Tarihin Kuyumcusu - Cüceler Nasıl Dev Olur, Devler Nasıl Cüce?. Mikâil Bayram

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Tarihin Kuyumcusu - Cüceler Nasıl Dev Olur, Devler Nasıl Cüce? - Mikâil Bayram страница 14

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
Tarihin Kuyumcusu - Cüceler Nasıl Dev Olur, Devler Nasıl Cüce? - Mikâil Bayram

Скачать книгу

Kaymakam bunları kovmuş. Biraz sonra adamlar bir daha gelip yalvarmışlar. “Bizim hayvan miktarımızı az yazın, azaltın.”

      Bunu bana babam anlattı. Öz babam anlattı. Dedi “Kaymakam yiğit adamdı. Bir tekme vurdu iki tane Kürt’ü kayadan yuvarladı, öldürdü.” Ben de babama kaymakam için “Vay gâvur herif, nasıl gâvur bir adammış.” dedim. Babamın canı sıkıldı “Ulan oğlum onlar Kürt’tü.” Yani değerlendirmeleri böyleydi.

      Bu arada bir hatıramı daha nakledeyim; lise 1 veya 2’deydim. O sırada bir amca oğlum var. Askerdeyken bir albayın emir eri olmuş. O albay da Menderes’e kafa tutmuş. 60 darbesi olunca Menderes’e kafa tutmasının mükâfatı olarak albayı Van Valisi yaptılar. Adamın adı Fikret Ersan’dı. Azerbaycan kökenli ve Şia mezhebindendi. Benim amca oğlu da “Albayım Van’a vali oldu.” diye gidip iş istiyor. Vali de ona ne iş yapabileceğini soruyor. O da atlı posta dağıtıcısı olabileceğini söylüyor. Vali sormuş ona atı olup olmadığını sormuş. Olduğunu ve çok iyi at binicisi olduğunu söylüyor. Vali, “Sen atını alıp getireceksin buraya, ben de göreceğim.” demiş. Amca oğlu köyden ata binip Van’a geliyor, hükûmet binasının önüne dikiliyor. Vali çıkıyor hükûmet binasının önünde onu ata bindiriyor. Hükûmet binasının önünde atla bir ileri, bir geri gidiyor. Vali, “Atın tamam, senin diploman var mı?”,“İlkokul üçten terk” demiş. Vali, “Ben seni ilkokula göndereyim. Git orada seni imtihan etsinler. Sana bir diploma versinler” diyor. Öyle anlaşılıyor ki kendisi de ilkokula telefon etmiş, “Bir adamım gelecek ona bir diploma düzenleyin.” demiş. Bizim amca oğlu da geldi, bu durumu bana anlattı. Bana biraz ders ver, ben imtihana gireceğim neler sorabilirler onu bana öğret dedi.

      Böyle bir ay sürdü. Her gün yanıma geliyor ben ona 4 işlem öğretiyorum, tarih öğretiyorum, işte İstanbul şu tarihte fethedildi, cumhuriyet şöyle kuruldu gibi şeyler öğretiyorum. İmtihan günü ilkokula gitti. İmtihandan sonra çarşıda buluştuk. “Ne oldu? İmtihana girdin mi?” diye sordum. “Girdim, ne sordularsa hepsini bildim.” dedi. Ben de merak edip ne sorduklarını öğrenmek istedim. Meğer bunu tahtanın başına kaldırmışlar, “Bir küp çiz.” demişler. O da turşu küpü çizmiş. Bakmış öğretmenler katıla katıla gülüyorlar. Onların gülüşünden işkillenmiş, “Kulplu mu olsun, kulpsuz mu olsun?” diye sormuş.“Kulplu olsun” demişler. İki tane de kulp takmış küpe. Sonra bakmış daha çok gülüyorlar. “İsterseniz dört kulp yapayım” demiş. Sonra içlerinden biri “Sen bildin. Git bir hafta sonra gel diplomanı al” demiş. Diplomayı aldıktan sonra vali hakikaten kendisine atlı dağıtıcı (eskiden müvezzi derlerdi) işini verdi.

      Medreselerde Hangi Dersler Okutuluyordu?

      Sizin gittiğiniz dönemdeki medrese müfredatı hakkında ne düşünüyorsunuz? Mesela neler okutulurdu. Bir de 60 inkılabından sonra öğrenci bulunabiliyor muydu?

      Medreselerde önce Arapça öğretilirdi. Arapça öğreniminde ilk okuttukları “Binâ” adında bir kitaptı. Küçük bir risaledir. Bu Arapça kelimelerin yapısı, kelime üretmesiyle ilgili bir kitaptır. Bütün medreselerde bu kitabı okurlardı. Hani bizde de derler ya “Benim oğlum binâ okur, döner durur gene okur.” gibi. “Binâ”yı okuduktan sonra bir üst derecesi “İzzî”, “Maksut” okurlardı. Bu kitapları okudukça öğrencinin Arapçası gelişirdi.

      Bu üç dersi okuduktan sonra belki en yüksek derecede “Camî” okurlardı öğrenciler. “Cami”, Molla Abdurrahman Cami’nin yazdığı kitabın adıdır. Bu biraz şiir, edebiyat (Arap dili üzerine) bedii ve belagat gibi konuları da içerirdi.

