Antik mısır. Frank Henry Brooksbank

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Antik mısır - Frank Henry Brooksbank страница 7

Жанр:
Серия:
Издательство:
Antik mısır - Frank Henry Brooksbank

Скачать книгу

kanatlarıyla birlikte taşınmasına izin veriyorlar ve bu fırsat ellerine bir daha geçmiyor. Bu gizli ismi öğrenenler için ise her şey kâfi, daha fazlasına ihtiyaç duymuyorlar. Ne de olsa bu isim, gökyüzünün veya toprağın bahşedebileceği en büyük hediye.

      İSİS VE OSİRİS’İN HİKÂYESİ

      6. BÖLÜM

      Osiris’in Hükümdarlığı

      I- Tanrı’nın Doğumu

      Bir zamanlar Nil Nehri’nin çok yukarısında, su kıyısındaki verimli toprak parçasında büyük Thebes şehri yükseliyordu. Harabeleri bugün bile büyük bir alanı kaplıyor; öyle ki burası, görkeminin doruk noktasındayken, dünyanın en muhteşem şehriydi. Yine de hikâyemizin geçtiği zamanlarda hâlâ büyümekte olan bir yerdi, henüz o muhteşem tapınakları inşa edilmemişti. İnsanları ibadet ediyordu, bu doğru, ancak taptıkları tanrı, Cennetin Tanrısı değildi. Amon’u tanımıyor Ra’nın yüceliğini ise anlayamıyorlardı. İnandıkları tanrılar ahşaptan ve taştan yapılma putlar ya da güneş ve Nil Nehri’ydi.

      Bu sahte tanrılar için bir tapınak inşa etmişlerdi, tapınağın yükseldiği yer sonraları çok büyük ve asil bir tapınma merkezi olacaktı. Bu tapınak gölgeli ağaç koruluklarının ortasında duruyor, geçitlerinin altından tertemiz bir su akıyordu; akan su öylesine tatlı, öylesine ışıltılıydı ki, insanlar bu suyun orada onurlandırılan tanrılarca kutsandığını öne sürüyorlardı.

      Sıcak bir yaz sabahı, sakalardan biri bu kaynak suyuna doğru yürüyordu. Bu saka genç bir adamdı, ama keçi postundan yapılma su kesesinin ağırlığı altında sürekli eğilmekten beli bükülmüştü.

      Sakanın meslektaş dostlarından biri, ona “Bu saatte neden çalışıyorsun?” diye sordu, bu sırada kendisi keçi postu suluğunu omzuna atmış, evin yolunu tutuyordu.

      “Asıl soru ‘neden çalışıyoruz ki’ olmalıydı herhalde,” diye cevap verdi genç saka, yüzünü ekşitmişti.

      “Doğru, doğru ama mecburuz işte,” dedi ilki. “Aksi takdirde hiçbirimiz burada olmazdık zaten. Ancak bugün biraz farklı. Çölden yüzümüze vuran bu şiddetli ateş varken erkenden dinlenmeye çekilen kişiyi suçlayamayız. Sana da iyi gelir hem.” Genç dostu cevap vermeyince devam etti: “Çok neşeli bir halin yok gibi.”

      “Neşeli hissetmiyorum da ondan,” diye sertçe çıkıştı saka. “Ama ne yapalım, karnımızı doyurmak zorundayız. Eğer çalışmazsam karnımı doyuramam. Besleyecek çok mide var, babam hasta düştü. O yüzden hepsine ben bakmak zorundayım.”

      “Pekâlâ, ama ben akşama kadar bekleyeceğim, o zaman hava daha serin olur,” dedi dostu ve evine gitti.

      Genç saka Pamyles, arkadaşının uzaklaşmasını izledi, bu sırada geçimini bu denli dertli kılan kaderine karşı kalbinde acı bir öfke duyuyordu. Sonra, nehir kıyısında sazlıklardan yapılma küçük kulübedeki boş mideler aklına gelince, kaynağın başına gitti.

      Postu suyla doldurmuştu ki birinin ona seslendiğini sandı. Etrafına bakındı, ama hiç kimseyi göremedi. “Pamyles,” dedi tekrardan bir ses. Bu sefer emindi, su dolu postu omuzlarından indirip tapınağa giden basamaklara doğru baktı. “Pamyles,” dedi ses, üçüncü kez. Neyle karşı karşıya olduğunu anlayamayan zavallı genç, keçi postunu yere fırlattı. Su taşmaya, adamın ayağının çevresinde küçük bir gölet oluşturmaya başlamıştı.

