Küçük Paşa. Ebubekir Hâzim Tepeyran

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Küçük Paşa - Ebubekir Hâzim Tepeyran страница 6

Жанр:
Серия:
Издательство:
Küçük Paşa - Ebubekir Hâzim Tepeyran

Скачать книгу

halelden masun olarak muhafazası esbabının istihsali…” diyerek her tarafa emirler verilmiş ve o zamanın gazeteleri bu vesileyle uzun makalelerle şu diyanet ve maarifseverliği, sesleri çıktığı kadar alkışlamışlardı.

      Vilayetlerimizden birkaçının merkezi ile bunlar dâhilinde bulunan ve nispeten müterakki sayılan beş on kaza, liva merkezleri istisna edilince, diğerlerinde, Selime’nin köyündeki gibi tabut, teneşir koymaya mahsus mahallere veya öteden beri mevcut ahır bozuntusu damlara türlü türlü yeni adlar takarak vilayet dâhilinde üçer beşer bin mektep küşat edildiği resmen ilan olunan ve temelsiz binalar kabilinden idadi mektepleri bile yapılmış olan bazı vilayet mekteplerinde bile hâlâ iptidai mektebi denmeye layık bir tek mektep bulunmadığını hüzünle itiraf edelim.

      Naîme (Büyük Hanımefendi)’nin kâtibi olan Nazikter’in sorulan bütün Osmanlı ülkesindeki köylülerin hangisine sorulsa, binde biri, yani mâdum hükmündeki nadirleri istisna edilince, Selime’nin cevapları gibi, belki daha garip cevaplar alınacağından şüphe yoktur.

      Geçen devirlerde “Güzarı maarif” kesildiğini yazmadık kalem kalmamış olan imparatorluğun -hazır hâline nazaran, birkaç büyük şehirden, beş on küçük kasabadan başka yerlerinde- maarif gülünün henüz bir tek filizi bile yeşillenmeye başlamamıştı.

      Memleketimiz öyle bir hâldedir ki, hükümetçe öteden beri Müslüman tanındıkları, nüfus defterlerine Müslüman adlarıyla yazıldıkları hâlde kendileri Ortodokslukla Katoliklik arasında mütereddit Hristiyanlarla meskûn nahiyeler; tıpkı Avrupa’da Orta Çağ’ın derebeyleri devri gibi kabile halkının evlenmelerinde gelinlerin ilk geceyi reisin ikametgâhında geçirmelerinde uğur uman, okuyup yazmayı ayıp sayan kabileler, “muvakkat nikâh” adıyla ömürlerinin sonlarına kadar nikâhları altında sayısız kadınlar bulunduran aşiretler, Cebrail’i alelade bir posta müvezzisi kadar olsun dikkatten tecrit ederek peygamberlik beratını Ali’ye götürecek iken yanılarak Hazreti Muhammed’e verdiğine inanan yüz binlerce insan bulunduğu gibi, vaktiyle Hindistan’ın Lengam mabedinde her sene bir geceye mahsus olan kötü ayini taklit ile kadın erkek bir yere toplanarak “Çırağı söndüren köyler de var.” diyenler eksik değildirler!

      Şu pek kötü hâller meydanda iken maarife, diyanete ne kadar hizmet edildiği iddia edilebilir?

      V

      Salih, kırk günlük olduğu hâlde geldiği bu konakta, süt kardeşi Haldun ile beraber büyümekte, Haldun’a mahsus iltifatlara tam müsavat derecesine varmamak şartıyla iştirak etmekte idi…

      Haldun, 20 aylık olduğu gün, babası Dilaver Bey mirliva rütbesiyle taltif olundu. Konakta bir paşa daha peyda olmasından doğan iltibası kaldırmak için Suat Paşa’ya “Büyük Paşa”, “Büyük Paşa Efendi’miz” denmeye başlandı. Suat Paşa’ya küçük kardeşine karşı iltibası def için değil, ilmini, ahlakını takdiren her zaman “Büyük Paşa” denebilirdi. Selime “Paşa Efendi’miz” demeye bir türlü alışamadı. Paşa Efendi der ve şu kadar ki, buna Anadolu âdeti veçhiyle bir de “Ağa” ilavesiyle “Paşa Efendi Ağa” denmediğinden hürmetin noksan kaldığına canı sıkılırdı. Haldun, Suat Paşa’ya: “Paşa Baba” dediği için hitap inhisarına aklı ermeyen Neferzâde Salih de “Paşa Baba” diyordu. Buna, hanımefendiyle Dilber’den başka kimse ilişik etmiyordu.

      Hanımefendi, köylü çocuğun ağzının toplanmasını Nevnihal’e hatırlattığı gibi, Dilber de Selime’ye “Büyük Paşa Efendi’mize Salih’in ‘Paşa Baba’ demesi çirkin oluyor” demişse de Selime:

      “Ne göreyim, ben öğretmiyorum ya, Haldun Bey’e baharak o da öyle çağırıyor; uysal it ineği, onun arhasından gidiyor, güpürtüye (gürültüye) ürüyor.” diye cevap verdi.

