Türk Tarihi. Necib Âsım Yazıksız

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Türk Tarihi - Necib Âsım Yazıksız страница 6

Жанр:
Серия:
Издательство:
Türk Tarihi - Necib Âsım Yazıksız

Скачать книгу

style="font-size:15px;">      Türkler ve Moğollar İran ve Çin medeniyetleri arasında ara bulucu oldular. Büyük toplumlar ve devletler kurup asayiş zamanlarında önemli medeniyetler meydana getirdiler.

      Cenkten doğmuş ve fetihler için bir araya gelmiş bu topluluklar kendi komşularının zihnî kazanımlarında canlanarak bir ganimet malından istifade edercesine onlara da yayıldılar. Türk ve Moğol fatihlerinin fikir ve kurumları, uzun süre etki altına aldıkları kavimler ile birlikte karışmamak için direnme esasına dayanmakla birlikte, bunları kendi kavimlerine dönüştürüp kaynaştırmak için de esaslı bir fikir oluşmamıştı. Çünkü bunlar var olanı korur ve himaye eder, kendilerine yenilenlerin medeniyetlerini alır, ileri götürürlerdi.

      Büyük fetihler ve güçlü devletler kuran Türk ve Moğollar ilk önce iki komşuları olan İran ve Çin ile ünsiyet kurmuş ve bunlarda görüp beğendikleri fikir ve bilgileri kabul etmiş oldukları için İran’a komşu olan Türklerin, Çin’e Acem terbiyesini, Çin’e komşu olanların da İran’a Çinli terbiyesini sırayla naklettikleri görülmüştür. İşte bu şekilde hicretten iki asır evvelinden dokuz asır sonrasına kadar şiddetle yer değiştiren Türk ve Moğollar, Doğu ve Batı Asya’nın iki medenî kavmini birbiriyle ilintilendirmeye ve her iki tarafın fikirlerini ve medenî eserlerini diğerine nakletmeye aracı olmuşlardır. Bu şekilde sürekli fikir ve medeniyet değişimine sebep ve aracı olan bu iki kavim kendi fikir ve kurumlarının başlangıç alâmetlerini geliştirmeye ve açmaya fırsat bulmuş ve medenî hizmetleri ile de tarihte önemli bir yer kazanmışlardır. Tarihlerinden çıkartılan bu sonuç yalnız bunlarda görülüp başka kavimlerin hiçbirisinde etki altına alınanların fikir ve kuruluşlarının esasları ve birbiri üzerine olan müşterek hareketleri bu kadar açık görülemez. Türk ve Moğol kavimleri ile oluşturdukları devletlerin tarihî vaziyetlerinin incelenmesi, bunlara çağdaş olan diğer cemiyet ve devletlerin daha karışık olan tarihî olaylarının hakikatini araştırmayı genellikle kolaylaştıracak bazı eserlerin ortaya çıkmasına yardım eder. Türk ve Moğollar daima galibiyete alışmış ve münasebette bulundukları kavimleri kılıçla dize getirmiş oldukları için bahsedilen kavimler tarafından kaydedilen fakat “tarih” adına gerçeği yansıtmayan vakayinamelerde Türklere birtakım fenalıklar isnat olunarak bu şekilde öç almaya kalkışılmıştır. Hatta Sadi-i Şirazî Gülistan’ında Şiraz bölgesinden gurbete gidişine sebebin Türkler olduğunu ve S’ad bin Zengi zamanında Fars ülkesinin imar olunduğunu naklederken bir Türk’e kendi hemcinsini yerdiğinin farkına bile varmamıştır. İşte bu gibi hâller yabancıların yazdıklarında bütün Türkler için görülebiliyor. Tarihî hikmetler ise bu kindar saldırıları reddeder. Öncelikle dinî düşmanlıklar, bunların ihtişamlı zaferleri üzerinde pek az etkili olmuştur. En haşmetli ve kuvvetli zamanlarındaki hükûmet tarzlarına misal olan Moğol Devleti zamanında belirli bir dinleri yoktu. Bunlar kılıç ile ne yapılırsa onu yaptılar. Kazandıkları başarılar hep kılıçlarının ekmeği idi. Devletlerini askerî fikirleri esas alarak kurdular. Kahramanlık, itaat, istikamet, meşru ve faideli zevkler gibi sahip oldukları güzel hasletleri, kendilerinin hakkıyla savaş ehli olduklarını ispat eder. Bunlar sağlam, hükmedici, metîn, iyi idare amirleri idiler. Sanatları ve ilmi tahkir etmek şöyle dursun erbabını onurlandırır, yüceltir, ünlendirir ve aklî melekelerle oluşturulan eserleri alır, bunlara meyleder, mesai sarf ederlerdi. Türklerin yaratılışında bulunan istikamet ve nurani bakış dolayısıyla ait oldukları medenî kavim, uygarlık eserlerini alıp benimsemeye pek müsait idi. Bu fatihler, İranlı ve Çinlilerden aldıklarını kendi tavır ve zekâlarına uydurarak genişlettiler.

