Antik mısır. Frank Henry Brooksbank

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Antik mısır - Frank Henry Brooksbank страница 8

Жанр:
Серия:
Издательство:
Antik mısır - Frank Henry Brooksbank

Скачать книгу

yukarı baktı ve konuşmaya başladı.

      “Biraz önceki kadar güzel müzik çalan kişiler,” diye başladı sözlerine, “şehirde en iyi şekilde ağırlanmalılar. Ben bu tapınağın rahibiyim, yıldızları araştırırken göklerin gizemine dair bazı şeyler öğrendim. Geleceğinizi uzun zamandır biliyordum, ama sizi karşılayacak ilk kişi olacağımı hiç düşünmemiştim.” Din adamı, hayranlıkla bakan gözlerle çifti tekrar seyretmeye koyuldu. “Efendim ve hanımım, acaba fakirhanemin sunabileceği misafirperverliği kabul etme lütfunda bulunurlar mı?” diye sordu.

      Osiris ve İsis’in Gelişi

      “Hizmetlerinde çok sadık olduğun için ilk sana geldik,” diye cevap verdi adam. “Sana teşekkür ediyor, nezaketini kabul ediyoruz. Ancak bildiklerini hiç kimseye anlatmaman için seni şiddetle uyarıyorum, nereden veya neden geldiğimizi kimse bilmemeli. Bu, tanrıların isteğidir; bilesin.”

      “Hizmetkârınız olarak bunları anlıyor ve kabul ediyorum,” dedi rahip. Başını toprağa kadar eğdi.

      “Pekâlâ öyleyse, bizi evine götür,” diye devam etti yabancı. Kadına dönüp “Gel İsis, onunla birlikte gideceğiz, zaten saat epey geç oldu.”

      Kadın, alçak ve hoş sesiyle “Ra’nın lütfu daima seninle olsun,” dedi yaşlı adama. Eşinin kolunu girdi, eve doğru ilerlediler.

      Osiris ve eşi İsis, Mısır topraklarına işte böyle vardılar.

      III- Osiris’in Kudreti

      Osiris ve İsis, her gün tapınağın gölgesinde uzanan kente iniyorlardı. Görkemli saraylar, kutsal binalar, sfenkslerle çevrili caddeler, yani Thebes kentini dillere destan kılan o ihtişam ve büyüklük alametlerinin hiçbiri o zamanlar ortada yoktu. Hükümdarın sarayı ve birkaç büyük soylunun meskenleri taştandı, ancak evlerin çoğu tahtadan ve kamıştan yahut bugün bile herhangi bir Mısır kasabasında görülebilecek kerpiçten inşa edilmişti.

      Osiris ve İsis sokaklarda gezerken insanlar işlerini bırakıp büyük bir hayretle onları izliyordu. Daha önce hiç bu kadar heybetli, bu kadar şerefli ve bu kadar kudretli bir adam; hiç bu kadar tatlı, bu kadar zarif ve bu kadar güzel bir kadın görmemişlerdi. Bu tanrısal varlıklarla kıyaslandığında, kentin kralı ve kraliçesi bile sıradan görünüyordu. İçten içe bu yabancıların dünyadan olmadığını seziyorlardı, onlara sıradan halkın gösterebileceği tüm saygıyı gösterdiler.

      Tahmin edebileceğiniz gibi rahibin evinde kalan ziyaretçiler hakkında birçok soru soruldu. Ama yüksek rahip onların sırrını güvende tutmuştu; gerçekten ailesine bile bahsetmemişti, onlar da halktan fazlasını bilmiyorlardı. “Seyyahlarmış,” diye cevap veriyorlardı her soru sorana. “Rahip Ani, onlarla tapınak korusunda karşılaşmış ve bir süre misafir olmalarını istemiş. Biz de bu kadarını biliyoruz.” Nereden gelmişlerdi? Gemiyle mi seyahat etmişlerdi, yoksa merkeplerle mi? Ne için gelmişlerdi? Tüm bu ve buna benzer sorulara verebilecekleri bir cevap yoktu. Ziyaretlerindeki gizem, insanların onlara hayretle yaklaşımını daha da artırıyordu.

