Yanlış Yol. Хеннинг Манкелль
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Yanlış Yol - Хеннинг Манкелль страница 16
“Kızı buldun mu?”
“Hayır,” dedi Martinson.
Ancak o zaman Wallander, Martinson’un yüzündeki ciddi ifadeyi gördü. Önemli bir şey olmalıydı. Arabadan inerek, “Ne oldu?” diye sordu.
“Bir telefon geldi,” dedi Martinson. “Sandskogen dışındaki kumsalda bir ceset bulunmuş.”
Lanet olsun, diye geçirdi içinden Wallander. İzne çıkmamı bekleyemez miydi?
“Cinayet galiba,” diye sürdürdü konuşmasını Martinson. “Arayan adam böyle söyledi. Adam alışılmışın dışında çok sakindi ama ben onun şok geçirdiğini sanıyorum.”
“Oraya gitmeliyiz,” dedi Wallander. “Ceketini al, yağmur yağıyor.”
Martinson kıpırdamadı.
“Arayan adam kurbanın kim olduğunu biliyordu.”
Wallander, Martinson’un söyleyeceklerinin korkunç bir şeyler olduğunu iliklerinde hissetti.
“Kurbanın Wetterstedt olduğunu söyledi. Eski adalet bakanı.”
Wallander, Martinson’a baktı.
“Bir daha söyle.”
“Kurbanın Gustaf Wetterstedt olduğunu söyledi. Eski adalet bakanı. Başka bir şey daha söyledi. Adamın kafasının derisinin yüzülmüş gibi durduğunu.”
Şaşkınlıkla bakıştılar.
22 Haziran Çarşamba günü saat beşe iki dakika vardı.
6
Kumsala ulaştıklarında yağmur daha da hızlanmıştı. Wallander, Martinson’un koşarak gidip ceketini almasını beklemişti. Kumsala giderlerken yol boyunca çok az konuşmuşlardı. Adres Martinson’daydı. Tenis kortlarını geçtikten sonra soldaki dar sokağa saptılar. Wallander kendilerini neyin beklediğini merak ediyordu. Korktuğu başına gelmişti. Emniyeti arayan adam eğer haklı çıkarsa tatilinin tehlikede olduğunu düşündü. Hansson tatilini ertelemesi için baskı yapacak, sonunda da bu baskılara dayanamayıp pes edecekti. Haziran sonuna kadar masasının üstündeki tüm acil işlerin temizlenmesini umarken şimdi umutlarının suya düşmesinden korkuyordu.
Rüzgârın yığdığı kum tepeciklerini görünce durdular. Bir adam yanlarına yaklaştı. Wallander adamın otuz yaşından fazla olmadığını görünce şaşırdı. Eğer öldürülen kişi gerçekten de Wetterstedt’se adalet bakanı emekli olup köşesine çekildiğinde bu adam on yaşından büyük olmamalıydı. Wallander de o günlerde genç bir polisti. Arabada kumsala doğru gelirlerken Wetterstedt’in yüzünü gözlerinin önüne getirmeye çalışmıştı. Saçlarını her zaman kısacık kestirirdi ve çerçevesiz gözlükler takardı. Wallander eski adalet bakanının her zaman güven dolu, hata kabul etmeyen, hoşgörüsüz sesini hayal meyal hatırlıyordu.
Onlara haber veren adamın adı Göran Lindgren’di. Üstünde şort ve ince bir kazak vardı. Çok heyecanlıydı. Adamın peşinden, boş kumsala doğru yürüdüler. Göran Lindgren onları ters dönmüş bir kayığın yanına götürdü. Kayığın altında derin bir çukur kazılmıştı. “Burada,” dedi Lindgren tedirgin bir sesle.
Wallander’le Martinson tüm bunların yanlarındaki adamın hayal gücünün bir ürünü olmasını ümit edercesine birbirlerine, sonra da yere çömelerek kayığın altına baktılar. Pek aydınlık değildi ama kayığın altındaki çukurda bir cesedin yattığını görebiliyorlardı.
“Kayığı kaldırmalıyız,” dedi Martinson, cesedin kendisini duymasından korkar gibi fısıltıyla konuşmuştu.
“Hayır,” dedi Wallander. “Hiçbir şeye dokunmayacağız.” Sonra hızla yerinde doğrularak Göran Lindgren’e döndü.
“Yanınızda bir el feneri olduğuna eminim. Aksi hâlde o kadar ayrıntıdan haberiniz olmazdı.”
Genç adam şaşkınlıkla başını sallayarak kayığın yanında duran bir poşeti açarak el fenerini çıkardı. Wallander feneri yakıp kayığın altına baktı.
“Lanet olsun,” dedi yanı başındaki Martinson.
Cesedin yüzü kan içindeydi. Ama yine de kafa derisinin yüzüldüğünü görebiliyorlardı ve Lindgren haklı çıkmıştı. Kayığın altındaki çukurda yatan gerçekten de Wetterstedt’di. Yerlerinde doğruldular. Wallander el fenerini uzattı.
“Onun Wetterstedt olduğunu nereden anladınız?” diye sordu.
“Evi burada,” dedi Lindgren, kayığın hemen solundaki yamacın tepesindeki villayı göstererek. “Ayrıca onu herkes tanır. Sürekli televizyona çıkan bir bakandı.”
Wallander kuşkuyla başını salladı.
“Ekibin buraya gelmesi gerek,” dedi Martinson’a. “Git ve onları buraya çağır. Ben burada bekleyeceğim.”
Martinson koşar adımlarla uzaklaştı. Yağmur artmıştı.
“Onu ne zaman buldunuz?” diye sordu Wallander.
“Saatimi takmamışım,” dedi Lindgren. “Ama yarım saatten fazla olduğunu sanmıyorum.”
“Bizi nereden aradınız?”
Lindgren poşeti işaret etti.
“Cep telefonum yanımdaydı.”
Wallander ona ilgiyle baktı.
“Ters dönmüş bir kayığın altında yatıyor,” dedi. “Dışarıdan görülmesi olanaksız. Onu görmek için eğilmiş olmalısınız, değil mi?”
“Bu benim kayığım,” dedi Lindgren sıradan bir sesle. “Daha doğrusu babamın kayığı. İşten gelince genellikle kumsalda yürüyüş yaparım. Yağmur yağmaya başlayınca da torbayı kayığın altına koymak istemiştim. Elim bir şeye takılınca eğilip baktım. Önce bunun bir tahta olduğunu sandım. Sonra ne olduğunu gördüm.”
“Biliyorum bu beni hiç ilgilendirmez ama,” dedi Wallander. “Yine de yanınızda neden el feneri taşıdığınızı merak ettim doğrusu?”
“Sandskogen ormanlarında yazlık evimiz var,” diye karşılık verdi Lindgren. “Myrgången’de. Yeni elektrik hattı çekmeye çalıştığımızdan orada şu anda elektrik yok. Babamla ben elektrikçiyiz.”
Wallander başını evet dercesine salladı.
“Burada beklemek zorundayız,” dedi. “Bir süre sonra bu soruları size yeniden soracağız. Herhangi bir şeye dokundunuz mu?”
Lindgren hayır dercesine başını salladı.
“Cesedi