Türk Tarihi. Necib Âsım Yazıksız

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Türk Tarihi - Necib Âsım Yazıksız страница 9

Жанр:
Серия:
Издательство:
Türk Tarihi - Necib Âsım Yazıksız

Скачать книгу

yerde kökleşip kalmadıkları gibi, hiçbir yerin de köylüsü, tarlası, evleri bu kadar birbirinin eşi ve aynı olduğu görülmemiştir.

      Türk tarihçi Ebulgazi Bahadır Han, Hazreti Âdem’in toprağı buradan başka yerden alınmamıştır.25 diyor. Hakikaten burada insanla toprak birbirinden ayrılmaz. Buraların kendisine mahsus bir manzarası var: Yazın birkaç hafta bir damla yağmur yağmadığı, yerler susuz kaldığı zaman Taşkent, Buhara, Semerkant yolu üzerinde bulunan seyyah büyük, sarı, renksiz topraklı bir yol üstünde bulunarak; ortalığı fırtınaya hazırlanmış bir hafif rüzgâr içinde meydana gelen sıcak ve bayıcı bir giysiye bürünmüş gibi görür. Yaya, atlı, arabalı yolcuları gayet ince ve göz pınarlarında çamur lekesi hâsıl eden ve ortalığı göz gözü görmez bir hâle koyan toz içinde bulundurur. Ağaçlar, insanlar her şey bu tozla sıvanmıştır. Yol sarı renkli dikey iki sarp kaya arasından, kurumuş bir dere başına indiği zaman güneşin tesiriyle insan kendini bir fırına girmiş sanır. Irmak suyu veya sel ile kazınan bu derede su yerine kızgın çakıl taşları bulunur. Sarp kayaların çatlak kovuklarında baykuş, kuzgun ve oraya mahsus bir tür kartal yuva yapmışlardır. Bu dereler şiddetli sularla çatlamış, mağara gibi oyulmuş, güneşin tesiriyle âdeta kuru kiremit şeklini alarak kuvvetlenmiştir.

      Yerlilerin Orda-Ourda26 dedikleri yüksek kerpiç duvarla çevrilmiş barınakları güneşte pişip dayanıklılık kazanan çamurdan inşa edilmiştir. O çukur yerler ekin, mezar, bazen bütün köyü çevreleyip şehirlerin civarında gayet latif manzara oluştururlar.

      Asya’nın şu iki havzasını düzgün bir “toprak” tabaka örtmemiştir. Bu toprak Ora ahalisinin “kum” dedikleri silisli kil ile vaktiyle Hazar Denizi’nden Baykal Gölü’ne ve Nehr-i Asfer’e kadar uzayıp giden denizin bırakmış olduğu tuzla muhtelif miktarda karışarak, biri suyun geçişine mâni yoğun kil, diğeri akışkan ve kumlu silisli kil, üçüncüsü de tuza doymuş çorak toprak olmak üzere üç tür ortaya çıkarır. Bunların üçünü de sertliğinden dolayı insanlar işlemekten acizdir.

      Orada Yer katık, âsmân ırak27 sözü Türklerce darb-ı meseldir. Doğu havzası akarsu yatakları arasında hendekleri, dağ yamaçlarında ağaçlıklı dereleri kapsayan ve balçıklı, kumlu, yol yol tuzlu ve çakıllı araziden ibaret olup batı havzası ise arazinin her hâl ve türünü beyanda milletlerin dillerine gıpta verecek kadar zengin olan Türkçede barkan28 olarak adlandırılan dalgalı ve hareketli kum yığınlarıyla kesilmiştir. Mösyö Richthofen burayı sarı toprak (Loess), kumsal, çakıllık ve taşlık bozkırlar diye üç kısma ayırıyor. Bu tasnif kumlu ve balçık çölleri kapsar ki bunları hakkıyla tespit ve sınırlandırma o kadar kolay değildir.

      Bazı yerlerde balçıklı bozkır kumsalları ortaya çıkar, böyle yerlere Türkçede takır denilir.

      Çukur ve oyuk olan su ve çamurun birikinti yerlerine de bataklık (batak) derler. Asya topografya haritalarında kamış ismi ile balçık ve batak kelimesiyle kum ismine birlikte rastlanır. Takır yerler daima ve genel olarak çıplaktır. Mösyö Henri Morez Türkistan Seyahatnamesi’nde: Takır yerler her türlü ziraata uygun değildir. Çünkü bunların toprakları toz tortularıyla beraber veya özellikle özlü balçıktan ibaret olup üstlerine düşen yağmur sularını aşağı tabakalara indirmeyerek buharlaştırdıklarından alt katları bitkilerin gelişimine yeterli gelecek miktarda rutubete sahip olamazlar. Kışın veya baharın yağan yağmurların buhar olup gitmesinden sonra sıcaktan yeryüzü pişerek âdeta cilalı tuğla şekline girer. Üzerinden geçen develerin ayakları kayar ve tesadüfen buraya düşen tohum taneleri bu pişmiş toprak altında çimlenip baş göstermeyi başaramadıkları gibi, feyz almak üzere baş gösterenler de ilkbaharın şiddetli güneşinde kurur gider.

