Okuma sanatı. Damon Young

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Okuma sanatı - Damon Young страница 9

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
Okuma sanatı - Damon Young

Скачать книгу

değildir. Bunun yerine Ludwig Wittgenstein’ın Felsefi Soruşturmalar’ında tabir ettiği üzere “ailesel benzerlikler”e sahiplerdir. Kara Şövalye’nin her yeniden doğuşunda karakter, anne ve babasını küçükken kaybetmiştir ama Batman Thomas Wayne oğlunu kaybetmiştir. Çoğu öldürmez ama Batman Arkham Knight kabadayıları yakarak öldürür, sonra da onların dumanı tüten cesetlerinin yanında sevişir. Çoğu sessiz ve gaddardır; ama 1960’lı yılların televizyon Batman’i daha konuşkan ve şakacıdır. Neredeyse hepsi siyah, mavi ve gri giyer ama “Gökkuşağı Batman” bir terzilik isyanıdır. Her hikâye, yalnızca uyarlamalardan oluşan bir uyarlamanın kendine has versiyonundan başka bir şey değildir: Özgünlük ihtimallerden oluşur, esasi bir özden değil.

      Merak, bu şekilde tesir ve yineleme peşinde koşmak anlamına gelmek zorunda değildir, doğruları bulmakla da ilgili olabilir: Örneğin Batman gibi huzuru sağlamaya çalışsa da aslında kanunlara karşı gelen birinin emeklilik zamanı gibi. (Nörolog E. Paul Zehr’e göre felç edici sakatlıktan birkaç sene önce.) Yaşamöyküsel olabilir: Batman markasının ardındaki hukuki ve etik çatışma gibi. Elbette, süper kahramanlarla ilgili olmak zorunda değildir; en basit tanımıyla bu ikonik karakterler keşif oyununu daha net biçimde ortaya çıkarırlar. Merak, tahmin edilemez sonuçlara yol açar. Batman üzerine Alan Moore’u, özgürlük üzerine John Stuart Mill’i, asil New York üzerine Edith Wharton’ı ya da ejderhalar üzerine Ursula K. Le Guin’i okurken önemli olan her zaman edebi dünyanın sınırlarını zorlamaktır.

      Merak, edebi keyfi mahvediyor gibi görünebilir; çünkü merak özgünlüğe ve mükemmeliyete bir darbe vurur. Geçmişi, paralelleri, gündemleri ve basit hataları açığa çıkarır. Şurası kesindir ki kurgusundaki kaba yabancı düşmanlığının izlerini keşfettikten sonra H. P. Lovecraft’ı aynı heyecanla okuyamam. Masum Borges keyfim de gerici politikası ve ırkçılığı nedeniyle berbat olmuştur. Onun sanki bu dünyadan değilmiş gibi görünen varlığı, yüce gönüllü olduğu kadar sinsi de görünür. Birçok romanın sanatsallığı, gerçek hayattaki eşdeğerleri gösterildiğinde göze yanlış gelmeye başlar. Virginia Woolf’un Mrs. Dalloway’i ya da Simone de Beauvoir’ın Mandarinler’i günlüklerden alınmıştır. Ama bu gerçekleri bulma çabası kendi içinde eğlencelidir. Hume’un dediği gibi bilgelik, bir çeşit avcılık gibidir. Sporun kendisinden uzak olsak bile zaferle ilgilenmeye başlarız. “Olayın hararetiyle, bu neticeye fazla dikkat ederiz,” diye yazmıştır, “öyle ki her türlü hayal kırıklığı bizi huzursuz eder ve oyunu kaçırdığımızda üzülürüz.” Borges ya da Lovecraft’ın hatalarını bulma niyetiyle yola çıkmamış olsam da avımı kovalamaktan ziyadesiyle memnunumdur.

      Benzersizliğin altını oymak dışında, merak bazen yenilik atmosferini güçlendirir. Herhangi bir metni saran ihtimalleri göstererek bu sanatın özgüllüğünün altını çizer. Tüm hikâye ve argümanlarda, karakter ve atmosferde, konu ve tabirlerde, yazar bunları harekete geçirir. James Joyce’un Ulysses’indeki resmi soru-cevaptan duyumsal monoloğa geçişte, Ted Hughes’un “The Thought-Fox” şiirinde, “sıcak”taki “ani ve keskin tilki kokusu”ndaki canlılıkta… Her metin bu seçimlerle gücünü elde eder. Joyce’un yazdığı bölüm sadece Katolik sınıf kitaplarından alınmış bitkin bir nakarat değildir. Hughes’un hayvanı, rüya yoluyla şiire esin kaynağı olan yanmış tilkinin aksine bir şey söylemez. (“Dedi ki kes şunu, bizi yok ediyorsun.”) Her eser farklı bir şekilde de yazılabilirdi ve meraklı okur Borges’in sonsuz kütüphanesini deşerek bunu keşfeder. Gerçeğin çekiciliğini fark etmek için saplantılı bir ihtimal hissine sahip olmak gerekir.

