İstanbul'un tarihi, kültürü ve yaşamı. Richard Tillinghast

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу İstanbul'un tarihi, kültürü ve yaşamı - Richard Tillinghast страница 11

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
İstanbul'un tarihi, kültürü ve yaşamı - Richard Tillinghast

Скачать книгу

Bizans’ın veya o zamanki adıyla Roma İmparatorluğu’nun dünya nezdinde muazzam bir itibarı vardı. İlk yıllarında müttefikliklerini kuvvetlendirmek için evlenmek üzere kızlarını Bizans’a veren önde gelen Venedikli doçlar Bizans İmparatoru’nun verdiği kaftanla yetkilendiriliyorlardı. Tüccarlar gibi Ortodoks manastırları da imparatorluğun din ve kültürünü Küçük Asya’dan Balkanlar üzerinden İtalya’ya, hatta İtalya’nın en uzak noktası Sicilya’ya kadar yaydılar.

Geride Kalanlar

      Şehirde, sokakların ana hatları onun planladığı gibi kalmış olsa da 1600 yıldır Büyük Konstantin’in adını taşıyan somut kanıtlardan çok azı mevcut. Tam şehrin ortasından geçtiği için Mese adıyla anılan yolun güzergâhı değişmedi. Mese, Yunancada “orta” anlamına geliyor. Osmanlılar ismini “Divan Yolu” olarak değiştirdikleri Mese’yi şehrin ana caddesi olarak korudular, zira burası sultanların devrinde Topkapı Sarayı’ndaki divana çıkıyordu. Ne kadar yoğun olursa olsun Divan Yolu, Sultanahmet’ten başlayıp Kapalıçarşı civarına kadar yol boyunca sıralanan Osmanlılara ait türbe ve mezarlardan dolayı kendine özgü cazibesi olan bir sokak. Sağ kolda eski bir mezarlığın arkasında bulunan Balkan Türklerinin işlettiği çay bahçesinde çay içmek hoşuma gidiyor.

      Yakınlarda 19. yüzyılın ilk zamanlarında hüküm sürmüş yenilikçi 2. Mahmut’un türbesi var. Türbeyi çevreleyen mezarlık, Osmanlı padişahlarının aile fertleriyle imparatorluğun son asrındaki 10 yıllık çöküş döneminin saygın kişilerinin harikulade anıt mezarlarına ev sahipliği yapıyor. Ünlü yazarların kabirleri, mermer mürekkep hokkası ve tüylü kalemlerle donatılmış. Bir amiralin gemi şeklindeki kabri göze çarpıyor. Yolun aşağısına doğru, Türklerin “Çemberlitaş” adını verdiği, mermer bir kaide üzerine oturtulmuş, somaki mermerinden 6 adet silindirden oluşan Konstantin sütunu “Yanan Sütun” yakın dönemde temizlenmiş ve onarılmıştı. Çekidüzen verilmiş olmasına rağmen yine de yok olan bir nesnenin geride bıraktığı üzgün görünümlü bir parçayı andırıyor. Başlangıçta sütunun üzerine oturtulmuş Apollo giysileri içindeki Konstantin’in heykeli 1106 yılında meydana gelen bir fırtına esnasında tahrip olmuş ve sonraki yüzyıllarda da başka kötü durumlara maruz kalmıştır. Bugün adı bir tramvay durağına verilmiştir.

      “Havarilerin Eşiti” Konstantin kendisi için Kutsal Havariler Kilisesi’nin (12 Havari Kilisesi) bir bölümü olarak Venedik’teki San Marco Katedrali ve diğer Bizans kiliseleri için emsal oluşturan haç şeklinde bir bina, bir mozole yaptırdı. Konstantin, Büyük Saray’da mor bir kefene sarılıp altın bir tabut içinde üç ay boyunca teşhir edildikten sonra buraya gömüldü. Haleflerinden bir kısmı da aynı şekilde buraya defnedildi. Fatih Sultan Mehmet, kendi imparatorluk camisi için İstanbul’un yedi tepesinden birinin üzerinde bulunan kutsal havarilerin bölgesini seçti. Kutsal havarilerin kilisesi yıkıldı; malzemeleri de caminin yapımında kullanıldı. Fatih’in camisi 18. yüzyılda meydana gelen bir deprem sırasında tahrip oldu. Şimdi yerinde duran cami de o tarihte yapılmıştır. Bizans kraliyet ailesinin bir kısmının kemiklerinin bulunduğu somaki mermerinden lahitleri Arkeoloji Müzesi’nin arazisinde görebilirsiniz. Bir keresinde bunlardan birinin klima ünitesini saklamak için kullanıldığını görmüştüm.

