İstanbul'un tarihi, kültürü ve yaşamı. Richard Tillinghast

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу İstanbul'un tarihi, kültürü ve yaşamı - Richard Tillinghast страница 15

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
İstanbul'un tarihi, kültürü ve yaşamı - Richard Tillinghast

Скачать книгу

İsa’nın, Meryem Ana’mızın veya savaşçı bir azizin başını çevreleyen kusursuz halka şeklindeki hale, bir azizin tuttuğu kalkanı çevreleyen desenli kenar süsü, mücevherleri ve diğer aksesuarlarıyla beraber imparator, imparatoriçe ve saraylıların örtündüğü kumaşların zenginliği… Bu sanatta tasvir edilen figürlerle ilgili belki de en çarpıcı unsur bakışlarıdır. Bizans mozaiklerinde resmedilen gözler ardına kadar açık, gerçekte olabileceğinden biraz daha büyük ve sanki doğrudan bize bakıyorlarmış gibi. Bu sanat eserlerini yalnızca biz görmüyoruz, onlar da bizi görüyorlar.

      Ağırlıklı olarak desen ve tasarıma ilgi duyan Bizans sanatı, doğası gereği muhafazakâr bir yapıya sahiptir. Değişimi içgüdüsel olarak reddeder. Statükoyu devam ettirmek tabiatında mevcut, sanki açığa vurulmamış bir idealdir. Batı sanatında çok önemli olan özgünlüğe değer verilmez. 12. yüzyıl sonlarına kadar Bizans sanatından yalnızca bir ya da iki sanatçının ismini bugün biliyoruz. Batı sanatına baktığımızda ise, bir ressamı ya da heykeltraşı diğerinden ayıran niteliklerine ve tarzına odaklanıyoruz. Boticelli, Michelangelo, Titian, Ingres, Turner, Constable, Picasso, Matisse, Modigliani, Pollock, Rothko gibi isimleri duyduğumuzda aklımızın gözü hemen onların ayırt edici kişisel üslup özelliklerini önümüze getiriyor. Buna karşın Bizanslı sanatçı kendi bireyselliğini ifade etmeye çalışmıyordu, bir nesneyi yalnızca Tanrı’nın, veya O’nun yeryüzündeki temsilcisi İmparator’un yüce şanı için biçimlendiriyordu.

      Klasik dönemdeki Grek ve Roma sanatı -ister giysili isterse çıplak olsun- bedenin güzelliğini keşfetmiş, anlamış ve onu taçlandırmışken Bizans sanatı gerçekçiliğe sırtını döndü. Robert Byron, The Byzantine Achievement adlı kitabında şöyle yazar: “Bizim eserlerini muhteşem bulduğumuz Avrupa kültürleri arasında Bizans’ın temsili sanatı, zamanımızdaki tüm artistik ifadelerin temelini oluşturan ‘algılanan olayları yeniden yaratmak’ yerine, yorumlama ilkelerini keşfeden ilk sanattı.” Kuşkusuz ki modern sanattaki soyutlama zevki bizi Bizans sanatının soyut niteliklerini anlayacak kıvama getirmiştir.

      Bin yıllık Bizans İmparatorluğu, 500 yıl önce yok olmaya başladığı halde bu sanatın kalıntılarına dünyanın her yerinde -dediğim gibi öncelikle İstanbul’da değil ama birçok başka ülkenin Bizans tarzında inşa edilmiş kilise ve müzelerinde- halen rastlanmaktadır. Seçkin eserler eski Yugoslavya, Sina Dağı ve Rusya’da olduğu gibi Kıbrıs, Sakız Adası, Yunanistan’da bulunan Mistra ve Dafni’deki kiliseleri de süslemektedir. Selanik’teki Ayasofya’da (Hagia Sophia) bulunan 9. yüzyıl sonlarına ait mozaikler harikulade bir zarafet ve güzelliğe sahiptir.

      Bu sanata meraklı olanlar Yunanistan ve Makedonya’ya, Sicilya ve Rusya’ya, Sina Çölü’ndeki St. Catherine Manastırı’nın yanı sıra İstanbul’dan bir gemiyle ulaşılabilen Karadeniz kıyısında bulunan Trabzon’daki Ayasofya Kilisesi’ne de gitmek isteyeceklerdir. Bu sanatın parçaları aynı zamanda Paris, Berlin, Londra, New York ve Dumbarton Oaks-Washington’daki dünyaca ünlü müzelerin koleksiyonlarında da bulunmaktadır. Resimli elyazmaları, kutsal emanetlerin saklandığı sandıklar, sırlı varak kaplı kitap kapakları, küçük mozaikler, mücevherat, fincan ve kadehler, madeni para ve madalyonlar, tekstil ürünleri ve özel adak parçalarının bazı açılardan Bizans’ın sanatsal girişimleri arasında daha az payı olsa da bunlar en büyük eserler kadar özel bir canlılığa sahiptir.