      Suat Paşa’nın ölen karısından da, şimdiki Naime Hanım’dan da çocuğu olmadığından, Haldun’un “Paşa Baba” demesi, baba olmak iştiyakını okşuyordu. Haldun, iki yaşında memeden kesilmişse de sütninesine pek ziyade alışmış olduğu için, Selime, hudutsuz müddetle alıkonmakta idi. Suat Paşa’nın iki kadeh konyakla biraz keyiflendiği bir akşam, büyük küçük hanımlarla Dilaver Paşa da hazırken, Haldun’u takiben içeriye giren Salih bütün hareketlerini taklit ettiği süt kardeşinin “Paşa Baba!” diyerek paşanın kucağına atıldığını görünce, o da “Paşa Baba!” diye paşanın dizi üstüne çıkmakta gecikmedi.

      Salih’in şu cüreti orada bulunanların hemen hepsine farklı derecelerde tesir etti. En ziyade Haldun’un dadısı Dilber’in gayretine dokunduğundan, zavallı çocuğu meşhut bir cürüm işlemiş gibi kolundan tutup şiddetle çekti, indirdi; âdeta sürükleyerek kapıdan çıkarmakta iken çocuğun gitmek istemeyerek ağlaması paşanın hassas kalbine dokundu; Dilber’i tekdir etti. Diğer cariyeleri, hatta Selime’yi de çağırtarak:

      “Köylü, şehirli, insanlar birdir.” dedi. “Allah’ın indinde bir Müşir Paşa ile bir asker neferinin değil, -çünkü askerlik büyük şeydir- bir dilencinin farkı yoktur. Çocuk, Haldun’u takliden bana (baba) demekle kıyamet kopmaz değil, hiçbir şey olmaz. Baksanıza, bundan daha çirkin olsun, bu yaşıma kadar bir çocuk babası olamadım. Bundan böyle çocuğun yanıma gelip gitmesine, ‘Paşa Baba’ demesine sakın ilişik etmeyiniz; hatta cümleniz şahit olunuz, ben onu evlatlığa kabul ettim; hakkında öz evladım gibi muamele ediniz.”

      Selime ile Nazikter, Nevnihal, pek memnun oldular; diğerleri muhtelif derecelerde taaccüp ettiler. Naime Hanım, başına soğuk su dökülmüşe döndü, bozuldu. Pek açık olan iğbirarını belli etmemek için sahte bir sevinçle dudakları titreyerek: “Mademki siz evlatlığa kabul ediyorsunuz, benim de evladım olmuş demektir.” diyebildi.

      Nazikter’in işaretle ihtarı üzerine, Selime, paşanın, hanımların eteklerini dinî bir vazife ifa ediyor gibi samimi hürmetle öptü ve arka arka yürüyerek kapıya çarpıp hayli gürültü ile paşayı güldürdü ve çıktı. Bu geceden itibaren cariyeler, uşaklar, Salih’e “Salih Bey” demeyi edep ve terbiye icabı saydılar; Selime bile öyle diyordu. Anadolu’nun en kötü, en küçük bir köyünde Selime gibi bir kadından doğup da böyle büyük bir konağın küçük beyi olmak, Rumeli’nin küçük bir kasabasında dünyaya gelip de Mısır’a hidiv olmak kadar nadir bir talih lütfu idi. Garip tesadüflerden olarak Salih Bey, burnunun ve çenesinin biçimi, söz söylerken dudaklarının hareket tarzları ile Büyük Paşa’yı andırır, gözlerinin renk ve şekli, kaşlarının kurumu ile de biraz Naime Hanım’a benzerdi.

      Bu andırıştan, benzeyişten bahse evvelce kimsenin dili varmaz, varamaz idiyse de Salih’in evlatlığa kabulünden sonra Nevnihal bunu hanıma söylemek saygısızlığında bulundu. Her neresiyle olursa olsun Salih’in az çok paşayı andırmasında, hatta tam müşabehetle benzemesinde bile hiçbir önem yoksa da pek düzgün boyu, azasının tenasübü, güneş ziyası gibi parlak, ipek kadar yumuşak saçları, gül renginde dudakları arasında tebellür etmiş birer gülümseme gibi dizilen beyaz, muntazam dişleri, siyah kirpikli, sema renkli gözleri, alelhusus bütün simasının güzellik nâzımı gibi yükselen burnu, Havva kızlarının pek azına nasip olduğuna kanaatten hasıl olan gurur hisleri bu güzel burnun ucunda toplanmış gibi görünen Naime Hanım’a, emsalsiz güzelliğinin en mühim imtiyazı, daha doğrusu görenleri teshir için pek füsunkâr iki tecelligâhı olan gözlerinin hemen aynına bir köylü çocuğunun da malik olması, pek fena tesir etti.

      Paşanın evlatlığa kabul ettiğini söylediği anda herkese

Скачать книгу