Türkçülüğün Esasları. Зия Гёкальп

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Türkçülüğün Esasları - Зия Гёкальп страница 6

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
Türkçülüğün Esasları - Зия Гёкальп

Скачать книгу

tarafından Bizans’tan tercüme ve iktibas olunan “Osmanlı musikisi”dir. Türk musikisi ilham ile vücuda gelmiş, taklitle hariçten alınmamıştır. Osmanlı musikisi ise, taklit vasıtasıyla hariçten alınmış ve ancak usulle devam ettirilmiştir. Bunlardan birincisi harsımızın, ikincisi ise medeniyetimizin musikisidir. Medeniyet usulle yapılan ve taklit vasıtasıyla bir milletten diğer millete geçen mefhumların ve tekniklerin mecmuudur. Hars ise hem usulle yapılmayan hem de taklitle başka milletlerden alınamayan duygulardır. Bu sebeple, Osmanlı musikisi kaidelerden mürekkep bir fen şeklinde olduğu hâlde; Türk musikisi, kaidesiz, usulsüz, fen-siz melodilerden, Türk’ün bağrından kopan samimi nağmelerden ibarettir. Hâlbuki Bizans musikisinin menşeine çıkarsak bunu da eski Yunanlıların harsı dahilinde görürüz.

      Edebiyatımızda da aynı ikilik mevcuttur. Türk edebiyatı halkın darbımeselleriyle bilmecelerinden, halk masallarıyla halk koşmalarından, destanlarından, halk cenknameleriyle menkıbelerinden, tekkelerin ilahileriyle nefeslerinden, halkın nekregûyâne fıkralarından ve halk temaşasından ibarettir. Darbımeseller doğrudan doğruya halkın hikmetleridir. Bilmeceleri de vücuda getiren halktır. Halk masalları da fertler tarafından düzülmemiştir. Bunlar Türk’ün esatir devrelerinden başlayarak ananevi bir surette zamanımıza kadar gelen peri masallarıyla dev masallarıdır. Dede Korkut Kitabı’ndaki masallar da ozandan ozana şifahi bir surette intikal ederek ancak birkaç asır evvel yazılmıştır. Şah İsmail, Âşık Kerem, Âşık Garip, Köroğlu kitapları da vaktiyle halk tarafından yazılmış halk masallarıdır. Türk tarihinde ve etnografyasındaki üstureler, légendeler, efsaneler de Türk edebiyatının unsurlarıdır. Cenknameler ve dinî menkıbelere gelince bunlar halk edebiyatının İslami devresine mahsus mahsulleridir. Halk şairlerinin koşmalarıyla destanları, mânileriyle türküleri de, yukarıda saydığımız eserler gibi, Türk halkının samimi eserleridir. Bunlar da usulle, taklitle yapılmamışlardır. Âşık Ömer, Dertli, Karacaoğlan’lar gibi şairler halkın sevgili şairleridir. Tekkeler de birer halk mabedi olduğu için, buralarda doğan ilahilerle nefesler de halk edebiyatına, binaenaleyh Türk edebiyatına dahildir. Yunus Emre ve Kaygusuz’la Bektaşi şairleri bu zümreye dahildir. Osmanlı edebiyatı ise, masal yerine ferdî hikâyelerle romanlardan, koşma ve destan yerine taklitle yapılmış gazellerle alafranga manzumelerden mürekkeptir. Osmanlı şairlerinden her biri, mutlaka, Acem devrinde bir Acem şairiyle, Fransız devrinde bir Fransız şairiyle mütenazırdır. Fuzuli ile Nedim bile bu hususta müstesna değillerdir. Bu cihetle, Osmanlı edipleriyle şairlerinden hiçbiri orijinal değildir, hepsi mukallittir, hepsinin eserleri bedii ilhamdan değil, zihnî hünerverlikten doğmuştur. Mesela nekregûluk (humour) nokta-i nazarından bu iki zümreyi mukayese edelim: Nasreddin Hoca, İncili Çavuş, Bekri Mustafa ve Bektaşi Babaları halkın nekregûlarıdır, Kani ile Süruri ise Osmanlı divanının mizahçılarıdır. Tabii nekrelikle suni mizah arasındaki fark bu karşılaştırma ile meydana çıkar.

      Karagöz’le orta oyununa gelince, bunlar da halk temaşası yani, ananevi Türk Tiyatrosu”dur. Karagöz’le Hacivat’ın muarazaları, Türk’le Osmanlının yani o zamanki harsımızla medeniyetimizin mücadelelerinden ibarettir.

      Ahlakta da aynı ikiliği görürüz. “Türk ahlakı” ile “Osmanlı ahlakı” birbirine zıt gibidir. Mahmud-ı Kaşgari Divan-ı Lugati’t Türk maddesinde, Türkleri muhtasaran tarif ediyor. Diyor ki: “Türk’te tasallüf ve tefahür yoktur. Türk büyük kahramanlıklar ve fedakârlıklar yaptığı zaman, bir fevkaladelik yaptığından habersiz gibi görünür.” “Cahiz” de Türkleri aynen bu suretle tefsir ediyor: ”Osmanlı enmüzecine bakarsak, eski şairlerinde fahriyelerin, yeni ediplerinden tasallüf ve tefahürlerin hâkim olduğunu görürüz. Servetifünun mektebi Osmanlı edebiyatının en parlak devridir. Bu mektebe mensup olan ediplerle şairler ekseriyetle reybî, bedbin, ümitsiz, hasta ruhlar suretinde tecelli etmişlerdir. Hakiki Türk ise yakinli, nikbin, ümitli ve sağlamdır.”

