Bir nefeste cinsellik tarihi. Karen Dolby

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Bir nefeste cinsellik tarihi - Karen Dolby страница 8

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
Bir nefeste cinsellik tarihi - Karen Dolby

Скачать книгу

href="#b00000258.jpg"/>

      Ulric von Liechtenstein

      Ulric von Liechtenstein şövalyelik kavramının somut bir örneğidir. 13. Yüzyıl’da günümüzün Avusturya’sında olan Styria Dükalığı’ndan gelen soylu bir şövalye olan von Liechtenstein, şövalyelerin ve asillerin nasıl daha erdemli bir hayat sürebileceği hakkında bolca yazmıştır. Daha çok namuslu bir saray aşkı çerçevesinde evli soylu kadınlara verdiği onur hizmetlerini anlatan, otobiyografik bir şiir seçkisi olan Service of Ladies (Hanımlara Hizmet) eseri ile tanınır.

      Tanrıça Venüs kostümü giyip Venedik’ten Viyana’ya seyahat etmiştir. Süslü elbiseler giyip, kurdeleler ve mücevherler takınarak diğer şövalyelerle seçtiği kadın uğruna atışmış, 307 mızrak dövüşü kazanmış ve bütün rakiplerini yenmiştir. Âşık olduğu kadın, saray aşkına yaraşır bir şekilde onu küçümsemeye devam etmiş, daha fazla başarı ve hatta kan görmek istemiştir. Bunun üstüne Liechtenstein âşık olduğu kadına altın kancalı kadife bir kutu içinde serçe parmağını sunmuştur. Her nedense, bu davranış da etkileyici olmamıştır. Şövalyemiz bunun üzerine daha erkeksi olan Kral Arthur kılığına girip ikinci yolculuğuna çıkmış, ülkeyi baştan sona gezerek turnuvalara katılmıştır.

      Ozan’dan Masallar

      Bath’lı Kadın

      Gutenberg 1440 civarında matbaayı icat ettiği zamanlarda, halkın en fazla üçte biri okuma yazma biliyordu. O zamana kadar, kitaplar büyük bir zahmetle elle kopyalanıyordu. Zamanın yazarlarının günümüze az sayılarda ulaşan kurgusal eserlerinden insanların nasıl olduğuna dair değerli bilgiler ediniyoruz. O dönemin insanlarını gözlemlemek için en iyi kitaplardan biriyse Chaucer’in Canterbury Masallarıdır. Chaucer önce Kral III. Edward, sonra II. Richard için çalışan bir bürokrat, diplomat ve saraylı olarak çıktığı yolculuklarda tanıştığı gerçek insanların hikayelerinden esinlenmiştir. Hacılarının anlattığı hikayeler kimi zaman da bütün Avrupa’da bilinen hikayelerden alınmıştır; neredeyse her hikaye bir öğütle biter.

      Chaucer’in hacıları her yaştan ve her kesimden gelir ve farklı sebeplerle yolculuk ediyor olurlar; çoğunlukla da ruhani ya da dini bir tutkuyla alakası olmayan sebeplerle. Yolculuklarına oldukça müphem bir bölge olan Southwark’taki Tabard Hanı’nda başlamaları pek anlamlıdır. Bu grubun içinde, günün din adamlarının genel tutumunu temsil eden birtakım kilise rahibleri de vardır.

      Rahibe olan Madame Eglantyne, nazenin ve oldukça seviyeli biri olarak anlatılır. Fransızca bilir, ancak bu dili Londra’nın doğusundaki Stratford Atte Bowe okulunda öğrenmiştir, dolayısıyla Paris Fransızcası hakkında bir fikri yoktur. Chaucer onu ‘duygusal ve yumuşak kalpli’ olarak anlatır, ancak bu iyi yanı sadece şımarık küçük köpeklerine yarar. Ayrıca üzerinde taç giydirilmiş bir ‘A’ harfi olan, Amor vincit omnia -Aşk her şeyin üstadıdır- deyişinin işlenmiş olduğu altından bir broş takması, onun gizli bir âşığı olduğuna işaret eder. Rahipse şişman ve al yanaklıdır, hevesli bir avcıdır, dünyaya modern bir gözle bakar ve avcıların din adamı olamayacağı ya da bir rahibin odasında tek başına fazla vakit geçirmemesi gerektiği gibi düşünceleri umursamaz.

