Haremin sultanları. Fazlı Necip

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Haremin sultanları - Fazlı Necip страница 8

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
Haremin sultanları - Fazlı Necip

Скачать книгу

buraya soktuğu parmak öyle sıkıştı ki; şimdi ne yapacağını bilemiyor.”

      “Girit seferi zannettikleri gibi kolay olmadı, uzadı. Hazinede paralar suyunu çekti. Zorluklar artınca Hocanın düşmanları fırsat buldular. Onu Padişahın gözünden düşürmeye çalışıyorlar. O da makamını koruyabilmek için Girit seferini başarıyla neticelendirmek istiyor.”

      “Fakat şimdi Sadrazamla da, Valide Sultanla da arası bozulmuş.”

      “Evet, lakin Valide Sultanı yenmeyi başardı. Gözdelerden Kaya Sultan’a, bilhassa Şekerpare’ye çattı. Saray bunların elinde demek… Kösem Valide, Topkapı’da, bağlar arasındaki köşke atıldı. Saraya gelmesine izin verilmiyor. Orada düşmanlarına diş biliyor.”

      “Ya Sadrazam?”

      “Onun makamı baki. Fakat Hocanın cinleri yakında onu da çarpacak sanırım.”

      “Öyleyse vaziyet iyi demektir. Hele bir kere Hoca ile görüşelim. Bizim de onun cinlerine çok yardımımız olur.”

      Dışarıdan gelen çalgı, çengi sesleri bunları da davet ediyordu sanki. Kalkıp bahçeye doğru yürüdüler.

      4

      Kasr-ı Yusuf’ta

      O zamanlar Mısır Valiliği âdeta hükümdarlıktı.

      İstanbul ile ulaşım ve haberleşme pek güç ve nadir olduğu için uzakta, kendi âleminde yaşayan bu büyük memlekete en ziyade sevilen, itimat edilen vezirler gönderilirdi. Daha sonraları en çok para verenler tayin olunmaya başlanmıştı.

      Valinin ne yaptığını, Mısır ’ı nasıl idare ettiğini arayan soran yoktu. İstenilen şey hazine payının gününde gönderilmesi; saraya, Babıâli’ye sık sık kıymetli hediyelerin takdim edilmesiydi.

      Valiler ancak İstanbul’a külliyatlı para yetiştirmek, oradaki zavallıları idare etmekle makamlarını koruyabiliyorlardı. Bütün gayret ve iktidarlarını para toplamaya, aciz halkı soymaya hasrediyorlardı. İstanbul’a gönderilecek hazinelerden başka kendisi için de büyük bir servet toplamak fırsatını kaybetmek isteyen yoktu. Mısır’dan dönen her vali muhakkak zengindi.

      Mısır Valisi Nakkaş Paşa, damat olmasına güvenerek ahaliyi soymak hususunda bütün eski valilere rahmet okutacak derecede ileri gitmişti. Bundan başka Babıâli’ye de önem vermiyor, hazineye göndermesi gerekeni de göndermeyip, bütün topladığı hazineleri kendine mal ediyordu.

      Sadrazam Kara Mustafa Paşa çok zeki, kararlı ve cesur adamdı. Nakkaş Paşa’nın kendisine önem vermeyişine çok gücendi. Padişahın hemşiresi onun alınmış olacağını hiç düşünemedi. Sadrazam, Deli İbrahim’i kandırarak eniştesinin azledilmesi için bir ferman çıkarmada başarılı oldu.

      Nakkaş Paşa İstanbul’a geldiği zaman gemiler dolusu mal ve eşya getirdi. Doğruca karısı Belkıs Sultan’ın sarayına giderek Sadrazamın semtine uğramadı. Hiddeti artan Sadrazam, Deli Hünkâr ’a eniştesinin Mısır’dan getirdiği hazineleri, pek kıymetli eşyaları anlatarak, onun hırsını tahrik etti. Nakkaş Paşa’nın sahip olduğu eşyaya el konulması için ikinci bir ferman çıkarttı. Mısır Valiliğine de hemşerilerinden Maksut Paşa’yı gönderdi.

      Kara Mustafa Paşa’nın Maksut’a o kadar ilgisi ve itimadı vardı ki, “Benden sonra sadrazam olmaya lâyık yegâne kişidir,” derdi.

      Maksut Paşa, Sadrazamın ilgi ve korumasına güvenerek Mısır’da Kasr-ı Yusuf ’ta gerçek bir hükümdar gibi debdebe ve ihtişam içinde yaşıyordu. Harem dairesi de saray kadar kalabalıktı. Fakat kadınların çoğunluğunu Habeşî, zenci halayıklar oluşturuyordu. Rum, Çerkez, Gürcü, Rus dilberler nadirdi.