      Akar ve durgun sulardan uzak olup yüzleri tuğla gibi pişmiş takırlardan ve barkan denilen seyyar kum yığınlarından, yeri boğan çakıl ve kumlardan uzak ve bağımsız ovanın sair kısımları ekinlik ve ağaçlık ile örtülüdür.

      Genç ve bakımlı ormanlar, ekinli yerler arasında Kara Kum, Kızıl Kum, takır ve barkan olan yerler kil gibi leke leke görünürler. Orta Asya’da hakikaten “çöl” denilebilecek her tarafı bitkilerden mahrum ve imara elverişsiz, boydan boya boş yer yoktur. Her yerde, her iki havzada “saksaul” bulunur. Bu ağacımsı kaba ot türünden bitki kumsal, üstü nemsiz kurak yerleri sever. Dört metre kadar boy atar. Ağacı baltanın güç işleyeceği kadar sert olduğu hâlde yanlamasına şiddetle vurulduğu gibi kolayca kırılır. Amuderya kenarı Heftrik, Harezm, Merv, Çârcûy arasında çorak bulunur. Kurtlanmaz. Oraların kömürü makbuldür. Saksaul ile birlikte bakliyat, sayvaniye ailesinden ağaçlar ve bitkiler de bulunur. Kazuarina ve okaliptüs denilen ağaçlar da Orta Asya’da bunlardan daha ziyade gölgelik oluyor.

      Bakliyat ailesinden olan bitkilerin işgal ettiği yerlerde çöl az çok uzayıp giden bozkır hâline gelir. Birtakım yerlerde, yani güneş tesirinin çok olduğu, toprağa çokça toz karıştığı yerlerde etli, parlak, genellikle yapraksız fakat kalın ve sulu, başka bitkilerle birlikte bulunmayı sevmeyen, kuvvetli ve tatlı su ile sulanmış, toprak istemeyen birtakım bitkiler yetişmektedir.

      Derelerin ağzında, yağmurlu, büyük hava cereyanlarına elverişli bölgelerde, iki havzanın sınırları üstünde, Baykal’ın doğu, Altay’ın kuzeyinde Balkaş, Aral Hazar gölleri etrafındaki çay ve Orhun, İrtiş, Yedi Irmak, 29 Çu30, Sarı Su, Turgan31 nehirlerinin Yayık (Ural), İdil (Etil), yani Volga’ya Kuban, Kafkas etekleri ve (Don) nehrine kadar Avrupalıların “step”, Çinlilerin “Tsao-ti” Türkler ve Moğolların bu manaya gelen “Kıpçak” ve “Gobi” dedikleri göz alabildiğine kadar boş çayırlı arazi uzanıp gider. Türk ve Moğol lisanları bu ulu yerlerin çayırlarını, iki havzanın içinde, kenarında kuzey boğazları arasında, tayga yani Sibirya ormanında da bulunan her türlü ahval ve görünümü ifade eden kelimelerle dopdoludur. Buraların bir kısmı otlak, bazı yerleri hem kara, hem de suya salıverilen dala32 saksaulluk, togay33 ortalığa saçılmış tuz kristallerinden dolayı, güneş ışınlarında yansımalar ve hayaller meydana getiren yalgın yani serap ve birtakım yerleri de imardan yoksun hakikaten çöldür.

      Bu iklimin bazı bölgeleri de Kırgız keskin ıtrî kokulu çayır manasına gelen ve içinde alacalı atlar otlayan natırdır.34 Hatta arazi şekillerine dayanan ıstılahları tamamlamak için meydan ve deşt gibi Farsça isimlerini bile ahali kullanmaktadır. Şu kitabı yazmak için eserini eleştirdiğimiz Mösyö Leon Cahun: Türk ve Moğolların arazi şekillerini belirlemek için kullandıkları türlü kelime ve ıstılahları karşılayacak kadar Fransızca sözlük geniş değildir diyor. Burada fırtınalar hiçbir engelle karşılaşmaksızın çölü süpürür. Bağırlak denilen kırlangıçlar coşkun rüzgârları ok gibi yararak bir hışıltı ile uçar.

      Batı havzada Tanrı Dağı’na doğru uzun bir meyil ile çıkan vadiler, o dağın zirvesinden şiddetli bir meyil ile batı havzaya inen yamaçlara donmuş araziden akıp gelen sular tüm çöküntü ve canlı maddeler ile toprağı karıştırarak ormanlık bölgelerin siyah zeminini hâsıl eder. Fergana, Yukarı Siriderya tarafları hakkında

Скачать книгу


<p>25</p>

Şecere-i Türkî, s. 3.

<p>26</p>

(Orduluk) demek olacak.

<p>27</p>

Türkçeye “yer katı, gök uzak” diye tercüme olunabilir.

<p>28</p>

Barmak, yani varmak mastarından türemiştir.

<p>29</p>

Ruslar buna (Semirçe-Sémirtché) derler.

<p>30</p>

İyi su demek.

<p>31</p>

Toygarlı su demek.

<p>32</p>

Türkçede beyabân, deşt manasınadır. Moğolcanın (dalay), (döngel) kelimesi ise (deniz) demektir.

<p>33</p>

Orman, gabe manasında Türkçe bir kelimedir.

<p>34</p>

Aşaşnıng boyı ay natır Alalı cılkı coşatır, Radloff, C. 3, s. 22