İskandinav Mitolojisi. Peter Andreas Munch

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу İskandinav Mitolojisi - Peter Andreas Munch страница 10

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
İskandinav Mitolojisi - Peter Andreas Munch

Скачать книгу

görme yetisine sahiplerdi. Vücutlarının üst kısmı insan vücudunu, alt kısımları ise bir balığınkini andırıyordu. Denizkızları, yüzgeçli kuyruklarını sakladıkları sürece çok güzel görünüyorlardı.

      Brownie (modern Norveççede Nisse) ruhlar arasında kendine has bir yere sahipti. Brownie, kırmızı şapkası ve gri kıyafetleriyle küçük bir çocuk ya da küçük bir adam gibi görünüyordu. Alnı her zaman ter içindeydi ve başparmakları da yoktu. Çiftlik binalarında dolaşır, kendisine ne kadar iyi davranılırsa çiftlik işlerine o kadar yardımcı olurdu. Öte yandan ev sahipleri tarafından gücendirilirse, onların başına büyük dertler açma kabiliyeti de vardı. Eğer Brownie yaşadığı yerden memnunsa seyise atları beslemesi için bir el atar, inekleri sağan kıza yardımcı olur, hatta yaşadığı çiftliği geçindirmek için komşulardan hem saman hem yemek çalardı. Ancak memnun değilse sığırları lanetler, yemeği çürütür ve evin başına türlü türlü uğursuzluklar getirirdi. Farklı çiftliklerden iki Brownie’nin saman çalarken birbirleriyle karşılaştıkları da olurdu, işte o zaman saman saplarıyla ateşli bir dövüş başlardı muhtemelen. İhtiyatlı köylüler, Noel Arifesi’nde Brownie için Noel pudingi ayırmayı ihmal etmezlerdi.

      Uyuyan bir kişi, ne zaman göğsünde bir ağırlık hissetse ya da rahatsız edici rüyalar görmeye başlasa hiç şüphesiz bu Karabasan ya da Incubus’un iş üstünde olduğuna, o kişinin de Karabasan tarafından “ziyaret edildiğine” işaret ediyordu33. Bir anlatıya göre Karabasan’ın kafası yoktu, hatta aslında belli belirsiz kahverengi bir büzgüden fazlası değildi. Başka bir anlatıya göreyse Karabasan, geceleri ortalıkta dolaşan ve ağırlığını uyuyan kişi üstüne veren gerçek bir kadındı. Bu anlatıdaki Karabasan, gündüzleri normal insanlar olan ancak geceleri kurt şekline giren sözde kurt adamlardan çok da büyük bir farklılık göstermiyordu34. Kurt şekline girdiklerinde kötülükler yapmak, uyuyan insanlara saldırmak, kilise mezarlıklarındaki cesetleri yemek ve parçalamak için ortalıklarda geziniyorlardı. İsveç’teki ilk Yngling krallarından biri olan Vanlandi’yle alakalı eski bir efsane, Huld adında bir cadının Karabasan şekline girerek kralı ziyaret ettiğini ve onu nefessiz bırakıp öldürdüğünü öne sürüyor. Atalarımızın böyle varlıklara olan inancı o kadar derindi ki Eidsifa Dinsel Kanunu şu satırları içeriyordu: “Eğer kanıtlar bir kadının Karabasan şekline girip herhangi birini ya da hizmetçilerini ziyaret ettiğini gösterirse, bu kadın ceza olarak üç İsveç markı ödemeli; eğer ödeyemiyorsa yaşadığı yerden sürülmeli.” Karabasan ve kurt adam, daha önce bahsedilen Karanlığın Yolcuları ve Gece Yolcuları’yla ilişkilendirilmişti, zaten sonraki dönemlerde bunlar arasında çok belirgin bir ayrım da yapılamamış. Dış görünüşünü gizleme yetisine, eski tabire göre “çoklu görüntüye” (eigi einhamr) sahip olan bir kişi zaman zaman “şekil değiştiren” (hamhleypa) olarak da anılıyordu.

