Haremin sultanları. Fazlı Necip

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Haremin sultanları - Fazlı Necip страница 5

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
Haremin sultanları - Fazlı Necip

Скачать книгу

Sofia Baffo yani Safiye Sultan, Üçüncü Murat’ı cazibesine, kültürüne esir etti. Nihayet, hâlâ başımıza bela kesilen Valide Sultan senelerden beri padişahları ve memleketi pençesinde tutmuyor mu? O da bir Rum rahibin kızı Anastasya idi, Mahpeyker Sultan oldu. Şimdi kardeşim Sultan İbrahim’i bu Valide Sultanın hâkimiyetinden, pençesinden kurtarmak gerek. Bunu da ancak pek güzel, pek zeki bir kadın yapacaktır. Seni bunun için yetiştiriyorum. Sarayda hükmü geçen bir sultan olduğun zaman Macaristan’daki bütün akrabalarını buraya getirir, görür, servet ve zenginliğe gark edersin.

      O zaman pek taze, çocuk sayılabilecek bir çağda idim. Saraya girmek, sınırsız elmaslara, hazinelere sahip bir sultan olmak hayali kalbimde arzular, hevesler uyandırdı. Daha ciddi bir gayretle çalışmaya, okumaya, yazmaya, her şeyi öğrenmeye çalıştım ve en çok da tarih okudum. Dünyayı, hayatı anladım zannediyordum.”

      Zeynel Ağa, bilhassa Suphi Bey, güzel kızın sözlerini büyük bir hayretle dinliyorlardı. Nurü’l-ayn gözlerinde bir kat daha yükseliyordu. Zeynel Ağa sordu:

      “Şimdi hayatı o zaman öğrendiğiniz, anladığınızdan başka mı buluyorsunuz?”

      “Tabii değil mi? Hayat okumak, masal dinlemekle anlaşılmıyor. Zihnin, gözlerin açılması için türlü hadiseler arasında yuvarlanmak, felâketler görmek, tecrübeler edinmek lazımmış.”

      “Demek ki Belkıs Sultan’ın sarayında acılar, felâketler gördünüz?”

      “Gözümün önünde yıkımlar ve değişiklikler oldu. Talih sediri darağacına, debdebe ve ihtişam sarayı aciz ve yoksul bir kulübeye döndü. Sultanın kocası Mısır Valisi Nakkaş Paşa’nın dönüşünü bekliyorduk. Bize emsalsiz elmaslar ve kumaşlar getireceğini bildiğimiz Nakkaş Paşa, neticede İstanbul’a gemiler dolusu muazzam bir servetle gelmişti. Fakat onu rakip gören, sadrazam olmasından korkan gammazlar kuş beyinli Padişahı kolayca aldattılar. Belkıs Sultan’ın karşısına çıkacağı düşüncesi Mahpeyker Sultan’ı da etkiledi. Güya diğer vezirlerin yapmadığı bir şeymiş gibi Nakkaş Paşa’nın Mısır’da ahaliyi soyarak büyük bir servet topladığını ileri sürdüler. Servetine el konulması için Hünkârı kandırdılar. Bu haber bizim saraya gelince Belkıs Sultan küplere bindi. Zeki fakat çok asabi bir kadındı. Heyecanlarla yerinden kalktı, Topkapı Sarayı’na koştu ve kardeşini buldu. Galiba bulunduğu sinirli haliyle bağırmış, çağırmış, divane Padişahı büsbütün kızdırmış. Sonunda Nakkaş Paşa’nın idamına, Belkıs Sultan’ın da hapsedilerek bütün malına el konulmasına emir çıkmış.

      Padişahın hemşiresi sarayından çıkarıldı. Damat Nakkaş Paşa ise Yedikule’ye kapatıldı ve idam edildi. Belkıs Sultan’ın sarayındaki bütün mallara el konuldu. Cariyeler de, köleler de haraç mezat satıldı. Böylece ben de esirci Abdüssamed’in eline düştüm. Orada sefil bir esaret hayatı yaşadım. Fakat işkencelere bile katlanabilecek bir azim ve kuvvet kazandım.”

***

      Geçmişe, saray hayatına, esaret felâketlerine ilişkin konulardan saatlerce bahsedildi. Tatlı tatlı konuşuyor, geminin arkadan gelen uygun bir rüzgârla ilerlemekte olduğunu anlıyorlardı.

      Akşam olmuştu. Suphi kalkıp kandili yaktı. Artık hiçbir işi Nurü’l-ayn’a bırakmıyor, ona tapınan bir kul gibi hizmet ediyordu.