      Hatta ulemamız arasında da bu ikiliği görürüz. Osmanlı ulemasının ananevi unvanı “ulema-yı rüsum” idi. Anadolu’daki ulema ise “halk uleması” idi. Birinciler rütbeli, fakat cahil idiler. İkinciler ilimli, fakat rütbesiz idiler. Siyaset ve askerlik sahasında büyük bir dâhi olan Afşarlı Nadir Şah bütün Müslümanları Sünnilik dairesinde birleştirmek ve umum sultanları Osmanlı padişahının riyaseti altına sokmak için müzakerede bulunmak üzere, İstanbul’a dinî ve siyasi bir heyet göndermişti. İstanbul’da bu heyetle müzakereye ulema-yı rüsum’u memur ettiler. İranlı ulema heyeti, bunlara söz anlatmaktan âciz kalınca sadrazama müracaat ederek dediler ki: “Bizim siyasi hiçbir rütbemiz, ilimden başka payemiz yoktur. Hâlbuki müzakerede bulunduğumuz zatlar büyük rütbeli zevat olduklarından, huzurlarında serbestçe söz söyleyemiyoruz. Bizi taşradaki rütbesiz ulema ile görüştürürseniz çok memnun oluruz.” Ragıb Paşa’nın “Tahkik-i Tevfik” adlı kitabında naklettiği bu mevsuk vakıa gösteriyor ki Nadir Şah’ın ilmî heyeti, Osmanlı ulemasına değil, Türk ulemasına kıymet veriyordu.

      Eski devirlerin hatta siyasi ve askerî muvaffakiyetleri de halk arasından çıkmış cahil ve ümmi paşalara aittir. Bilahare, Ragıb Paşa ve Sefih İbrahim Paşa gibi Osmanlı maarifinde yüksek bir mevki ihraz edenler hükûmetin başına geçince, işler bozulmaya başladı. Mamafih, bu içtimai ikilikler yalnız fikrî faaliyetlere mahsustu. O zamanlar el işi avama mahsus sayıldığından, havas sınıfı tekniklerin bütün nevilerinden uzak duruyordu. Bu sebeple mimarlık, hattatlık, hakkâklık, mücellitlik, tezhipçilik, marangozluk, demircilik, boyacılık, halıcılık, çulhalık, ressamlık, nakkaşlık gibi amelî tekniklerin yalnız bir şekli vardı. O da halk tekniği idi. Demek ki, umumiyetle yüksek bir bediiliği haiz olan bu sanatlara münhasıran Türk sanatı namını verebiliriz. Bunlar Osmanlı medeniyetinin unsurları değil, Türk harsının unsurlarıydı. Bugün Avrupa, bu eski sanatlarımızın mahsullerini milyonlar sarf ederek parça parça topluyor. Avrupa’nın, Amerika’nın müzeleri, salonları hep Türk eserleriyle dolmaktadır. Avrupa’da bu Türkperestliğe “Turquerie” namı verilir. Avrupa’nın hakiki mütefekkir ve sanatkârları mesela Lamartine’leri, Auguste Comte’ları, Pierre Laffite’leri, Mismer’leri, Pierre Lotti’leri, Farrère’leri Türk’ün samimi sanatına, mahviyetli, gösterişsiz ahlakına, derin ve taassupsuz diyanetine, hülasa, kanaat ve teslimiyetle beraber daimî bir nikbinlik ve mefkûrelilikten ibaret olan fakirane, fakat mesudane hayatına meftundurlar. Lakin bunların âşık oldukları şeyler, Osmanlı medeniyetine dahil olan usuli ve taklidi eserler değil, Türk harsına mensup olan ilhami ve orijinal eserlerdir.

      Yalnız memleketimize mahsus olan bu garip vaziyetin sebebi nedir? Niçin bu ülkede yaşayan bu iki enmüzeç, Türk enmüzeci ile Osmanlı enmüzeci, birbirine bu kadar zıttır? Niçin Türk enmüzecinin her şeyi güzel, Osmanlı enmüzecinin her şeyi çirkindir? Çünkü Osmanlı enmüzeci Türk’ün harsına ve hayatına muzır olan emperyalizm sahasına atıldı, kozmopolit oldu, sınıf menfaatini millî menfaatin fevkinde gördü. Filhakika, Osmanlı İmparatorluğu genişledikçe, yüzlerce milleti siyasi dairesine aldıkça, idare edenlerle idare olunanlar ayrı iki sınıf hâline giriyordu. İdare eden bütün kozmopolitler “Osmanlı sınıfı”nı, idare olunan Türkler de “Türk sınıfı”nı teşkil ediyordu. Bu iki sınıf birbirini sevmezdi. Osmanlı sınıfı, kendini milleti hâkime suretinde görür, idare ettiği Türklere milleti mahkûme nazarıyla bakardı. Osmanlı, Türk’e daima “eşek Türk” derdi. Türk köylerine resmî bir şahıs geldiği zaman, “Osmanlı geliyor!” diye herkes kaçardı. Türkler arasında Kızılbaşlığın zuhuru bile bu ayrılıkla izah olunabilir.

      Şah İsmail’in dedesi olan “Şeyh Cüneyd” Oğuz boyları arasında “Evlat mı akdemdir yoksa ashap mı?” diyerek propaganda yapıyordu. Oğuz boyları Oğuz Han’ın evladı ve Kayıların amcazadeleri değil miydiler? Nasıl oluyordu da padişahın

Скачать книгу