      Arap edebiyatında şiir, hitabet gibi konuları anlatırdı. “Camî”yi okuduktan sonra talebe artık bir yere imam olabilecek ehliyeti almış olurdu. Hatta öğrencilere icazet de düzenlerlerdi. Hoca Efendi bir sayfalık bir şey yazardı. İşte falan falanca bende şunları okudu gibilerinden. Bugünkü manasıyla diploma.

      Saray’daki Yekkoş dediğim şaire özel hocalar gelirdi. Yani okumuş hoca olmuş onlara müntehî derlerdi. Yani ilimleri nihayete erdirmiş adamlar Yekkoş’un yanına gelirlerdi. Yekkoş onlara Fars edebiyatı, Farsça divanlar okuturdu.

      Fars dilinde okuttuğu ilk kitap “Gülistan”dı. Ondan sonra aruz okuturdu. Ben Yekkoş’a yakın olmam hasebiyle “Gülistan”la başladım. Yekkoş, okuturken aynı zamanda ezberletirdi. “Gülistan”ı ben ne kadar okuduysam okuduğum şeylerin hepsini ezbere bilirdim. Bugün bile şöyle dinç kafayla baksam Gülistan’ı ezbere okurum.

      Bizim Yekkoş Hoca Efendi Kasım 1957’de vefat etti. O vefat edince bizim oraya Zeynel Abidin Efendi müftü oldu. Ben de yaz tatillerinde Zeynel Abidin’in yanına gitmeye başladım. Zeynel Abidin Efendi’nin oğlu ve çoğu Siirtli olan birkaç talebesi vardı. Onların arasına girer, birlikte okurdum. Zeynel Abidin Efendi’nin yanında “Binâ” okuyarak Arapçaya başladım.

      Zeynel Abidin Efendi Farsça bilmezdi. O yüzden talebelerine Arapça okutuyordu. Daha sonra ben tabii liseye gidince hoca efendiden ayrılıp Van’a gittim. Bu sefer Van’da bir süre Hacı Davut Camii’nde kaldım. O dönemde hiç yurt ya da talebe evi yoktu.

      İslami ilim geleneğindeki medreselere baktığımız zaman oralarda akait, kelam, tefsir, fıkıh, hadis ve bunların usulü, siyer, İslam tarihi okutulduğunu biliyoruz. Sizin anlattığınız medrese müfredatında ise sadece dil dersleri var. Dolayısıyla medreselerden çıkanlardan İslam adına fazla bir şey beklenmemeli.

      Bunların zaten hedefleri köy imamı olabilmekti. Kelam, Siyer bilenlerin köylerde işi olmazdı. Onlar daha yükseği okumak için başka yerlere giderlerdi. Bizim o bölgede öyle kaliteli medreseler yoktu. Kaliteli medreselerde okumak isteyenler genellikle Siirt’e, Mardin’e, Bitlis’e giderlerdi. Hatta Muş’a, Bulanık’a gidenler olurdu. Van’da Arvasilerden Müftü Kasım Efendi vardı. Hatırı sayılan bir adamdı. Malazgirt’ten Molla Ali Ozo Van’a gelirdi. Van’a geldikleri zaman onları tanıma imkânı buldum. Ağrı’nın, Patnos’un biraz ilerisinde Küfreviler vardı. Cesim Küfrevi, Kasım Küfrevi, Besim Küfrevi. En büyükleri Cesim Küfrevi’nin Van’a geldiğini bilirim. Hoca efendilerle toplanıp sohbet ederlerdi. Biz de kıyıda köşede o sohbetleri dinlemeye çalışırdık.

      Herhâlde bu medreselerde imam yetiştirecek düzeyde bir Arapça bilgisi, ilmihal bilgisi veriliyordu. İlimde daha ilerlemek isteyen Norşin’e, Tillo’ya mı gidiyor? Oralarda biraz daha üst bilgileri alanlar tatmin olmuyorlarsa Şam’a, Ezher’e filan mı gidiyorlardı?

      Gidenler olurdu. Mesela Şam’da Molla Ramazan-ı Buğuti var. Molla Ramazan-ı Buğuti Botanlı’dır. Vaktiyle oraya gidip kalmış. Ondan sonra Suriye vatandaşı olmuş. Çok kıymetli eserler yazan bir adamdır.

      Talebe olduğumuz dönemlerde arkadaşımla birlikte zaman zaman Risale-i Nur medresesine giderdik. Onlar bir ev tutarlardı. Evde bir öğrenci sabit kalırdı. Orada toplanılır, Risale-i Nur okunurdu. Bazen büyük abiler gelirdi. Mesela Erzurum’dan Mehmet Kırkıncı Hoca sık sık Van’a gelir o medresede özel dersler yapardı.

      1960 senesinde Said Nursi öldüğü zaman, arkadaşım Aziz ile birlikte Urfa’ya cenazesine gitmek istedik. Çok heveslenmemize rağmen gidemedik. Tabii Said Nursi’nin yanında kalmış, ondan ders almış olan Kırkıncı Hoca gibi hoca efendiler Van’a geldikleri zaman bizim medrese hocaları onlara çok gıpta ederlerdi. Çünkü onlar biraz daha bilgili adamlardı. Bizim oranın hocaları çok bilgili değillerdi. Açıkçası

Скачать книгу