Antik mısır. Frank Henry Brooksbank

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Antik mısır - Frank Henry Brooksbank страница 3

Жанр:
Серия:
Издательство:
Antik mısır - Frank Henry Brooksbank

Скачать книгу

ise bırakın diğer milletleri, Mısırlıların kendisi bile anlayamayabiliyordu. Yine de rahipler ve bilgin insanlar, bu tanrıların aslında tek bir tanrının farklı suretleri olduğunu biliyor, diğer tanrıların benliklerini bizzat bu tanrıdan aldığını anlıyorlardı.

      Tanrıların en yücesi Güneş Tanrısı Ra’ydı. Her sabah, karanlığın güçlerine karşı verdiği mücadeleden muzaffer bir şekilde çıkıp doğu ufkunda beliriyor, “Milyonlarca Yıllık Kayık” adıyla anılan saltanat kayığı içindeki günlük yolculuğuna başlıyordu. Seyahati boyunca insanlarını izleyip onların iyiliklerine ve kötülüklerine şahit oluyor, onlara tüm yaşamın ve gücün kaynağı olan ışığı ve sıcaklığı bahşediyordu. Akşam olunca batı dağlarının ardına geçerek yeraltı diyarına iniyordu; önündeki karanlık ve korkunç yol boyunca kendisini alıkoymak isteyen sayısız düşmanını alt ediyor, Osiris’in yargı salonundan başarıyla geçen kişilerin ruhlarını kayığına alıp taşıyordu. Tam şafak sökerken öne çıkıyor, göklerdeki yolculuğuna en baştan başlıyordu.

      Ra her gün bu şekilde karanlığın, pusun ve bulutların üstesinden geliyordu. Buna öykünen Mısırlılar, gerçeğin yanlışa karşı, doğrunun da yalana karşı zaferine ilişkin bir etik düşünce oluşturdular. Güneş, bu zaferin sembolüydü.

      Ra’nın baş tapınağı delta üzerindeki Heliopolis şehrinde bulunuyordu, ona olan inanç buradan yayılmaya başlamış, nihayetinde Mısır’daki tüm yerleşim yerlerini etkisi altına almıştı. Thebes2 kentinin tanrısı Amon’un daha çok önem kazandığı zamanlarda bile Ra, halkın gözünde güçten düşmedi. Güçleri Thebes tanrısı Amon’un güçleriyle birleştirildi, böylece ikisi Amon-Ra olarak anılmaya başladı. Bu tanrı genelde insan şeklinde, bazen bir insan başıyla, bazense bir şahin başıyla tasvir edildi.

      En başta Tanrı Amon’a bu isim altında yalnızca Thebes kentinde tapılıyordu, ama daha sonra şanı öylesine yayıldı ki kuzeydeki ve güneydeki tüm topraklarda bilinir oldu; Mısır kent ve kasabalarının her birinde, günlük yaşamda onun adına ilahiler söylenmeye, övgüler düzülmeye başlandı. Mısırlıların ona olan inançlarının kökeni, ırkın hayat bulduğu çok eski çağların karanlığı ve pusu içinde kaybolmuş durumda. Adı, “Saklı Olan” anlamına geliyor. Mısırlıların hakkında açık bir fikre sahip olduğu ilk tanrı, yani çeşitli nitelikleriyle diğer tanrılara can veren yüce ve biricik tanrı da muhtemelen oydu. Yazının henüz keşfedilmediği eski çağlarda bu tanrıya inanan insanlar, ona dualar edip şükürde bulunuyorlardı. İnsanlar, kendilerinin ne görebileceği ne de tanıyabileceği, ama kendilerini daima gözetleyen ve dualarına kulak veren, sonsuz bilgiye sahip yüce ve ebedi bir yaratıcıya inanıyorlardı. Sonrasında yavaş yavaş, fikirleri gitgide olgunlaşıp geliştikçe, ona dair düşüncelerini yazıya dökmeye başladılar. Thebes kentindeki büyük tapınakta bu tanrıya adanan gündelik ilahinin bir kısmı şöyle dizeler içeriyordu:

      Tanrı birdir ve tektir, ondan başka tanrı yoktur.

      Tanrı birdir ve tektir, o tüm canlıların yaratıcısıdır.

      Tanrı bir ruhtur, insanların ve canlıların gözüne görünmeyecek kadar saklıdır.

      Tanrı ruhların ruhu, Kutsal Mısır Ruhu’dur.

      Tanrı ezelden beri tanrıdır. O, henüz hiçbir şey yokken bile bir tanrıydı.

      Varoluşun efendisidir, herkesin babasıdır, ebedi ilahtır.

      Tanrı sonsuza dek yaşayacak olandır; bakidir, ebedidir, sonu olmayandır.

      Sonsuz zaman sahibidir, bundan öncesinde olduğu gibi bundan sonrasında da sürekli var olacaktır.

      Tanrı saklıdır, onun şeklini ya da neye benzediğini hiçbir insan kavrayamaz.