      “Korkma,” dedi ses. Pamyles’in şaşkına uğramış duyuları, sesin tapınak kapısı önündeki bir heykelden geldiğini işaret ediyordu. “Korkma, kasabaya in ve dostlarına haber ver: Tüm dünyanın efendisi, Osiris doğdu. Bu mesajı ülkenin dört bir yanındaki insanlara bildir.”

      Ses kesildi. Pamyles, ses kesilir kesilmez, keçi postunu falan unutup tabanları yağladı, evine varana dek hiç durmadı. Orada, başına gelenleri eşine anlattı. Kadın, adamın başına sıcak vurmuş olacağını söyleyerek biri çalmadan önce hemen keçi postu için geri dönmesi gerektiğini buyurdu. Fakat odanın öteki ucunda, kamışlardan yapılma bir yatak üzerinde gözleri kapalı şekilde yatan yaşlı babası, oğlunu yanına çağırarak başından geçen olayı tekrar anlatmasını istedi.

      Pamyles öyküsünü bitirince yaşlı adam, “Bu cennetten gelen bir sesmiş,” dedi. “Git ve emredildiği gibi sana bildirilen mesajı herkese duyur. Bu güzel haberleri duyacak kadar yaşadığım için sevinç doluyum. Tanrıların lütfu senin üzerine olsun oğlum.” Hasta adam bunu söyledikten sonra yüzünü duvara döndü ve öldü.

      Pamyles kendisine emredileni yapmak için aceleyle yola çıktı, böylece Osiris’in doğum haberi tüm dünyaya yayıldı.

      II- Tanrı ve Tanrıça’nın Gelişi

      Yaz mevsiminin başlarında bir akşam… Batmakta olan güneşin ışıkları tepelerin üstündeki, kızılla karışık mor ve altın renkli gökyüzünde süzülüyordu. Thebes kentinde, Nil’e bakan kaba saba bir tapınağın yakınındaki çınar ağacının altında bir adam duruyordu. Muazzam bir heybete sahipti, buna rağmen o kadar orantılı bir vücudu vardı ki yanında başka biri olmadığında heybetini fark etmek çok güçtü. Üstelik bir ölümlüden fazlasıymış gibi görünüyordu.

      Hemen yanında bir kadın vardı, hiç şüphesiz güneşin gördüğü en güzel, en zarif kadındı bu. Tatlı ve kibar bir yüzü, hafif gül pembesine kayan açık renkli bir teni vardı; alımlı bedenini dar, beyaz bir elbise sarıyordu. Kestane rengi gür saçları ayaklarına kadar iniyor, bedenini sanki bir kıyafet gibi sarıyor, solmakta olan gün ışığında parlak bir bakır gibi ışıldıyordu. Sanki Mısır’ın yakıcı düzlüklerinden değil de başka bir diyardan gelmiş gibiydi. Güneş dairesi zirvenin ardında alçalıp kurşuni ve kahverengi tepeleri derin bir mora boğarak nehrin sularını ateş rengi bir kızıla boyadığında, kadın önce yanındaki adama sonra da batan küreye döndü. Tapınırcasına ellerini kaldırdılar, Ra ismini dile getirdiler, üç kere yere kapandılar ve Güneş Tanrısı onuruna kısa bir ilahi söylediler.

      “Bir süre burada kalıp dinlenelim,” dedi adam, örtüsünü bir taşın üzerine serdi ve oturdular. O sırada örtüsünün içinden bir kamış çıkararak çalmaya başladı. Böylesi bir müziğin dünyaya ait olması mümkün müydü? Bir an ağaçlardaki kumruların ötüşü kadar yumuşak, bir an martıların haykırışı kadar hüzünlüydü; başka bir an yatağındaki çakıl taşları üzerinde akan bir nehir şırıltısı halini alıyor, hemen sonrasında da dağlardan gelen sel kadar gürültülü ve hızlı bir nitelik kazanıyordu, sonundaysa müthiş bir ahenk içinde şarkı söyleyen büyük bir korodan gelen çok tatlı bir ses patlaması duyuldu. Ardından kadının söylediği şarkıya uyacak sade bir melodi çaldı. Melodi olağanüstü bir güzelliğe sahipti, kadının şarkısı ise öyle muhteşemdi ki kelimeler kifayetsiz kalıyordu! Sesler yumuşak ve alçaktı, ama tüm o zenginlikleri ve doluluklarıyla heyecan yaratıyorlardı; sanki neşenin ve hüznün, aydınlığın ve gölgenin, fırtınanın ve gün ışığının, son olarak da sonsuz bir aşkın öyküsü anlatılıyordu.

      Son tatlı notalar da yavaş yavaş duyulmaz hale geliyordu, bu sırada altın kemerle sarılmış beyaz bir kaftan giyen saygıdeğer bir yaşlı

Скачать книгу