      Muhterem ve Muhteşem

      Evrensel anlamda en çok takdir edilen erdemlerden biri olan merakı övmek kolaydır. Ama her tertibat gibi merak da yanılabilir. Hâlihazırda bulunanı sıçrayarak geçtiği için, merak gerçek olanı fazlasıyla geride bırakabilir. Yaratıcı biçimde okuruz ama sonunda gözlerimizi kısarak uzaktan bakmak zorunda kalırız, işin kendisi bulanıklaşır. Entelektüel çaba, metnin detaylarından ve yazarın seçimlerinden keyifli bir kaçamak halini alır. Merak aynı zamanda neden merakta olduğumuz konusundan bir kaçış, kendi tuhaflık ve kusurlarımızı görmezden gelme yöntemi de olabilir.

      Yirminci yüzyılın en önde gelen filozoflarından olan Martin Heidegger’ı örnek alalım. Heidegger’ın ana ilgi alanı ontoloji, yani varlık bilimidir ve neyin ne olduğudur. O aynı zamanda da dar görüşlü bir antisemitist ve Nazi sempatizanıdır. Bu gerçekler okuru zorlayan eserlerini hem gölgeler hem de aydınlatır. Formundayken derin sürprizler sunar, hiçlik yerine bir şeylerin var olduğunu hatırlatır ve bu çok heyecan vericidir. Filozof ve eleştirmen George Steiner, Heidegger’ın politik ve etik başarısızlıklarına haklı olarak eleştirel yaklaşsa da onu “apaçık gerçeklerin yoluna parıldayan engeller” koyan bir “şaşırtma ustası” olarak tanımlar.

      Heidegger, kısmen de olsa Sokrates öncesi akımın savunucularının, İsa’dan önce altıncı ve beşinci yüzyıllarda çalışan filozofların rönesansından sorumludur. Heidegger, bu filozofların külliyatından hayatta kalan parçaları almış, onları cesur ve yeni şekillerde, “ilkel Yunanca sözcüklerin özgün gerçeklikleri” diye betimlediği şekillerde yeniden yorumlamıştır.

      Heidegger’ın en akılda kalan çalışması Elealı Parmenides üzerine olandır. Muhtemelen en önemli Sokrates öncesi düşünürlerden biri olan Parmenides, beşinci yüzyılın başında başarısının zirvesindedir. Birlik, çokluk ve varlığın sonsuzluğu üzerine düşünceleri ve entelektüel mirası Batı felsefe ve teolojisinin temelini oluşturan Platon’u etkilemiştir. Platon’un Theaetetus’unda, Sokrates Parmenides’i “muhterem ve muhteşem” olarak tanımlar ve derin asaletini anlatır. Bir nesil sonra, Aristoteles de Parmenides’i “sezgisel” anlamda önder saymış ve Fizik’in birkaç bölümünü onun varlık hakkındaki temel fikirlerini devirmeye adamıştır. Aristoteles, Parmenides’in, filozoflar onun güçlü argümanlarını aşmaya çalışırken Yunan atomculuk kavramının gelişmesine öncülük ettiğine inanmıştır. Bu kavram iki bin yıl sonra Aydınlanma dönemi bilim insanlarını yüreklendirmiştir. Parmenides Batılı düşünce sistemlerine dikkat çekici ve kapsamlı katkılarda bulunmuştur ve Heidegger da onun mirasının tanınmasında önemli rol oynamıştır.

      Buna rağmen, Parmenides’in tek bilinen eseri, bazı parçalarına ulaşılabilmiş “Doğa Hakkında” şiiridir. Büyük âlimlerin karşısında duran bu kafa karıştırıcı bilge, bize minik bir kitapçıktan daha azını bırakmıştır; elimdeki yayın yalnızca iki sayfadır. Pasajlar eksiktir, metnin parçaları yer değiştirmiştir ve yüzyıllar boyu gerçekleşen kopyalama ve bir daha kopyalama bazı yanlışlıkların önünü açmıştır: orada bir harf silinmiş, şurada bir hece eklenmiş gibi. Çoğu zaman banal sayılabilecek hatalara ek olarak, günümüze ulaşan dizeler antik Yunancadır. Yani bu bir çeviridir ve işin içine anlam karmaşası girer. Parmenides’in birçok fikri, daha sonraki filozofların (örneğin Platon ve Aristoteles gibi) fikirleri ışığında yeniden yazılmıştır. Bu nedenle elimize geçen parçalar yüzyıllar boyu ödünç alınmış ışıkların yarattığı aydınlıkta okunmuştur.

      Bu şekilde parçalara ayrılmış oldukları için, Parmenides’in muammalı kırıntıları merak yaratır. Tarih, arkeoloji, dilbilim, antropoloji, edebiyat eleştirisi, felsefe vb. alanların modern araştırmacıları uzmanlık içeren incelemeleriyle boşlukları doldurmaktadır. Elbette ki ilim, Coleridge’in “Kubilay Han”ından Frank Miller’ın Batman’ine kadar birçok esere ışık tutabilir. Ama Sokrates öncesi düşünceleri bu daveti daha bariz hale getirir: kırık bir çömlek

Скачать книгу