Tarihimizdeki garip olaylar. Sabri Kaliç

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Tarihimizdeki garip olaylar - Sabri Kaliç страница 5

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
Tarihimizdeki garip olaylar - Sabri Kaliç

Скачать книгу

namlı ok atıcı pehlivanlarından Miriâlem Ahmet Ağa 75 yaşındayken bir gün okçular başına gidip ok ısmarlamıştı. Esnaftan bir delikanlı: “Pehlivan! İhtiyarladın artık! Kolunda yay çekecek kuvvet kaldı mı ki?”diye takılınca Ahmet Pehlivan da atını çarşının kapısına sürmüş, kapıdaki zincirlere kollarıyla asılmış ve bacaklarını atının karnına sarmıştı. Sonra kollarını kısınca kendisiyle beraber koca atı da yerden havaya kaldırmış ve gülerek: “Eh oğul, pazularımda azıcık bir şey kalmış gibi!” demişti. Ahmet Ağa’nın daha gencecik bir delikanlıyken memleketi olan Manisa’da odun yüklü bir eşeği bacaklarından tuttuğu gibi havaya kaldırdığı, yeni kesilmiş iki koyunu birer koluyla havada tutarak iki kasaba yüzdürdüğü bilinirse, bu yaptığı da şaşırtıcı olmasa gerek!

      ‘AVRAT PAZARI’ NE DEMEK OLA Kİ?

      Bir zamanlar İstanbul’da satıcıların da müşterilerin de sadece kadınlardan oluştuğu ve “avrat pazarı” denen pazarlar kurulurdu. Cerrahpaşa’da, Kocamustafapaşa Caddesi boyunca, Arkadius Sütunu önünden Taşmektep’e, oradan da Bayrampaşa Medresesi ve Türbesi’ne çıkan Yağhane Sokağı’ndan Haseki Caddesi’ne kadar olan kocaman araziye avrat pazarı kurulduğu için sonraları o bölgenin adı da Avratpazarı olmuştur. Kanuni Sultan Süleyman’ın eşi Hürrem Sultan kendi adına hayrat yaptıracağı zaman da özellikle bu bölgeyi seçmişti.

      OSMANLI DÖNEMİNDEN BİR İNSAN HAKLARI BİLDİRİSİ

      Kanuni Sultan Süleyman 1389 yılında Kosova Savaşı ile fethedilen Arnavutluk’a bağlı Belgrad Bölgesi’nde yaşayan halkın haklarının korunması için, 1558 yılında Belgrad Kadısı’na gönderdiği “Ferman”da şöyle buyurmaktadır:

      “Devlet askerleri (Sipahiler), biçilmeyip el ile yolunan ottan zorla vergi alırlar imiş, kaldırdım. Askerler ev yakınında bulunan bağ, bahçe ve bostanlardan yemeklik için üretim yapanlardan para almak isterler imiş, almasınlar, yasakladım. Boş yerlere tarla açanlardan, ihya edenlerden vergi alınmasın. Nehir üzerlerindeki dolap ve karaca değirmenler, yeni yapılmış olsalar dahi fazla vergi alınmasın. Askerler, tarla ürünlerini satmak için, halka pazar yerine götürmelerini isterler imiş, pazara götürülmesin, teklif dahi edilmesin. Askerler ‘boyunduruk hakkı’ diye vergi almasınlar. Askerler savaşa gitseler, geride kalan mallarını köy halkından güvenilir adamlar korusunlar. Yeni evlenen askerlerden ‘gerdek hakkı’ diye vergi alınır imiş, bundan böyle alınmasın. Savaş esnasında bile askerler eve girip arı kovanlarına dokunmasınlar. Ve yerleştiği yerde, evleri önünde, sancakları altında kendi geçimleri için ürettikleri arı kovanından dahi vergi alırlar imiş. Onu dahi göresin. Başka kovanlık olmayıp, evleri yanında ve sancakları altında olan kovandan dahi vergi aldırmayasın. Kovan hakkı bahanesi ile askerler savaş esnasında bile bu bahaneyle evlere girmekten men eylensin. Bu husus için şikayet ettirmeyesin.

      ESKİ ZAMANLARDA ESİR TİCARETİ

      Osmanlı, esirliği ve esir ticaretini kaldıran uluslararası anlaşmayı tanıyıncaya kadar, İstanbul’da ki büyük Esir Hanı ve Esir Pazarı, Nuruosmaniye Camii’nin Tavukpazarı tarafında idi. Daha doğrusu, bu cami 18. yüzyılın ikinci yarısında Esir Hanı yanında inşa edilmişti. Oğlan ve kız, köle ve cariye alım satımı türlü uygunsuzluklara, fuhşa müsait olduğu için, esircilik kefalete bağlanmış, esirciler sıkı devlet kontrolü altında tutulmağa çalışılmış, buna rağmen çeşitli edepsizlikler olmuş ve zaman zaman şiddetli tembihler, yasaklar çıkmıştır. Kadın veya erkek esirciler ile esir tellallarının edepsizleri tarafından yapılıp da 16., 17. ve 18. yüzyıllarda İstanbul Kadılığı’na gönderilen fermanlardan öğrendiğimiz başlıca uygunsuzluk, sahibi tarafından satılan köle ve cariyeleri ucuza kapatmaktı, fakat asıl korkunç yanları mesleklerini fuhşa vasıta yapmalarıydı. Kendi ellerindeki taze dul cariyelerle sakalı bıyığı bitmemiş köleleri yüksekçe bir para karşılığında bekâr odalarına götürüp birkaç gün kapattırırlar, haber alınıp da zabıtaca sorguya çekildiklerinde: “Esire talip oldu, pey akçesini3 verdi, beğenmedi, peyden geçip geri getirdi, günahımız yoktur, usul budur” derlerdi.