      Kahramanlar ve Valhalla’da Yaşam

      Tanrıların kaderleri ve yaptıkları büyük işlerden sık sık söz ettik, bu kadar sık söz etmediğimiz şey ise dostları haline gelen insanlıkla birlikte Asgard’daki günlük yaşamı nasıl geçirdikleri. Freyja da Odin de huzurlarına çıkan kahramanları bizzat karşılıyorlardı. Freyja kahramanlarını Folkvang’da, Odin ise Vingolf ve Valhalla’da ağırlıyordu. Bu bölgelerin hangisinin tercih edildiği hakkında bir bilgimiz yok ama Odin ve kahramanların Valhalla’da nasıl vakit geçirdiğine dair kayıtlar var. İnsanlık Valhalla’yı, göçen kahramanların dinlenme yeri olarak görüyordu. Kahramanlar, buradayken günlerini neşe ve memnuniyet içinde geçiriyorlardı. Odin, bu kahramanları Valkürler aracılığıyla bizzat seçiyordu. Bu kahramanların çoğu belli başlı Æsir Tanrıları ya da onlarla tanışmak için sabırsızlanan eski cesur kahramanlar tarafından karşılanıyordu. Kahramanlar, Valhalla’da günlerce süren dövüşlerle ve ziyafetlerle eğleniyorlardı. Sabahları, zırhlarını kuşanıp birbirleriyle dövüşüp yine birbirlerini öldürmek için meydana yığılırlardı, ancak tabii ki hiç zarar görmemiş olarak tekrar dirilirler, yemek ve içmek için otururlar, çok yakın yoldaşlar olarak kalmaya devam ederlerdi. Kahramanlardan oluşan birlik çok büyüktü ve sayıları devamlı artıyordu, ama hiçbir zaman Sæhrimnir isimli domuzun etini bitirebilecek sayıya ulaşamıyorlardı. Aşçı Andhrimnir her gün bu boğanın etini Eldhrimnir isimli kazanda kaynatırdı ama akşam olunca hayvan tıpkı önceki günkü gibi canlı ve yaralanmamış haliyle ayaklanıyordu. Kahramanlar, Valkürler tarafından onlar için bardaklara konan biraları ve likörleri içiyordu. Aralarında yalnızca Odin ve onun seçtiği kişiler şarap içme onuruna erişiyordu. İçtikleri likörün tümü, Valhalla’nın çatısındaki Lærad isimli ağacın dallarını kemiren keçi Heidrun’un memesinden akıyordu. Likör, salonda bulunan devasa içki çanağını dolduruyordu ve tüm kahramanları sarhoş edebilecek bolluktaydı. Lærad, yalnızca tüm bu likörü bahşetme niteliğine sahip değildi, aynı zamanda Valhalla’nın çatısında ağacın gövdesini kemiren bir geyik de bulunuyordu. Eikthyrnir adındaki bu geyiğin boynuzları Vergelmir’e kadar uzanıyor; bereketli suları, diğer on üç nehirle birlikte Æsir’in su kaynağı olan on iki nehre taşıyordu.

      Yozlaşma

      Asgard ve Valhalla’nın henüz yeni inşa edildiği şafak vaktinde tanrılar; hayatlarını saflık, mutluluk ve huzur içinde geçiriyorlardı. Voluspá’da Æsir’in bu altın çağıyla ilgili, “Satranç oynadıkları bahçelerinde hayat güzeldi, altınları hiç eksik olmazdı,”diye yazıyor. Ardından üç büyük Thursar Kadını, Jotunheim’den çıkıp Æsir ve Vanir arasındaki nefreti körükledi. Kavgadaki halkalardan biri, Gullveig isimli kadının Valhalla’da yakılmasıydı: “Üç kez doğanı üç kez yaktılar ama o her defasında tekrar canlandı.” Æsir, barışın hâlâ korunup korunamayacağını konuşmak için birbirlerine danıştı. Artık çok geçti. Odin, mızrağını düşman hatlarına doğru savurdu ve tanrılar arasındaki ilk savaş böylece başladı. Æsir kalesinin surları delindi, bunun üzerine Vanir bu gedikten geçerek Asgard’a yığıldı. Nihayetinde Æsir ve Vanir arasında barış ilan edildi ki bu hikâye daha önce anlatıldı. Artık saflığın altın çağı sona ermişti. Tanrılar kendilerini korumak zorunda kalacaklardı, hatta bunu Yapı Ustası Dev’i kandırdıkları seferde olduğu gibi zaman zaman hileyle yapacaklardı. Skadi ve Gerd gibi bazı dev kadınlar Æsir’in meskenine girme hakkı kazandılar ve böylece Asgard’ın kutsallığı bozuldu. Huzur döneminin yerini çalkantılı savaş dönemi aldı ve tanrılar bu dönemde büyülü silahların yanı sıra kahramanların yardımına hiç olmadığı kadar çok ihtiyaç duydular. Tanrılar, artık dünyayı huzurun elçileri olarak yönetmiyorlardı, aralarında en öne çıkanları savaş tanrılarına dönüşmüştü. Bu dönem, yiğitçe eylemlerin ve hilebaz oyunların sıkça geçtiği birçok efsaneye yol açtı. Tanrılar, zafere ve şana giden yolda tökezlemeye başladılar. Yozlaşma, tanrılardan insanlara geçti. Savaş Tanrıçaları Valkürler, ölümlülerin diyarına at sürdüler ve barış bu diyarda da yalnızca dilden dile geçen bir hikâyeye dönüştü.

      Tanrıların Hazineleri

      Loki’nin kötülüğü aslında, Æsir’in devlerle olan savaşında onlara çok yarar sağlayan tüm değerli silahları ve hazineleri ele geçirme üzerine kuruluydu. Bir keresinde Loki, Sif’in tüm saçını kesti. Thor, neler olduğunu öğrenince Loki’yi ele geçirdi ve vücudundaki tüm kemikleri kıracağını söyleyerek onu tehdit etti. Loki, Kara Elflere gidip Sif’in kendi saçının tıpatıp aynısı gibi büyüyecek altından bir saç getireceğini söylediğinde Thor

Скачать книгу


<p>33</p>

Eski Nors: mara trað hann: “Karabasan basması.”

<p>34</p>

Almanca Werwolf, doğrudan “adam-kurt” anlamına geliyor: Bu kelime, Eski Nors dönemine kadar uzanıyor ve o dönemde vargulfr kelimesine dönüştürülmüş.