      En çok göze çarpan iki karakterse Mübaşir ile Affedici’dir. Mübaşirin işi dinsizleri kilise mahkemelerinin önüne çıkarmaktır ve bu mesleği yapanlar yolsuzluklarıyla tanınır. Chaucer’in Mübaşir’i de istisna değildir ve çıbanlı, sivilceli, gri suratlı, ‘bir karga gibi azgın ve çapkın’, sarımsak ve soğan seven, aşağılık bir insan olarak betimlenmiştir. Çocukların korkulu rüyası olmasına şaşmamak gerek. Chaucer, Mübaşir’in Papa’nın sözde endüljans kağıtlarını satan nahoş Affedici’ye âşık olduğunu açık açık yazar. Affedici ise püskül püskül sarı saçları, tüysüz çenesi ve ince sesiyle öyle bir erkeklik müsveddesidir ki Chaucer onu hadım edilmiş bir beygire benzetir.

      Tabii bir de ‘gençlikteki diğer hoş arkadaşları’ ile münasebetleri haricinde beş kere evlenmiş olan Bath’lı kadın vardır; kendisi ayrıca Kudüs’e Haçlılarla seyahat etmiş, buradaki bütün kötü davranışlardan da nasibini almıştır. Dulluğu ona büyük bir özgürlük sağlamıştır, dolayısıyla hikayesi kadınların denetim altında tutulmasıyla ilgilidir. Canterbury’e olan yolculuğunda da kuvvetle muhtemel altıncı kocasını bulmaya çalışıyordur.

      Peki ya Chaucer? III. Edward’ın kraliçesi Hainault’lu Philippa’ya hizmet eden Philippa de Roet ile evliydi. Birkaç çocukları vardı ancak bildiğimiz kadarıyla Chaucer ona hiç şiir yazmamıştı. Saraylı aşkının erişilmez nesnesi, büyük ihtimalle Chaucer’in ilk koruyucusu olan Gaunt’lu John’un birinci eşi Lancaster’li Blanche idi. The Book of the Duchess (Düşesin Kitabı), ölümü üzerine Blanche’in şerefine yazılmıştır.

      Bir Rönesans Pornocusu

      1492’de Arezzo’da doğan Pietro Aretino, zekice izlenimler içeren satirik yazıları ve şiirleriyle dikkate değer bir zenginliğe ve güce ulaşmıştır. Raimondi’nin erotik oymalarındaki on altı pozisyonu anlatan ‘Şehvet Soneleri’ ile toplumsal skandal yarattığı gerekçesiyle Roma’dan sürülmüştür. Bu, pornografik bir metinle görüntünün birleştirildiği eserlere ilk örnektir ve günümüze kadar ulaşmış bir iki parça bugün British Museum’da sergilenmektedir.

      Aretino’nun edebi dalkavukluğu ile şantajcılığı Venedik’te Büyük Kanal’ın üstünde birçok erkek ve kadınla paylaştığı bir konakta kalmasını sağlamıştır. Zevk-ü sefa içinde yaşamış, zevk-ü sefa içinde ölmüştür. Kız kardeşinin anlattığı edepsiz bir fıkraya o kadar gülmüştür ki, son nefesini kimine göre nefessiz kalarak, kimine göreyse sandalyesinden düşüp kafasını kırarak vermiştir.

      Aretino, konu cinsel partnerlere gelince erkeklerle kadınlar arasında pek ayrım yapmayan tek kişi değildi. Uygulamaya gelince halk birçok şeye göz yumsa da aslında katı kurallar geçerliydi. Floransalılar 1415’te genç erkekleri eşcinsellikten uzaklaştırmak için heteroseksüel devlet genelevleri kurmuş, Venedik Dükü ise kadınların erkeklerin arzusunu uyandırmak için mümkün olduğunca açık saçık giyinmesini emreden bir bildiri yayınlamıştır.

      Bu sırada Fransa’da bu tür ilişkilere ‘İtalyan tarzı’ deniyor ve iş üstünde yakalanıp suçlu bulunan herhangi bir kişi idam cezasına çarptırılabiliyordu.

      ERMİŞLER VE GÜNAHKARLAR

      Gerçektan ahlaklı biri doğal olanda suç bulmaz.

Richard Carlile

      Büyük erdemlerin ne olduğu konusu tartışmalı olsa da, Papa I. Gregorius listeyi 6. Yüzyıl’ın sonunda elden geçirdikten sonra Yedi Ölümcül Günah’ın ne olduğuna dair şüphe kalmamıştır: öfke, açgözlülük, oburluk, tembellik, kibir, şehvet düşkünlüğü ve kıskançlık.

      Böylelikle 14. Yüzyıl’ın başından itibaren yazarlar, sanatçılar ve genel olarak insanlar günah kavramını takıntı haline getirmişlerdi. Belki de Büyük Veba Salgını’nın getirdiği yıkıma tanıklık edip, ‘ye, iç ve mutlu ol, çünkü yarın öleceğiz’ sözlerinden de ilham alıp, Yedi Ölümcül Günah’a resimlerde ve edebiyatta sıklıkla yer vermişlerdi. Dante de Inferno’sunda

Скачать книгу