      Hicrî altıncı asırda “Buda” mezhebine girerek diğer Müslüman Türklerden ayrılan ve “lama” denilen Buda rahiplerinin tesirleri ile zaten rahata kavuşan Moğollar hakkında Çin’in tuttuğu siyasî yol ve Batı Türklerinin aslî vatanlarından coğrafî mekân ve siyasî ahval açısından ayrı düşmeleri her iki tarafı birbirine arka çıkmak ve korumaktan uzaklaştırmışsa da huy ve kurallarını değiştirememiştir. Hatta Afgan Emîri Abdurrahman Han meşhur layihasında bunu hatırlatarak muktedir bir kumandan çıktığı takdirde Türkistan’dan cihanı sarsacak ordular çıkabileceğini zikreder. Çin İmparatoru Kien Long o zamanın Moğolları hakkında: Moğollar artık bittiler! Rahipleri bunları eve bağladılar, demiştir. Bu sözü nakleden Çin tarihçisi de: Şefkat duyguları bunlardaki savaşçı ruhu söndürdü. Ahiret mükâfatları inancı gururlarını aldattı: (Buda mezhebini düzenleyen) Tsongkhapa Çin ve bütün âlem için iyi sonuçlar doğuran başarı temsilidir, diyor.1

      Bu büyük milletin ortaya koyduğu irili ufaklı devletlerin tarihte yapmış oldukları faaliyetlerin tamamını içine alan ve tarihî hikmetleri esas alarak oluşturulmuş bir umumi tarihlerinin bulunmayışı, insanlık âlemi için büyük bir gecikme sayılabileceği gibi, bilhassa bizim için büyük bir gaflet alâmeti sayılabilir. Dolayısıyla bu önemli ve zor vazifeyi üstlenmeme sebep millî muhabbet hissinden başka bir şey değildir. Fakat bu mukaddes söz hilafetpenahîye layık ve milletimizin büyüklüğüne yakışan, oldukça mükemmel bir eser meydana getirebilmek için yalnız bir kişinin teşebbüs edip özenle çalışması yeterli olamayacağından bazı ehil kişilerin malumatlarına başvurulduğu gibi doğru ve yanlışı ayırt eden kardeşim Hasan Tahsin Bey’in ziyadesiyle takdire şayan yardımlarına nail oldum. Kaynakların güzelce tedariki, ismi geçen Bey’in ilim muhabbeti ve yardımları sayesinde, millî tarihimiz oldukça istifadeye layık bir inceleme olarak bir araya getirilmiştir diyebiliriz.

      Bu eser “etrâk-i bî-idrâk” falan diyerek koca bir milleti küçük düşürmekten utanmayan ve tarihçilik sıfatını haksız yere sahiplenen kindarların yalan ve iftiralarını reddederek, övünülecek milliyetimizi yine onların eserleriyle ispat edebilecektir. İşte bu fayda da bizim için hayırlı bir sonuç demektir.

***

      Böyle bir kitapta şahıs ve yer isimleri tamamıyla doğru ve muntazam olamaz. Hatta Hîve Hanlarından olup hicrî 1073 yılında Şecere-i Türkî adıyla ataları olan Türk ve Moğolların tarihini kaleme alan Ebulgazi Bahadır Han bile hakikate tam uygunluğun zorluğunu, Moğol Tarihi’ni yazan meşhur Reşidüddîn’in Farsça kitabının yanlışlarla dolu olduğunu beyan için şu şekilde bir açıklamada bulunuyor: Bütün dağ, ırmak, şehir ve şahıs isimleri Türk veya Moğolca iken bunların üçte bir ve hatta yarısını değiştirmiş veya yanlış yazmıştır. Bu tarihi yazmakla görevlendirilen zat ile nüshaları bize kadar ulaşan müstensihler tamamen Moğolca ve Türkçe bilmez Acem veya Taciklerdi. Birtakım Moğol adları vardır ki bir Tacik on günde doğru telaffuzunu öğrenemez. Artık bunlar onları nasıl doğru yazabilirler?2

      Ebulgazi’nin bu şikâyeti çok doğru olup bu eseri meydana getirmek için Arapça, Farsça ve Fransızca eserlerde bir ismin çok farklı şekillerde kaydedilip yazıldığı görülmüş ve bunlardan asılları Arapça ve Farsça olanlar aslî imlalarıyla kaydedilerek Türkçe ve Çince isimler için elde edebileceğimiz Türkçe eserler ve leksikolojinin yardımına başvurularak mümkün mertebe düzeltilmeye çalışılmıştır. Kullanmakta olduğumuz Arap alfabesi kelimeleri hakkıyla ifade etmekten aciz olduğu için yeri geldiğinde harekelemek ve hatta Latin harfleriyle yazmak gereği de duyulmuştur.

      Kitabımız Türk ve Moğolların eski tarihlerinden de bahsettiği için bu devre ait hâllerden dolayı kavimlerin cehalet ve vahşetine hükmedilemez. Bugünün medenî kavimlerinin o zamanki hâlleri, Türk ve Moğollarınki ile kıyaslanırsa bunların ahlakî üstünlük ve diğer faziletlerce onlara kat kat üstün geldikleri görülür. Türklerin ve Moğolların eski ahvalinde Romalılar, Yunanlılar ve Arapların cahiliye devrinde görülen

Скачать книгу


<p>1</p>

Rahip Palladius’un Moğolistan’da İki Cevelan adlı eserinden alınmıştır.

<p>2</p>

Şecere-i Türkî, s. 36.