Seçme Hikâyeler. Омер Сейфеддин

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Seçme Hikâyeler - Омер Сейфеддин страница 5

Жанр:
Серия:
Издательство:
Seçme Hikâyeler - Омер Сейфеддин

Скачать книгу

dergi ve gazetede makaleleri yayımlanmıştır. Gazetelerde yayımlanan fıkralarının yanı sıra küçük fıkralar da yazdığını görüyoruz.14 “Edebiyattan Enmüzeçler” başlığı altında edebî araştırmaları (“Hamlet”, “Don Kişot vs.) da bulunan Ömer Seyfettin yabancı dillerden tercümeler de (“İlyada” ve “Kalevela” destanları) yapmıştır. Ömer Seyfettin’in eserleri yabancı edebiyatçıların dikkatini çekmiş olacak ki Almanlar, Fransızlar hatta Ruslar bile hikâyelerinden bir kısmını kendi dillerine çevirmişlerdir.

      “Ben edebiyatta yalnız sanata kail olmam. Yalnız sanata kail olsam, edebiyatı pek küçük görmüş olacağım. Hâlbuki o benim nazarımda o kadar büyüktür ki…

      Cehaletin, nasuti duyguların alçalttığı beşeriyet için onu bir haris addederim. Nazarımda edipler, insanlara, adiliklere karşı nefreti talim edecek mürşitlerdir…” diyen Ömer Seyfettin’in eserlerinden önemli bir kısmının çocukların dünyasına rahatlıkla girmeyi başardığını görüyoruz. Bu durum, Ömer Seyfettin’in de çocuk edebiyatçısı sayılmasını sağlamıştır. Ömer Seyfettin’in eserleri, âdeta çocuk edebiyatı gibi pek çok yayınevi tarafından defaten basılmakta ve çocuklarla buluşması yaygınlaştırılmaktadır. Onun bütün eserlerinin Milli Eğitim Bakanlığı tarafından tavsiye edilmiş olması da önemlidir hiç şüphesiz.

      Türkçenin sadeleşmesi meselesi gündeme geldiğinde dilimizin yabancı diller boyunduruğundan kurtarılması sürecinde Ömer Seyfettin “Yeni Lisan” makalesiyle çıkar karşımıza. Yazı dilinde “İstanbul Türkçesi”nin esas alınmasını vurgulayan Ömer Seyfettin “Yeni Lisan” adlı meşhur yazısında ilk başta şunları belirtmektedir;

      “Yavaş yavaş millî edebiyat uyanmaya başladı, yani konuştuğumuz saf, sade ve güzel Türkçe ile şiirler, edebî parçalar okumak saadetine nail olduk. ‘Her millet kendi lisanında yaşar.” Lisan vatan kadar mukaddestir. Fiilî vatanımız olan Türkiye’de, nasıl yabancı düşmanlar bulunmasını istemezsek lisanımızda da Türkçeleşmemiş ecnebi kelimeleri, ecnebi kaideleri istemeyiz.”

      Ömer Seyfettin’in “Genç Kalemler” dergisi etrafında başlattığı ve daha sora “Türk Yurdu”, “Milli Talim ve Terbiye Mecmuası”, “Türk Sözü”, “Yirminci Asırda Zekâ”, “İnci” dergilerinde ve “İkdam”, Tanin, “İfham” gazetelerindeki yazılarıyla millete mal etmeye çalıştığı dil davası Cumhuriyet Türkiye’sinde de taraftar bulmuştur. Ömer Seyfettin’in dille ilgili görüşlerinin Atatürk tarafından ele alındığını ve uygulamaya konulduğunu görürüz. Atatürk’ün “Millî his ile dil arasındaki bağ çok kuvvetlidir.” sözü ve bu doğrultudaki icraatları bunu açıkça göstermektedir.

      Ömer Seyfettin’in yayımlanmış ilk yazısı “Yad” adını taşıyan manzumedir (1318 / 1900). Ölümünden iki gün önce “Muayene” (bkz. “Diken” Mecmuası, sayı: 45, 4 Mart 1336 / 1920). ölümünden hemen sonrada “İffet” adlı hikâyesi (bkz. “Diken” Mecmuası sayı: 47. 1 Nisan 1336 / 1920) yayımlanmıştır.

      Ömer Seyfettin’in bütün eserleri henüz edebiyat âlemine tanıtılmış değildir. Böyle olmasının en büyük sebeplerinden biri de onun, zaman zaman takma adlar kullanmış olmasıdır; Süheyl Feridun, Ç. Kemal, C. Nazmi, A. H., Tarhan, Şit, Perviz, Enver Perviz, Ayas, N. Nazmi, F. Nezihi, Ömer Tarhan, Feridun, Camasb, C., ?, ??, Ayın (ع) Sin (س), Ayın (ع) Ha (ح), Ayın (ع) Kef (ك), Ayın (ش), Ö. Seyfettin onun kullandığı takma adlardan bazılarıdır.15

      Ömer Seyfettin’in hikâyelerini yazış sebebi olarak birtakım tezler ileri sürülmüştür. Ömer Seyfettin bu konuda kendine yöneltilen suçlamaları mühimsememekle birlikte cevapsız da bırakmamıştır. Mesela ülkü arkadaşı Ali Canib’e yazdığı bir mektubunda (14 Teşrinsani 1329) eserlerini niçin yazdığını, amacının ne olduğunu gayet açık bir dille ve hiç tartışmaya yer vermeyecek şekilde belirtmiştir:

