttın ki, gökten yağacak olsan en çorak toprak bile yeşilliğe boğulurdu. Ama bunlar iyi günlerin. Balkanlardan gelen acı dalgası için uyarıyor haber bültenleri. Gerçi sen televizyonda izlemiyorsun artık. Neyi açsan onu hatırlatıyor ve onu hatırlatan her anı bulut olup yeniden toplanıyor göğüne.
Artık gözlerinin iklimi bozuldu.
Mevsim ne olursa olsun, yağacaksın…
Arayamıyorsun değil mi?
Konuşmaktan istifa ettiğinden beri her an her dakika ona anlatmak istediği sayısız kelimeler biriktirdin içinde. Büyüdün, şiştin, şiştin ve doğurmak üzeresin. Arama sancıların seni kıvrandırıyor. Oysa ne kadar da basit bir eylem senin için. Tüm bu sancılarına son vermek sadece telefon numarasını tuşlamana bakıyor. Sonra ahizeden gelen aranıyor sesi ve ardından renksiz hayatını bir anda gökkuşağının yedi rengine boyayacak olan o sihirli kelime: “Alo?”
Onu her aramak, sesini duymak istediğinde, sessizlik sinsice yanına sokulacak…
Kısacası hayat eskisi gibi makul davranmayacak sana. Ama benim tam da bu durumlarda kullanmak üzere bulduğum, büyüttüğüm ve geliştirdiğim; harika, kullanışlı “Boş ver” isimli kelimem var. Sana da şiddetle tavsiye ederim.
Hoş geldiniz benim güzel hatalarım…
Hoş geldiniz benim güzel hatalarım, hoş geldiniz… Sizleri uzun bir aradan sonra bu dört duvar arasında görmek ne büyük şeref! Oysa son gelişlinizin ardından yirmi dört saat kadar bile geçmemişti. Yine de özlettiniz kendinizi. Ciğerlerim yollarda kaldı!
Alacaklıymış gibi bakan gözlerinizi anlıyorum ama öncelikle şunu söylemek zorundayım ki, beni çok incittiniz, kırdınız, acıttınız! Varlığınızdan ziyade yokluğunuzdu canımı yakan. Giderken yokluğunuzu da alıp götürmeliydiniz ama yapmadınız.
Mesela sen benim ilk hatam. Evet evet sen! Nasılda biliyorsun kendini değil mi? Hani defalarca birlikte olmak için buluştuğumuz otel odalarından aniden kaçıp gitmiştim. Yaptığın türlü hareketlere rağmen iklimim bir türlü sevişmeye dönmemişti. Seninleyken odam hep ayazdı. Hani nefsimi sınamıştın defalarca. Hani sen evliydin de ben esaslı oğlanı oynamıştım, dokunmamıştım sana! Seni terk ederken bana “büyük hata yapıyorsun” demiştin. Ama yanıldın. Sen benim büyük değil, esaslı hatamdın. Yine de hoş geldin.
Geçenlerde yine ağlıyorum. Bu arada artık ağlamak için bir türküye, uçan kuşa ya da Nazım’ın dizelerine ihtiyacım yok. Hatta soğan doğramaya ya da gözüme bir şey kaçmasına bile gerek yok. Sanırım sıradan bir ritüel haline geldi benim için. Tıpkı sigara içmek, şarap yudumlamak gibi… Neyse dediğim gibi ağlıyorum yine, kendimi Nişantaşı’nda garip dekorlu bir kafeye attım. Ortam kravatlılardan olma mahşer alanı. Sohbetlerde alabildiğine samimiyetsizlik. Tanıdık bir anımı arıyordum burada sanırım. Hemen barmeni çağırıp şampanya istedim. Cafe de Paris…
Aranızdan birinin gözlerinde parıldama görüyorum benim sevgili güzel hatalarım. Gerçi senin gelmene şaşırdım doğrusu. Buralar sana göre değildir. Sen gezmeyi seversin, bronz tenine öğleden sonra güneşi değsin seversin, uzak doğu yemeklerini seversin, şampanya daha doğrusu Cafe de Paris seversin, kaygısız bir gelecek seversin… Sırf bu yüzden gitmemiş miydim senden? İlişkimize senin bu anlamsız kaygılarını koymaktan aşkı sığdıracak yer kalmamıştı. Sahi, Cafe de Paris’in fiyatı da enflasyona eşitlendi mi benim canım hatam?