      İnsanlar ve tanrısal varlıklar için bilinmeyendir, gizemlidir, kavranamazdır.

      Tanrı hakikattir, hakikatte yaşar. O hakikatin kutsal efendisidir.

      Tanrı yaşamdır. İnsanlar, kadim ve biricik olan onun marifetiyle yaşarlar.

      Geniş kitlelerin taptığı tanrılardan bir diğeri, insanlığa barışın inceliklerini ve kardeşçe yaşamayı öğretmek için insan formunda dünyaya inen Osiris’ti. Erkek kardeşi Set (yahut diğer ismiyle Tifon), ondan ölümüne nefret ediyordu ve onu sinsice öldürmüştü. Bunun üzerine Osiris’in eşi İsis, kocasını bulmak için yola çıkıp kutsal gücüyle onu tekrar diriltti. Yavaş yavaş yetişkinliğe adım atan oğulları Horus, Tifon’a savaş açarak birkaç amansız mücadelenin ardından deltada yapılan bir savaşta onu alt etti. Mısır halkının büyük bir efsane olarak gördüğü ve çok sevdiği bu hikâyeyi sonraki sayfalarda ayrıntısıyla ele alacağız.

      Osiris yaşamında çok acılar çekmiş ve birçok haksızlığa uğramıştı, bu yüzden diğer tanrılar onu “Ölülerin Yargıcı” olarak seçtiler. Osiris, tahtının yükseldiği yeraltı diyarında her gece bekliyor, Ra’yla birlikte Ölüm Gölgesi Vadisi’ne varan ruhlar için hükümde bulunuyordu.

      Fazlasıyla hürmet gören bir diğer tanrı da Thoth’tu. Kutsal zekâyı temsil ediyordu, bu sayede bilgelik ve ilim tanrısı olmuştu. Osiris’in huzurundaki yargı sahnesini işleyen tasvirlerde Thoth, insanın kalbinin tartıldığı kantarın yanında dikilmekte, elindeki tablet ve kamıştan kalemle, verilen yargıyı kaydetmek için beklemektedir. Bu sebeple ona “Kâtip” dendiği de oluyordu. Resimlerde bir kelaynak başıyla resmedilmiş. Kelaynak başının üstünde ise hilal şeklini almış ay da bulunuyor; bu, onun ayrıca zamanı da ölçtüğü anlamına geliyor.

      Tanrı Thoth

      Diğer tanrılar hakkında söyleyebileceğimiz çok fazla bir şey yok. Kheper-Ra adı doğudan yükselen Ra için kullanılan özel bir isimdi. İsis’in kız kardeşi Neftis, ölülerin tanrıçasıydı. İsis ve Osiris’in oğlu, üçüncü dereceden bir ilah olan Anubis, mezarların efendisiydi. Osiris’in erkek kardeşi Set, kötü güçlerin başı olarak nitelendiriliyordu. En başta dostane bir tanrı olarak görülmüş, ancak Osiris’le olan mücadelesi ve Horus’a karşı nihai yenilgisini işleyen mit sebebiyle kötü bir figür ve insanlığın düşmanı haline gelmişti, Horus ise insanlığın kurtarıcısı olmuştu.

      Mısır inançlarının alışılmamış bir tarafı var: Tanrılar, insanların eylemlerini gözlemek için genelde dünyayı ziyaret eder, bunu yaparken de farklı hayvanların kılığına girerlerdi. Dolayısıyla neredeyse tüm hayvanlar, tanrılardan biri veya birkaçıyla ilişkili görülüp kutsal kabul edilirdi. Skarabe3 ya da kınkanatlı böcek, Kheper-Ra’yla; çakal, Anubis’le; kelaynak ise Thoth’la ilişkilendirilirdi. Kutsal sayılan herhangi bir canlıyı öldürmenin cezası ölümdü, fakat eğer bu eylem kazara yapılırsa rahipler ölüm cezası yerine para cezası keserlerdi. Bahsi geçen hayvan türlerinin her birini bu iş için özel olarak atanmış muhafızlar koruyordu, yiyecekleri ise tapınağa gelen insanların ikramlarından sağlanıyordu. Ölenlerin bedenleri özenle gömülüyor, hatta bazen mumyalanıyor ve belli başlı şehirlere götürülüp oradaki tapınaklara defnediliyorlardı; örneğin Bubastis kentinde kediler için inşa edilmiş bir tapınak mezar bulunuyordu.

      Hayvanların en kutsalı, Tanrıça Hathor’un sembolü olarak görülen inekti. Öküz de özel bir tapınmanın nesnesi konumundaydı, zira bu hayvan,

Скачать книгу


<p>2</p>

Teb. Kitabın devamında “Teb” isminde farklı bir yerleşim yerinden daha bahsedileceği için, Thebes kentini bizdeki adıyla Teb olarak yazmak yerine kaynak metinde olduğu gibi bırakmayı tercih ettim. (ç.n.)

<p>3</p>

Antik Mısır’ın kutsal bokböceği. (ç.n.)