      “Düşün ki Gustave Flaubert büyük eserini yirmi beş senede yazdı. Biz niçin elli milyon Türk’e (1908’lerde) ruhi gıda vermek idealiyle on sene çalışmayalım!” Ömer Seyfettin “ruhi gıda” derken neyi kastetmişti? Muhakkak ki Bilge Kağan, “Ey Türk titre ve kendine dön!” derken Atatürk “Muhtaç olduğun kudret damarlarındaki asil kanda mevcuttur!” derken neyi kastetmişlerse Ömer Seyfettin de aynı şeyi kastediyordu. O da “millî ruh”tan başka bir şey değildi. (Türk milletinin o yıllarda millî ruha dönüş çabasını yabancılar da kabul etmiş olacaklar ki Millî Edebiyat hareketinin başlangıcında Fransa’da yayımlanan bir makale oldukça manalıdır. 16 Ağustos 1912’de “Mercure de France” mecmuasında “Des Turcs ala reçhedyune ame national” başlıklı otuz beş sayfalık Fransızca bir yazı 1913’te “Türk Yurdu” mecmuasında “Türkler Bir Ruh-i Milli Arıyorlar” başlığı altında Türkçeye çevrilmiştir.)

      Ömer Seyfettin’i sadece bir edebiyatçı olarak ele alıp incelemek ve ona bu açıdan bakmak, onu eksik tanımak ve tanıtmak demektir. O iyi bir edebiyatçı olduğu kadar -bugün bile inkârı mümkün olmayan görüşleriyle de- iyi bir dilci, yaşadığı devri veren hikâyeleriyle de bir tarihçidir. “Hatta onun için Emile Durkheim çığırından bir sosyologdu diyebiliriz.16 O bunların da ötesinde bir ideal adamıdır. O, ülküsünün gerçekleşmesi için kalemiyle, gerektiğinde kılıcıyla da savaşmasını bilen bir ülkü eri, esareti bile yaşamış bir askerdir.

      İşte bu sebeplerden dolayı, o, sadece bir muharrir ve bir hikâyeci olarak tetkik edilirse tamı tamına anlaşılmış ve anlatılmış olamaz. O, Ziya Gökalp’in de dediği gibi “Yepyeni bir cereyanın ta başında bir inkılapçı idi. Bu cereyan dallanarak Türkçülük, halka doğruculuk, millî kültür hareketinin doğmasına sebep oldu.” Ömer Seyfettin’in hikâyeleri bilhassa bu noktalardan tahlil edilmelidir.

      Çoğu sanatçı gibi Ömer Seyfettin de sağlığında anlaşılamamıştır. Ona sağlığında hak ettiği saygıyı göstermeyenler, onun düşüncelerinde ne kadar haklı olduğunu ölümünden yıllar sonra dile getirmekten kendilerini alamamışlardır. Ölümünden yirmi iki yıl sonra Yakup Kadri şunları söylüyor17

      “Ömer Seyfettin meğer istikbale hitap ediyormuş. Birçoklarımız bunu vaktinde anlayamadık. Ölümünden yirmi şu kadar yıl geçtiği hâlde onun ifadesi terütaze duruyor. Hikâyeleri hâlâ mekteplerde edebî dil numunesi olarak okutuluyor.”

      Türkiye’de en çok basılan eserler arasında Ömer Seyfettin’in hikâyeleri olduğu düşünülürse ölümünden 81 yıl geçmesine rağmen bugün de hâlâ onun, her tür okuyucunun sevdiği yazarların başında yer aldığını kesinlikle söyleyebiliriz.

      Ömer Seyfettin’in Eserleri

      Ömer Seyfettin’in edebî hayatı, otuz altı yıla sığdırılamayacak bir zenginlik göstermektedir. Eserlerinin büyük bir kısmı ancak onun ölümünden sonra kitap hâlinde yayımlanabilmiştir. Hatta her geçen gün Ömer Seyfettin’e ait olduğuna işaret edilen kalem tecrübeleri de gün ışığına çıkartılıp kitap hâline getirilmektedir. Bu sahada en son çalışmayı Prof. Dr. Nazım Hikmet Polat’ın yaptığını biliyoruz.

      Bilinen kadarıyla, nazım ve nesirde onun kullandığı takma adlar oldukça

Скачать книгу


<p>14</p>

Küçük fıkralar için bk2.; Ali Canib Yöntem, a.g.e., s.163-165

<p>15</p>

Ömer Seyfettin, takma adlarını Tarık Us’a İzmir’den gönderdiği ilk mektupta ( 19 Şubat 1906) belirtmiştir, bu konuda daha geniş bilgi için bkz.: Tahir Alangu, “Ömer Seyfettin-Ülkücü Bir Yazarın Romanı”, İst.,1968, s . 91-368; ayrıca (Polat, 2010:20; Argunşah,1999:10)

<p>16</p>

İsmail Hakkı Baltacıoğlu; “Ömer Seyfettin”, Türk Dili, 1952, Cilt:l, Nu:7: Ömer Seyfettin’in sosyoloji ile olan münasebeti hakkında daha geniş bir bilgi için bkz.: Fethi Gözler; “Ömer Seyfettin”, İst., 1976, s. 64-96

<p>17</p>

Ali Canib Yöntem; a.g.e., s.5-7