      Dışarıdan bir gürültü, bir bağırma işitildi. Zeynel Ağa yerinden fırladı. Dışarı çıkmasıyla içeri dönmesi bir oldu.

      “Korktuğum felâket nihayet başımıza geldi. Karşımıza korsanlar çıktı. Kaptan savaşa hazırlanıyor,” dedi.

      Bu haber Suphi’yi sarsmıştı. Endişeli gözlerle Nurü’l-ayn’a bakıyordu. Hâlbuki güzel kız felâketi soğukkanlı ve korkusuzca karşıladı. Nemli gözlerle kendisine bakan Suphi’ye, “Çok mu korkuyorsun?” dedi.

      “Kendim için değil, sizin için korkuyorum.”

      “Ne benim için ne de kendin için kork. Korku ansızın gelen uğursuz bir beladır. İnsanın iradesini yok eder, kurtuluşun kapılarını kapatır. Felâketleri ancak cesaret, soğukkanlılık ve birtakım önlemlerle yenebiliriz.”

      Genç kızın bu cesur ve kararlı sözleri, Zeynel Ağa’ya da hayret ve cesaret verdi. Kıza sordu:

      “Korsanlardan korkmuyor musun?”

      “Niye korkayım? Zaten esirim, esaretten daha büyük bir felâkete uğrayacak değilim ki!”

      “Fakat bugün bir saraya gidiyorsun.”

      “Esir olanlar için sarayla hapishanenin ne farkı var?”

      “Sen beni dinle. Çocukluğu bırak. Korsanların elinden ucuz kurtulmanın çaresine bakalım. Esir olduğunuzu, Mısır ’a Kasr-ı Yusuf ’a gideceğinizi kimseye, ama hiç kimseye söylemeyeceksiniz. Ben bir tüccarım. Siz de oğlumla kızımsınız. Hep beraber hacca gidiyoruz. Anlıyorsunuz ya, başka söz söylemeyecek ve güzelliğinizi, kabiliyetlerinizi, zekânızı sezdirmemeye çalışacaksınız.”

      Dışarıda feryatlar, gürültüler, koşuşmalar devam ediyordu.

      Zeynel Ağa, “Ben dışarıya çıkıyorum. Geminin kaptanını savaştan vazgeçirmeye çalışacağım. Teslim olmak felâketin en hafifidir,” dedi.

      Bu sırada atılan bir top bütün gemiyi sarstı. Zeynel Ağa’nın arkasından Nurü’l-ayn ile Suphi de dehşetle dışarı fırladı.

      “Batıyor muyuz?” diyorlardı.

***

      Dışarıda dehşetli bir manzarayla karşılaştılar. Hava bulutluydu. Etrafı zifiri bir karanlık sarmıştı. Birkaç yüz adım uzakta üç korsan gemisi görünüyordu. Bunlar kendilerini ve kuvvetlerini göstermek için ışık yakmışlardı. Kırmızı ışığın huzmeleri arasında iri yarı, posbıyıklı, baştan aşağı silahlı korsanlar korkunç görünüyorlardı.

      Işıklar söndü. Etrafı daha vahşi bir karanlık ve belirsizlik kapladı. Kaptan bağırıyordu.

      “Korsanlar yaklaşıyorlar. Hazır olun! Şimdi top ve kurşun menziline girecekler. Savaşacağız. Silahı olmayan ve savaşa girmek istemeyenler ambarlara çekilsin.”

      Kaptanın bu sözlerine karşılık kimse ambarlara girmek, o karanlığın ve belirsizliğin içinde kalmak istemiyordu. Meydanda bulunmak, hadiselerin gidişatını ve tehlikeleri görmek, kurtulma çareleri aramak arzusunda idiler. Etraflarını saran bu dehşetin heyecanı ile kalpleri titriyordu.

      Zeynel Ağa ile bazı ihtiyar yolcular kaptanın etrafını almışlar, onu kandırmaya çalışıyorlardı.

      “Savaşmadan, zaafımız ve güçsüzlüğümüz anlaşılmadan evvel teslim görüşmelerine girişecek olursak birçok fayda elde edebiliriz.”

      “Zaten nasıl savaşabiliriz? Karşımızda dehşetli, silahlı üç gemi var. Kaçmak da mümkün değil. Herhalde teslim olacağız.”

      “Evet, teslim olalım. Başka çare yok.”

      “Beyhude kan dökmeyelim.”

      Kaptan somurtuyor,

Скачать книгу