Safiye sultan. Turhan Tan

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Safiye sultan - Turhan Tan страница 11

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
Safiye sultan - Turhan Tan

Скачать книгу

yıldan beri uymadığını ve nerede Venedik gemisi görürlerse, köpürmüş, kabarmış bir hınç denizi gibi amansızlaştıklarını biliyordu.

      Bunun sebebi, Venediklilerin iki namussuz hareketiydi. Türk korsanları Topkapı Sarayı tarafından ilan olunan barış ve affa rağmen o sefil hamleleri unutmuyordu. Venedik bayrağını Akdeniz’de dolaştırmamak azmini besliyorlardı. Korsanların hakkı da vardı. Çünkü Venedikliler 1536’da İskenderiyeli Genç Mürabit diye anılan meşhur bir Türk denizcisini, sebepsiz ve haksız pusuya düşürerek ölümcül bir şekilde yaralamıştı, kumanda ettiği bütün filoyu da zapt etmişti. Olayın çirkinliği, elli altmış gemiyle genç Mürabit’in yedi sekiz kadırgalık küçük filosuna hücum eden namerdin Venedik amirallerinden biri olmasından ve bu baskın yapılırken de Osmanlılarla Venediklilerin barış halinde bulunmasından ileri geliyordu.

      Genç Mürabit, bire karşı on gemiyle pusu kurarak saldıran düşmana boyun eğmedi, her Türk’ün yapacağı şekilde hareket ederek savaşı, yani ölümü kabul etti. İlkin Amiral bayrağı taşıyan kendi gemisi, sonra iki kadırgası yandı, bin beş yüz Türk, bu yangınlar sırasında kül oldu. Bizzat Mürabit sekiz, on yerinden yaralıydı, gemisi batarken denize atılmıştı, Venedik donanması kumandanı Proveditör Cirolamo bir zafer alayında boynuna zincir vurup sergilemek için olacak, yaralı aslanı sudan çıkarttırıp gemisine aldı. Fakat amacına erişip de onu Venedik sokaklarında gezdirtemedi. Zira Duçe ve senato, yurtlarının Türk çizmesi altında darmadağın olacağını düşünerek pusucu amirali görevden aldıkları gibi genç Mürabit’in de yaralarını iyileştirmiş, elini ayağını öpüp affını dilemiş ve iyileşince emrine mükemmel bir filo verip Afrika sahillerine göndermişti. Osmanlı hükümeti, Mürabit’e yapılan bu iyilikleri bir özür olarak kabul ettiğinden bu olay bir savaşa sebep olmadı. Fakat Türk korsanları Venedikli kanında nasıl bir yılan zehiri dolaştığını anlayıp intikam hırsına kapıldı, Sen Mark bayrağı altındaki gemileri uzun müddet düşman teknesi saydı.

      Venedikliler ancak ihtiyatlı hareket etmek ve toplu bir durumda sefer yaptırmakla gemilerini Türk korsanlarının intikam ateşinden koruyabiliyordu. Arada sırada da denizin dili yok diyerek buldukları gemilere baskın yapıyorlardı. Mesela buğday yüklemek üzere limanlarına gelen tüccar teknelerini zapt etmekten ve bu eşkıyalık, İstanbul’a aksedince elçi üzerine elçi yollayıp özür dilemekten, tazminat ödemekten geri kalmıyorlardı. Fakat bir filo kumandanının Venedik’e gelmekte olan Türk elçisini denizde öldürmek, yok etmek kastıyla takibe cesaret etmesi Venediklilerin barış için içtikleri andın kıymetini, sözlerindeki değeri bir kez daha ortaya koyduğu gibi Türk korsanlarının hıncını da sekiz on kat arttırmıştı.

      Bu elçi, Yunus Bey adlı bir Türk diplomatıydı. Bir Türk gemisinin Korfu sularında Venedik donanması tarafından zapt edilmiş olmasından dolayı, ihtarlarda ve tazminat talebinde bulunmak üzere Venedik’e gidiyordu. O, üç kadırgalık küçük bir filo ile yola çıkmıştı. Cumhuriyet’in çok sayıda gemiden oluşan bir donanması yine denizin dili yoktur düşüncesiyle bu küçük filoyu yok etmek hevesine kapıldı, açık denizde taarruza geçti.

      Yunus Bey’i getiren filo, savaş için hazırlanmadığı ve dost bir devlet merkezine doğru yola çıkmanın verdiği emniyetle zayıf bir durumda bulunmadığından Cumhuriyet donanmasının hücumuna karşı koyamadı, kaçmaya çalıştı. Himara sahillerinde karaya oturdu. Oranın halkı Türklere saygı göstermedi, hayli sıkıntı verdi. Fakat daha sonra Yunus Bey’in rütbesini öğrenince, edepli davrandı.