      7

      Jüstinyen ve Theodora: İmparatorluk Döneminin Konstantinopolis’inde Bir Gezinti

      Hagia Sophia Kilisesi, görünen o ki Konstantinopolis’in kutsal merkeziydi; ancak şehrin halka açık merkezi “Hipodrom”, yani Türkçedeki adıyla “At Meydanı” idi. Genişliği 130 metre, uzunluğu 450 metre olan Hipodrom, en parlak döneminde 40 sıralık ve 100 bin kişilik oturma kapasitesine sahipti. Adından anlaşılacağı üzere burada at yarışları yapılıyordu ve Konstantinopolis’in ilk sakinleri spora, özellikle de at yarışına deli oluyorlardı. Hipodrom ayrıca halka açık gösterilerin gerçekleştirildiği bir yerdi. Konstantinopolis halkı oldukça mücadeleciydi. MS 532’de gerçekleşen Nika İsyanı; Yeşiller, Maviler, Kırmızılar ve Beyazlar adlarını taşıyan tüccar loncaları arasındaki çekişmeye tanık oldu. Ayaklanma sırasında İmparatorluk Sarayı ve Ayasofya büyük çapta zarara uğradı ve Büyük Jüstinyen tahttan indirilme noktasına kadar geldi. Jüstinyen afalladı; fakat sert bir mizaca sahip eşi Theodora, Jüstinyen’i dirençli olması için ikna etti. İlerleyen sayfalarda göreceğiniz gibi Prokopius, zaman zaman Theodora’nın aleyhinde bir tavır içinde olsa da, bu sefer onu kahramanca takdim ediyor:

      Güne doğan her erkek er ya da geç ölecektir [dedi Theodora]; peki bir imparator kaçak olmaya nasıl razı olabilir? Ben şahsen ne kendi rızamla imparatorluk pelerinimi çıkarmak ne de bu ünvanla çağırılmadığım günü görmek isterim. Eğer siz efendim, paçanızı kurtarmak istiyorsanız bu konuda hiçbir sıkıntı yaşamayacaksınız. Zenginiz, işte deniz burada, gemilerimiz de. Öncelikle şunu idrak edin ki eğer güvenliğiniz sağlanırsa ölümü tercih etmediğiniz için pişmanlık duymayacaksınız. Ben şahsen eski bir sözden yanayım: Mor, asaletin kefenidir.

      Jüstinyen kuvvetlerini tanzim etti ve gücünü yeniden elde etmek için harekete geçti. İsyancıları ele geçirmeyi kararlılıkla aklına koymuştu. Birliklerine, içinde insanlar olduğu halde hipodromun kapılarını kapatmalarını emretti. Arkasından gelen toplu bir katliamdı. Jüstinyen’in emriyle 300 binden fazla insan kıyıma uğradı.

Asil Çift

      İmparator Jüstinyen, Trakya’nın Roma eyaleti Balkanlarda doğdu. Anadili muhtemelen ilk milenyumun sonundan oldukça önceki bir zamanda unutulan Trakya diliydi. Kendisinden önce imparator olan amcası ve hamisi Jüstin, Trakya köylülerindendi ve muhtemelen okuma yazma bilmiyordu. Jüstin’in üzerinde “onu okudum” anlamındaki “LEGI” ibaresi kazınmış ahşap bir mührü vardı. Kelimenin üzerinden mor mürekkeple geçiyordu ve yalnızca imparatorun mor rengi kullanma hakkı olduğu için herhangi bir dökümanda görüldüğünde kimin onayından geçtiği açıkça belli oluyordu. Ölmekte olan klasik Yunan kültürünün varlığını sürdüren ustalığıyla yapılabilen, eski Roma İmparatorluğu’nun uzak bir eyaletindeki Balkan köylü hayatının çamur ve samanından pek de uzak olmayan bir imparatorun açıkgözlülüğü, derin ihtirası ve servetiyle desteklenen Ayasofya Kilisesi, yalnızca beş yılda tamamlandı ve 26 Aralık 537’de kutsandı.

      Jüstinyen’in köylü geçmişine rağmen bu güçlü imparatorluğun başına geçmiş olması kadar İmparatoriçe Theodora’nın soyu da şaşırtıcıdır. Theodora, çocuklarınızın annesi olmasını isteyeceğiniz tarzda bir kız değildi. İmparatoriçelerden çok azı ayı bakıcısı bir babaya ya da sirkte akrobat bir anneye sahip olmasıyla gurur duyabilirdi. Lakin Theodora’nın ebeveynleri böyleydi işte. 6. yüzyıl tarihçilerinden Bizanslı Prokopius’un resmi tarih kayıtlarından çıkarmak zorunda kaldığı tüm sıradışılıkları içeren Bizans’ın Gizli Tarihi kitabındaki Theodora’nın hikâyesi, dünyadan geçmiş bir hükümdarın en küçük düşürücü tasvirlerinden biridir. Theodora’nın ilk zamanlarına ilişkin Bizans’ın Gizli Tarihi kitabından bir paragraf şöyle söyler:

      Şimdi bir süredir Theodora bir erkekle yatacak veya bir kadın gibi ilişkiye girecek kadar olgun değildi ama insanlığın döküntülerini tatmin eden -ki onlar köleydiler ve efendilerini tiyatroya kadar takip edip bu tarz yabani deneyimleri yaşama şansı buluyorlardı- bir erkek fahişe gibi davranıyordu. Önemli bir zamanını bedenini bu tarz olağan dışı alışverişlere adadığı bir genelevde geçirdi… Ama olgunluğa erişir erişmez o ortamın kadınları arasına katıldı ve atalarımızın piyade olarak adlandırdığı

Скачать книгу