Ooo, aranızda kimleri görmekteyim. Kimler de buradaymış… Tam da şu an hangi dağda kurt öldü de geldin demek vardı ama sen o atasözünün bile içine ettin. Çünkü ölen kurt değil, senden sonra bendim. Seni sevmiştim. Esaslı sevmiştim. Fakat sana olan aşkımı yüzüne haykıramamamdan hep şikâyetçi oldun. İçimdeki aşkı görmek yerine yüzeysel eylemler bekledin benden. Hani filmlerde esaslı oğlan tüm film boyunca “seni seviyorum” diyemez de, filmin son sahnesinde kız, “eğer sevdiğini söylemezsen ben gidiyorum” der.
Adam da kaybetmekten korkup son nefesini verircesine haykırır “seni seviyorum be kadın.” İşte sen de son gece benden bunu istediğinde, beni sensizlikle tehdit ettiğinde filmlerdeki esaslı oğlan gibi yapamadım. Sen de ardına bakmadan öylece çekip gittin. Sanki hiç olmamışsın gibi… Sen benim en acı hatamdın. Ama yine olsa seni sevdiğimi sanırım yine söyleyemezdim. Çünkü seni hala çok seviyorum. Ama bu hala benim ile benim aramdaki bir sır…
Şimdilik siz gidin başka masalların koynuna benim canım güzel hatalarım. Saat epey geç oldu. Zaten benim de bir sürü işim var. Sigara üstüne sigara kaynak yapacağım, dizlerimi gözyaşlarımla yıkayacağım, ay çıkmadı diye göğe söveceğim, şarabım bitince erken kapattı diye bakkala kallavi küfürler edeceğim.
Hadi! Geç oldu, gidin işte…
Ben biraz öleceğim…
“
Ve yaşam yalnız rüzgar, yalnız gökyüzü, yalnız yapraklar ve yalnız hiç değil mi?
Ağlayabilsem
Ağlayabilsem bir şeylerin düzeleceğini biliyorum. İçimde birikenlerin göz pınarlarımın akıntısında sürüklenip gideceğine eminim. Ah bir ağlayabilsem, kötülüklerden olma sayfamdaki kelimeler temizlenecek sanki. Yeni bir sayfa açacağım hayatımda. Maça sıfırdan, sıfır sıfırdan başlayacağım.
İnsan ağlayamayacak kadar kendini bitkin hisseder mi? Ben ağlamayı bile beceremeyecek kadar yorgun bir haldeyim. Onsuz uyanacak olduğum sabahlar, hiçbir zaman el ele tutuşmalarımıza şahitlik etmeyecek olan güzelim Ege kıyıları, sabah kahvaltılarının ardından söylediğimiz şarkılarla rahatsız edemeyeceğimiz yan dairemdeki yaşlı teyze… Yokluğunda tüm resimler siyah beyaz. Hayatımın tüm enerjisini çekip aldı gidişin.
Olumsuz duygular iç içe geçmiş beynimi işgal ediyor sanki. Kaybolduğumu hissediyorum. Oysa bulunulması çok kolay bir yere saklanmıştım hayat denen bu oyunda. Altı üstü sobelenecektik. Ama belli ki ebe beni çoktan unutmuş, tıpkı senin gibi… Aslında bulunulmaktan da vazgeçtim sanırım. Ben bile kendimi bulamazken başkalarının beni görmesini nasıl bekleyebilirim ki?
Конец