      Bu olay, Venedik aleyhine savaş açılmasını zorunlu kılacaktı. Lakin Venedik Duçesi, Senatosu İstanbul’un olanları haber almasından önce harekete geçti. Yunus Bey’in kadırgaları üzerine yürüyen kont Grade Niko’yu zindana attı, Korfu sularında bir Türk gemisi zapt eden filo kumandanı Proveditör Kontarini’yi de muhakeme altına aldı. İstanbul’a etraflı özür mektupları yolladı, rüşvetler sundu. Barışın bozulmasını önledi. Fakat Türk korsanları, silahsız elçilere bile hücum etmeyi kabul eden Venedik ahlaksızlığını affetmedi, öç alma siyasetini kuvvetlendirdi.

      İşte Bafo’yu taşıyan gemideki asilzadeleri ve kaptanından dümen neferine kadar bütün o cesur denizcilerini renkten renge sokan, telaş içinde bırakan sebep buydu. Görünen geminin korsanlara ait olma ihtimaliydi. Eğer o ihtimal doğru çıkarsa, kesin savaşmak gerekecekti. Yani Türklerin Venedik gemisine saldırmaları yüzde yüz beklenebilirdi ve bu, felaket kelimesiyle de ifade olunamayacak kadar büyük bir talihsizlik olacaktı. Çünkü iki kere ikinin dört etmesi nasıl doğalsa, tek bir Türk gemisinin yine tek bir Venedik gemisini haklaması da o ayarda bir şeydi. Hatta maddi veya manevi bir sebeple, göze görünmeyen ve akla sığmayan bir şeyin zoruyla iki kere iki bazen beş yahut üç olabilir. Fakat bir Türk’ün bir yahut iki yahut üç Venedikliyi bir çırpıda yenmesi, tepelemesi, daima doğru çıkan ve bundan sonra da çıkacak olan bir gerçekti.

      Korfu’ya doğru süzülen Galerya’daki asilzadeler, askerler, tayfalar, kürekçiler de işin böyle olacağını bildiklerinden sararıp soluyor, bayılıp ayılıyordu. Herkes sersemlediği için gemi de başıboş kalmıştı. Gelişigüzel yuvarlanıp gidiyordu gemi. Halbuki enginde görünen Türk gemisi, nereye doğru süzüleceğini belirlemişe benziyordu. Gittikçe büyüyen bir deniz ejderi halinde Venedik teknesinin üzerine doğru koşa koşa geliyordu.

      Erkeklerin telaşına, anlamsız kekelemelerine gözünü ve kulağını kapamış görünen Bafo, deniz üstünde belirişi bir tehlike işareti olarak kabul edilen geminin gerçekten Türklere ait olduğunu anladıktan sonra yüzünü kaptan Loredano’ya çevirdi.

      “Bu geliş,” dedi, “avcı gelişine benziyor. Savaşacak mısınız?”

      Daha bir iki saat önce, tarihi hatıralardan gurur hissesi almak isteyen ve Türklere -tek bir Türk’ün bulunmadığı yerlerde- meydan okuyan Loredano’nun ilkin dudakları, sonra çenesi titredi, dişleri arasından şu miskin kelimeler döküldü:

      “Kuvvetler arasındaki oranı bilmiyorum, şerefimizi tehlikeye düşürmekten korkuyorum.”

      Bafo’nun gözleri Kapitano’nun yüzüne dikilince o, asilzade hemşerisinden daha akıllı davrandı. Korkaklığın ağırlığını güzel kızın varlığına yükledi.

      “Savaşmak kolay. Fakat sizi elden kaçırma meselesi var.”

      Suranço da bu ara mırıldandı, Kapitano’nun yumurtladığı cevhere cila verdi.

      “Biz ölmeğe hazırız. Sizin yaşayacağınızdan emin olmak şartıyla.”

      Bafo, İtalyanca sözlükte bulunan en ağır kelimeleri biraraya getirerek ve onları tükürükten bir zarfa koyarak sırayla şu üç asilzadenin yüzüne fırlatmak için hafızasını yoruyordu. Yüreği bulana bulana aşağılama cümleleri hazırlamaya çalışıyordu. Fakat top menziline girmiş olan Türk gemisinden uçup gelen ilk gülleyle Galerya’daki Venedik bayrağı uçup gidince elinde olmadan titredi, hakaret etmek istediği gençleri o suretle küçültmekten vazgeçti ve cesaretlendirmeye yeltendi.

      “Haydi,” dedi, “ne duruyorsunuz? İşinizin başına geçsenize. Yoksa teslim mi olmak istiyorsunuz?”

      İkinci, üçüncü ve dördüncü gülleler yelkenleri, direklerden bir kısmını yerle bir ederken Loredano, Bafo’nun önünde diz çöktü, yalvardı:

      “Emri siz verin, topçuları siz kumanda edin. Ben size baka

Скачать книгу