İkonalar ve İkona Düşmanlığı

      Özgün eserler anlamında Bizans dünyası, en iyileri Konstantinopolisli sanatçılar tarafından yapılan ve sonrasında Girit, Venedik ve Rusya gibi yerlerde de devam eden ikona üretimiyle bilinmektedir. Venedik’teki İkona Müzesi ile Atina ve Selanik Bizans sanat müzeleri seçkin koleksiyonlara sahiptir. Bizans ikonaları, erken Rönesans İtalyan dini tablolarının temelini oluşturur. İstanbul’da, Ortodoks Patrikhanesi’ndeki muhteşem mozaik ikonalar haricinde çok azı günümüze ulaşmıştır. Bunlardan biri St. Luke’un kendisi tarafından boyandığı söylenen, vaktiyle en sevgili ve en değerli ikona olarak kabul edilen “Yol gösteren” isimli “Tanrı’nın Anası Hodegetria” ikonasının bir kopyasıdır. Konstantinopolisliler bu ikonanın savaşlarda ordularına zafer kazandırdığına ve şehri saldırganlardan koruduğuna inanıyorlardı.

      İmparator I. Manuel, 1167’de Macarlara karşı zafer kazandığı bir seferden dönünce Altın Kapı’dan Ayasofya’ya uzanan tören güzergâhı, resmi geçit için altın ve mor renkli kumaşlarla kaplanmıştı. Savaş esirleri, askerler ve ileri gelenlerin önünde yürüyorlardı. Tarihçi Niketas Choniates’in yorumuna göre: “İmparator, zafer alayına katıldığında her biri kar tanesi kadar bembeyaz dört at tarafından çekilen, gümüş yaldızlı, Meryem Ana ikonası ve imparatorluğun yenilmez generallerinden birinin bulunduğu savaş arabası onu takip ediyordu. En şanlı, şerefli ve en büyük imparator, imparatorluk giysilerini kuşanmış halde, tören için süslenmiş heybetli bir atın üzerindeydi.” Hodegetria,1453 Mayıs’ındaki son çarpışma sırasında şehrin surları boyunca büyük bir törenle taşınmış ve Blaherne Sarayı (Tekfur Sarayı) yakınlarındaki Kariye Müzesi’nde muhafazaya alınmıştı. Osmanlı askerleri kiliseye akın edip bu ikonayı yerinden söktüler ve dört parçaya ayırıp lime lime ettiler.

      Hatta bir de savaş sırasında taraf değiştiren ikona örneği bile var. 1204 yılında, Haçlı Seferleri sırasındaki baskında İmparator V. Alexios, Nikopoios “zafer yapıcı” ikonasıyla şehirde dolaştı. Hem imparator hem de ikonası haçlılardan biri olan Flandreli Henry tarafından esir alındı. Haçlılar bu savaştan zaferle çıkınca ikonanın onlara başarı getirdiğine inanarak bir tekne dolusu ganimetle beraber ikonayı ülkelerine götürdüler. İkona günümüzde Venedik’teki San Marko Katedrali’nde sergilenmektedir.

      Bu, Meryem Ana’nın Bizans inanışının merkezinde olması hakkında yorum yapmak için iyi bir an olabilir. Batı’da Bakire Meryem, Kutsal Meryem, Meryem Ana ve bunun gibi adlara sahipken, Doğu’daki kiliselerde ise Theotokos yani “Tanrı’yı doğuran” adıyla anılmaktaydı. Hiç şüphesiz ki insanın zihnindeki yeri, kadim inanışlardaki Ana Tanrıça’nın devamını temsil ediyor. Bizans dönemine ait meşhur “Akathist İlahi5”de Meryem, batmayan yıldızın annesi, gizemli günün şafağı, susuzluğu söndüren kaya, ateş sütunu, yeryüzünün çadırı, ölümsüzlüğün çiçeği, süt ve balla akan toprak, zapt edilemez duvar olarak tanımlanmıştır. Akathitos kelimesi “oturmadan” anlamına gelir ki dua edenler ilahiyi söylerken ayakta durmaktadırlar.

      TARİHSEL OLARAK BAKTIĞIMIZDA, ikonalar büyük olasılıkla, İtalyan Rönesans sanatçılarının yağlıboya tablolarında elde ettiği etkiye benzer şekilde, canlı bir parlaklık ve şeffaflık vermek için boya maddelerinin balmumu ile karıştırıldığı, ısıtarak süsleme tekniğinin kullanıldığı Roma cenaze tasvirlerinden türemiştir. İkona ressamları nesneleri canlıymış gibi göstermek için, figürleri önden bakışta bir tarafa meyilli görülecek şekilde döndürmek, bir gözü hafifçe diğerinden farklı bir yöne bakar şekilde çizmek, kaşları ve bıyıkları hafifçe kıvrık göstermek gibi küçük hileler kullanırlardı. Ayasofya’nın apsisindeki Meryem Ana mozaiğine ithaf olunan vaazda Başpiskopos Photius şöyle bir yorumda bulundu: “Konuşmayacağı aklınızın ucundan bile geçmez. (…) Dudakları o kadar iyi boyanmıştır ki etinin canlı olduğunu sanabilirsiniz.”

      Grekler ve Romalılar tanrı ve tanrıçalarının küçük ölçekte yapılmış heykelciklerini evlerinde bulundursalar da ikonaların Bizans’ın sanatsal ve dini hayatında başrolde olması gibi bir durumun klasik sanatta bir karşılığı yoktur. İkonaların şifa verici veya tedavi etme

Скачать книгу


<p>5</p>

Meryem Ana’ya övgü. (ç.n.)