      Maksut Paşa’nın o zamanlar pek nadir olan bir özelliği vardı. Hevesi gelip geçici değildi. Beğendiği bir kadını sever, onunla yetinir, vefa gösterirdi. Son göz ağrısı olan bir Gürcü kızının doğururken vefat etmesine pek üzülmüştü. Sarayı dolduran kadınlar arasında üzüntüsünü giderebilecek, kendisini teselli edecek, sevilmeye lâyık bir kız bulamıyordu.

      O esnada İstanbul’a hazine götürmeye kethüdası Zeynel Ağa’yı memur etmişti. Zeynel’in kılığı, kıyafeti, hali, hareketi kaba görünürdü fakat ruhen pek ince, fikren pek zarif bir adamdı. Paşanın kethüdası olmaktan öte, arkadaşı idi. Onun her halini, zevkini, huyunu bilirdi. Ona İstanbul’dan güzel, terbiyeli, nazik bir cariye alıp götürürse pek makbule geçeceğini düşündü. Kendisine bu cariye vasıtasıyla minnettar kalacak Maksut Paşa üzerinde daha etkili bir nüfuzunun olacağı da hesaba dâhildi tabii.

      Birçok esirci evini gezdikten sonra nihayet Nurü’l-ayn’ı Mısır Valisine takdim edilmeye lâyık görmüştü. Yüksek bir fiyatla satın aldığı kızı beraberinde Mısır’a götürürken ruhunu, ahlâkını, yeteneklerini daha iyi tanıyor, tanıdıkça kıymetini daha yüksek buluyordu.

      Geminin esir alındığı, Nurü’l-ayn ve Suphi ile beraber Girit korsanlarının eline düştükleri vakit, bu taze ve nazik kızın gösterdiği cesaret ve kuvvete hayran olmuştu. Suphi, Nurü’l-ayn’dan daha büyük, daha kuvvetli olduğu halde ondan akıl, fikir, cesaret alır; onun emir ve işaretiyle hareket ederdi.

      Girit korsanlarıyla görüşmeler yapıldığı sırada Nurü’l-ayn öyle isabetli fikirler verdi ki, Zeynel Ağa da güzel kıza sormadan hiçbir iş göremez oldu. Onun güzelliğine, aklına, fikrine, pratik zekâsına hayran olduğu kadar ağırbaşlılığını ve namusunu da takdir ediyordu. Suphi’nin kendisine âşık olduğunu kız da anlamıştı. İhtimal o ki bu genci kendisi de sevmiş ve beğenmişti. Fakat Suphi’ye cesaret verecek en küçük bir zaaf göstermiyor, onu daima saygılı davranmaya mecbur ediyordu.

      Aslında Suphi de Zeynel Ağa’ya verdiği söze tamamıyla uyuyor, Nurü’l-ayn’a karşı kardeş gibi görünüyordu.

***

      Zeynel Ağa ile Nurü’l-ayn’ın ve Suphi’nin birbirine karşı vaziyetleri garip bir şekil almıştı.

      Kendilerini kurtarmak için Zeynel Ağa’nın Mısır ’dan getirttiği para ellerine ulaşana kadar esarette geçirdikleri zaman samimiyetlerini arttırdı. Her iki erkek de mesut yaşıyor, ertesi günü düşünmüyorlardı. Düşünen ve vaziyeti anlayan sadece Nurü’l-ayn idi.

      Nurü’l-ayn pek ince bir kadın bakışı ve hissiyle bu adamların kalbini okuyordu. Her ikisinin de kendisine başka başka hislerle âşık olduğunu biliyor, her ikisini de ağırbaşlılık ve nezaketle arzu ettiği gibi kullanıyordu.

      Zeynel, Nurü’l-ayn’a onu ilk gördüğü anda, daha esirci evinde hayran olmuştu. Fakat onu kendi halinden, makamından çok yüksek, çok mümtaz bulduğu için bir insaf ve takdir hissiyle efendisine, Paşasına lâyık gördü. O fikir ve karar ile satın aldı.

      Zeynel zeki bir İstanbul çocuğu idi. Kültürü ve görgüsü vardı. Tabiatın kendisini güzellikten mahrum bıraktığını, yaşının ilerlediğini bilirdi. Kısa boylu, esmer ve şişmandı. İnce bacakları üstünde koca göbeği, koca kafası, ablak yüzü, küçük burnu, ince dudakları ve seyrek bıyıkları tuhaf bir manzara oluşturuyordu. Yalnızca bir yeri güzeldi. Gözleri…

      Gözlerinden

Скачать книгу