Fetih 1453. İskender Fahrettin Sertelli

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Fetih 1453 - İskender Fahrettin Sertelli страница 5

Жанр:
Серия:
Издательство:
Fetih 1453 - İskender Fahrettin Sertelli

Скачать книгу

Agripas, Padişaha Bizans İmparatoru Konstantin’in selamını ve ziyaretlerinin amacını arz etti:

      “İki devlet arasındaki ilişkilerin dostane bir şekilde devamını arzu ediyoruz. Bu suretle iki millet ve hükümet arasındaki ticari ve sosyal münasebet, daha ciddi ve samimi bir gelişim devresine girmiş olur. Bu esas üzerinde müzakereyi kabul buyuracağınızdan emin olarak zatı şahanelerini ziyarete geldik. İmparator hazretleri beş senelik, samimi bir dostluk mukavelesi görüşüp düzenlemek emelindedir.”

      Sultan Mehmed, Bizans elçilerini birer birer gözden geçirdikten sonra, Agripas’a hitaben,

      “Teklifinizi memnuniyetle kabul ediyorum,” dedi. “Ben de, İmparator hazretleri gibi, dostane ilişkilerimizin devamı taraftarıyım.”

      Bütün elçiler, karılarıyla beraber yerlere kadar eğildiler.

      “Teşekkür ederiz.”

      Anivassağ kolunu, yanında bulunan Klio’nun sol koluna sevinçle dokundurarak güldü. Padişah lafı değiştirmişti:

      “Yollarda herhangi bir zorlukla karşılaştınız mı?” Heyet reisi Agripas cevap verdi:

      “Hayır, Haşmetmeab! Bütün köylüler bize azami derecede misafirperverlik gösterdiler.”

      “Başka bir şeye ihtiyacınız var mı?”

      “Dostluk esaslarının takviyesinden başka bir arzumuz yoktur, Haşmetmeab!”

      Padişah, Bizans elçilerinin yanlarında bulunan kadınları gözünün ucu ile inceleme fırsatını bulmuştu. Elçilerin karıları Bizans’ın en güzel kadınlarıydı. Bu kadınlardan ikisi, Sultan Mehmed‘in çok hoşuna gitmişti.

      Hoşuna giden kadınlardan biri Agripas’ın karısı, diğeri de Anivas’ın sevgilisi Klio idi.

      Padişah, dostluk anlaşması imzalanmasa bile, Bizans elçilerini birkaç gün olsun Edirne’de alıkoymak niyetindeydi. Ayağa kalktı.

      “Haydi, bu gece istirahat ediniz. Yollarda yorulduğunuz hâlinizden belli. Yarın yine görüşürüz. Beş on gün memleketimizin misafiri olacaksınız!”

      Elçiler ve karıları, yerlere kadar eğilerek saygılarını sundular ve huzuru hümayundan memnuniyetle ayrıldılar.

      O gece elçiler sevinçlerinden sabaha kadar uyumadılar. Fakat Anivas ve Agripas, Padişahın kendilerine ve yanlarındaki kadınlara mânâlı bir bakışla baktığının farkına varmışlardı.

      Genç asker, ertesi sabah Klio’yu odasında yalnız bırakarak arkadaşlarının yanına gitmişti.

      Elçilerin rehberi olan Yunus Bey, Padişahın en çok güvendiği, zeki ve siyasete aklı eren bir adamdı.

      Klio’nun yanına gelen Yunus Bey,

      “Canınız sıkıldıysa, sizi biraz bahçeye çıkarayım. Edirne’nin üzümleri meşhurdur. Bağlarımızı gezer ve hava alırsınız,” dedi.

      Klio itiraz etmeden, derhâl yerinden kalktı. İnce tülden sabahlığı ile Yunus Bey’i takip etti.

      Bizans dilberi, çıplak denecek kadar açık fakat zarif bir kıyafetle, bağların arasında bir kelebek gibi dolaşmaya başlamıştı.

      Yunus Bey genç kızın yanına sokuldu.

      “Şuradaki sedirde biraz istirahat ederseniz, zannederim ki memnun olursunuz!”

      “Üzüm yemek istiyorum. Mümkün mü?”

      “Bağlarda yirmi beş türlü üzüm var. Müsaade ediniz de bahçıvanlar hepsinden birer parça toplasınlar.”

      Klio, bağların arasında tesadüf ettiği bir sedirin üzerinde oturuyordu.

      Bahçıvanlar sırtlarında ve kollarında taşıdıkları üzümleri, nasıl koparılmışsa öylece, Klio’nun önüne getirdiler.

      Bizans dilberi bir kadeh de şarap istedi. Biraz daha açılıp saçıldı ve gelen üzümlerden bir salkım alıp yemeye başladı.

      Yunus Bey, Bizans şivesiyle güzel Rumca konuşuyordu.

      “Zannederim ki,” dedi, “üzümlerimizin Bizans’ta emsali yoktur.”

      Klio gözlerini süzerek güldü.

      “Edirne’nin üzümlerini işitirdim, fakat bu kadar güzel, iri ve tatlı olduğunu tahmin etmezdim.”

      Elindeki salkımı uzatarak:

      “Bakınız,” dedi, “şu salkımdaki tanelerin iriliğine. Mis kokuyor. Bir tane almaz mısınız?”

      Klio ömründe nasıl bu kadar iri taneli ve güzel üzüm görmemişse, Yunus Bey de, kırk yaşına geldiği hâlde, bu derece güzel ve cazibeli bir kadın görmemişti. Elleri titriyordu…

      Uzatılan salkımdan iki üzüm tanesi kopardı ve ağzına attı.

      “Efendimiz de bu üzümü çok sever.”

      “İnci tanesi gibi… Ne kadar güzel görünüyor.”

      “Bizans üzümleri niçin bu kadar güzel değil?”

      “Bizans’ta üzümleri şarap yapmaktan yemeye vakit kalmıyor. Fakat siz Rumcayı nerde öğrendiniz?”

      “Bizans’ta.”

      “Belli. Pürüzsüz Bizans şivesi… Demek ki uzun müddet Bizans’ta kaldınız?”

      “Evet. On bir sene kadar.”

      “Ne münasebetle?”

      “O vakit tüccardım.”

      “Tuhaf şey! Tüccarın sarayda işi ne?”

      Yunus Bey, konuştuğu kadının çok zeki ve şeytan olduğunu anlamıştı. Düşünmeyerek yaptığı bu açıklamadan Klio’nun çıkarmak istediği mânâyı keşfetmekte güçlük çekmedi.

      “Kız kardeşim saraya alınmışlardı,” dedi, “Ben de o esnada Edirne’ye gelmiştim. Garip bir tesadüf eseri olarak Padişahın sevgisini kazandım, o vakitten beri saraydayım.”

      “Sarayda sizden başka Rumca bilen var mı?”

      “Var. Fakat okuyup yazmasını benim kadar güzel bilen yoktur.”

      “Şu hâlde bizim dostluk anlaşmamızı siz kaleme alacaksınız.”

      “Evet.”

      “Ne güzel tesadüf… Ümit ederim ki böyle bir dostluk anlaşmasının imzalanmasını siz de arzu edersiniz!”

      “Tabii, senelerce Bizans’ta yaşadım. Orada birçok dostum var. Elbette arzu ederim.”

      “Bizans’ta en ziyade kimlerle görüşürdünüz?”

      Yunus

Скачать книгу