      Bazı kadın esirciler ve özellikle esir tellalları da evleri ve konakları dolaşırlar, güzel ve bakımlı cariyeler için değerinden kat kat üstün bir fiyat vererek; “Bir zengin efendi cariye ister, satıverelim” diye sahip veya sahibesinin tamahını tahrik ederler, bir miktar pey akçesine kızı alırlardı. İstanbul’da ticaretle meşgul zengin Hristiyanlara, Polonya ve Boğdan elçilerine götürürler, büyük bir ücret karşılığında kızı birkaç gün kapatırlar, kıza da sus hakkı bir küpe veya yüzük alıverirler, sonra yerine iade edip: “Huyunu veya kaşını gözünü beğenmedi, peyinden vazgeçti, kıza da bir küpe aldı” derlerdi.

      1559 (Hicrî: 967) yılında, gayrimüslimlerin esir ve azatlı köle kullanması kesin olarak yasak edildi. Bu yılın Safer4 ayında İstanbul Kadılığı’na gönderilen bir ferman ile gayrimüslimlerin yanında bulunan azatlı veya esir köle cariyelerin tespiti emredildi. Sonra aynı yılın Cemaziyel Ahir’inde5 çıkan ikinci bir fermanla gayrimüslimler yanındaki esirlerin bedeli karşılığında sahiplerinden alınarak Müslümanlara satılması ve azatlıların da Müslümanlar yanında çalışmalarının temini emredildi. Bu tarihten itibaren gayrimüslimler köle ve cariye kullanamadılarsa da, yukarıda anlatılan uygunsuz esirciler ve esir tellâlları aracılığıyla nihayet birkaç gece için meşreplerine uygun ve kendi kalplerini hoş edecek köle ve cariye bulmakta sıkıntı çekmediler.

      KANUNİ’NİN CENAZE NAMAZLARI

      Kanunî Sultan Süleyman’ın cenaze namazı üç defa kılınmıştır: ilk namazı Macaristan’da Zigetvar Kalesi önündeki Türk ordugâhında bulunan otağ-ı hümayunda, büyük padişahın ölümü askerden saklandığı için, gizli olarak kılınmıştı. İkinci namaz babasının cenazesini Belgrad’da karşılayan yeni padişah II. Selim’in de katılımıyla Belgrad sahrasında kılınmıştı ve bu namaza 25.000 kişi katılmıştı. Üçüncü namaz da İstanbul’da, Süleymaniye Camii’nin musalla taşı önünde kılındı. Bu namaza bütün İstanbul halkı katıldı. Gerilere doğru bütün sokaklar, Süleymaniye’den Fatih’e kadar cemaatle dolmuştu… Bu namazın beş yüz imamla kılındığı rivayet olunur. Asrın büyük şairi Bâki’nin de meşhur “Sultan Süleyman Mersiyesi”ni ilk defa bu cenaze töreninde okuduğu, şairi dinleyenlerin hıçkırıklarının gökyüzünü tuttuğu söylenir.

      MİMAR SİNAN VE YUMURTALI HARÇ

      Dönemin padişahı Sultan II. Selim, Mimar Sinan’a şanına yakışır bir camii inşa etmesini buyurmuş. Sinan hemen kolları sıvamış Selimiye Camii’ni yapmaya başlamış. Temeller kazılmış, iskeleler kurulmuş… Çalışmalar sürerken Mimar Sinan bir gün elinde bir yumurtayla çıkagelmiş. Kendi kendine bir şeyler mırıldanıyormuş, aklından hesap yapıyormuş gibi bir hali varmış. Sonra eğilmiş ve yumurtayı inşaat kumuna kırmış ve başlamış karıştırmaya… Görenler şaşırmış tabii. Bir müddet sonra: “Tüm inşaatta bu harcı kullanacağız.” diye buyurmuş. Sırf bu harç meselesi için Edirne Karaağaç’ta bir çiftlik kurdurtmuş. 30.000 tavuğun her gün düzenli olarak yumurtaları toplanıp kumla ve kille karıştırılıp camide kullanılmış.

Скачать книгу


<p>3</p>

Pey akçesi: Peşinat parası.

<p>4</p>

Safer: Arabî ayların ikincisi.

<p>5</p>

Cemaziyel Âhir: Arabî ayların altıncısı.