      Zaman geçtikçe bu hayret, bir huşuya dönüştü. Osiris ve İsis her gün insanların arasına karışıyor, onlara nasihatlerde bulunuyor, yardım ediyor ve onları neşelendiriyordu. Nereye gitseler, her zaman olduğu gibi, en çok aranan kişiler oluyorlardı. Çatık kaşları indirmede İsis’in üstüne yoktu, hiçbir ses huysuz bir çocuğu onun sesi kadar rahatlatamıyordu; çok daha olağanüstü olan şey ise elini sürdüğü kişilerin hastalığını geçirmesi ve onları hemencecik iyileştirmesiydi. Bir defasında dertli bir anne, bir tomruğun altında kalmış küçük çocuğunun acısını dindirmeye çalışıyordu ki gizemli kadının, arkasında olduğunu fark etti. İsis acı çeken çocuğu yavaşça kollarına aldı, sanki bir büyü yapmıştı, çocuğun ağlamaklı yüzü yavaş yavaş düzeldi, ağrıdan kıvranan uzuvları sakinleşti. Daha sonra parmaklarının ucunu önce çocuğun çehresine, bir süre sonra da kalbinin üstüne koydu. Gözler yavaşça açıldı, dudaklarda bir gülümseme belirdi. Çocuk bir hemşiresine, bir annesine bakıyordu. “Anne, anne,” diye haykırdı birden. “Ben bu güzel hanımla gideceğim. Bana böyle söylendi anne. Çok güzel bir eve gideceğim ve bir daha hiç acı çekmeyeceğim.” Çocuk o gece öldü, ama bir daha hiç acı çekmedi. Dertli anne ise olanı o zaman anladı.

      Osiris de sürekli meşguldü, ama o kentin evlerinde değil de tarlalarda bulunuyordu. İnsanlara saban sürmeyi öğretmiş, kuru toprağı sulamak için nehirden su kaldırabilecekleri daha kolay bir yöntem göstermişti; artık işçiler, tüm suyu sırtlarında taşımak zorunda kalmayacaktı. Aynı şekilde, onların işlerini kolaylaştıracak ve işledikleri topraktan daha çok verim almalarını sağlayacak daha bir sürü şey öğretti. Serin akşamlarda oturur, etrafı genciyle yaşlısıyla dolu bir köylü kalabalığıyla çevrilirdi; o flütünü üfledikçe hepsi ağızları açık bir halde, büyük bir hayranlıkla onu izlerdi. Zaman içinde çalmayı onlara da öğretti, böylece berrak ay ışığında ahenkli bir müzik çalan köylü korolarına çok sık rastlanır oldu. Bu küçük topluluk, en sevdikleri şarkıyı çalmadan onun gitmesine izin vermiyordu; bu şarkı öyle bir şarkıydı ki toprak ve gökyüzü, yaşam ve ölüm, ayrıca algılarının ötesinde daha bir dolu şey kokuyordu.

      Çok geçmeden hükümdar, halkın arasına karışan yabancılardan haberdar oldu. Osiris’i huzuruna çağırttı.

      “Kimsin sen?” diye sordu. “Nereden gelirsin?”

      “Ben bir yolcuyum,” diye cevap verdi Osiris. “Mısır hakkında çok şey duymuş, bu yüzden onu ve insanlarını görmek isteyen bir yolcu. Aalu topraklarından geliyorum, bir süre burada kaldıktan sonra oraya geri döneceğim.”

      “Bahsettiğin bu ülke nerededir?” diye sordu hükümdar. “Ordularım dünyanın dört bir yanına yürümüştür, ama bu ülkeyi daha önce hiç duymadım.”

      “Batıda, çok ama çok uzaklarda,” diye cevap verdi Osiris. “Eğer bir rehberi yoksa, insanın gidebileceği sınırların çok ama çok ötesindedir.”

      “Öyleyse sen nasıl geldin?” dedi hükümdar. “Eğer sen buraya gelebiliyorsan, ben de oraya gidebilirim. Bana yolu söyle, bu uzak ülkeyi görmek isterim.”

      “Bunu yapamazsın,” dedi Osiris. “Hiçbir insanın oraya varamayacağını söyledim ya, işte o kadar uzaktadır.”

      “O zaman kendi topraklarına hiçbir zaman dönemeyeceksin, öyle mi?” diye soruldu.

      “Yaşadığım sürece dönemeyeceğim,” oldu cevap. “Bu yolculuğa çıkacağım, ama ömrüm devam ettiği sürece oraya varmayı beklemiyorum.”

      “Yeteneklerin ve marifetlerin hakkında çok şey duydum,” diye devam etti hükümdar. “Sarayıma gelmeni, sihirbazlarıma ve nedimlerime bu marifetlerin bazısını öğretmeni isterim.”

      “Seve seve,” diye cevap verdi Osiris. “Ancak fakir insanlar arasındaki işimi de tümden bırakamam, şimdiye kadar yaptığım gibi onlara da yardım etmek en doğrusu olur.”

      Böylece Osiris gün içinde saraya gitmeye ve her defasında yeni bir şey öğrettiği bilge adamlarla oturmaya başladı. Her ne kadar adamlar ondan saraya taşınmasını isteseler de o bunu

Скачать книгу