Zavallı Necdet. Saffet Nezihi

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Zavallı Necdet - Saffet Nezihi страница 8

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
Zavallı Necdet - Saffet Nezihi

Скачать книгу

uzadı oğlum.” diyordu. “Nikâhı yoksa birkaç gün sonraya mı bıraksak?”

      “Buna hacet yok.” dedim. “Nikâhın birkaç gün sonraya atılması münasebetsiz olur. Ben de o gün cemiyette hazır bulunurum. Bizim tarafımızdan geri bırakılması bazı dedikodulara meydan verebilir.”

      Nihayet o gün geldi. O gün ki emellerim büsbütün altüst oluyordu. Bütün ümitlerim kesiliyor, Meliha ile aramızda yüksek bir set, aşılması muhal bir duvar hasıl oluyordu. İşte o gün; vücudumda kalmış olan kuvveti topladım. En beğendiğim redingotumu giydim. Nikâh cemiyetinde resmî surette hazır bulunacaktım. İyice hatırlıyorum. O gün aklımı nasıl kaybetmediğime hâlâ hayretteyim. Bütün benliğim bir keder, bir endişe bulutuyla örtülmüştü. En şiddetli dalgınlıklarda herkesin başına geldiği gibi hiçbir şeyi açık, olduğu gibi göremiyordum. Bütün mevcudat bana müphem, dumanlı, sisli, bulutlu görünüyordu.

      Nikâhlar perşembe günü köşkte kıyılacaktı. Öyle kararlaştırılmış.

      Her iki köşkte fevkalade bir faaliyet var. Herkes çalışıyor, koşuyor.

      Ben ruhtan ayrılmış bir ceset, bir ölü gibiyim. Elektrik kuvvetiyle hareket eden kuklalardan farkım yok. Bir şey anlamayarak bir şey duymayarak geziyorum, dolaşıyorum. Nihayet nikâh kıyılma zamanı yaklaştı. Ferid Saffet Bey, Meliha’nın biraderi yanıma geldi:

      “Bizi diğer bir şerefle sevindirir misiniz?” diyordu. “İbrahim Şemsi Bey biraderiniz sizin şahit sıfatıyla nikâhta bulunmanızı arzu ediyor ve bilhassa bunu rica ediyor. Biz de o ricaya iştirak ederiz.”

      Ne garip talih! Görüyor musun; takdir ediyor musun azizim? Kendi felaketime şahit olacağım. Emellerimin yıkılmasına, saadetimin tarumar olmasına kendi elimle hizmet edeceğim. O dakikada sinir buhranından hasıl olan bir heyecan, yüzüme yalancı bir tebessüm getirdi. Gülüyordum. Fakat ne acı gülüş değil mi?

      “Pekâlâ.” dedim. “Emrinize itaat ederim. Benim için bu…”

      Cümleyi bir türlü bitiremiyordum. Dilime bir tutkunluk, şiddetli bir tutkunluk gelmişti ve bu; söz söylememe mâni oluyordu.

      Ferid Saffet:

      “Evet, evet…” diyordu. “Şereftir. O malum…”

      Harem dairesiyle selamlık arasında bir koridora gittik; ben kapının sağ tarafında durdum.

      Vekil efendi; beyaz sakallı, muhterem bir ihtiyar… Bu gibi işlere alışkın olduğunu gösterir bir tavırla muameleyi ifa etti. Ben bunlara dikkat bile etmiyordum. Nihayet:

      “Bu beyler şahit olsunlar mı?” sualini sordu.

      O dakikada sandım ki gözlerim dışarı fırlayacak. İşte bu son kelime, son cevap hayatımı zehirleyecekti. Bütün ümitlerimi, bütün emellerimi kökünden yıkacak, bütün arzularımı ta esasından kıracak, bitirecek, harap edecekti. O dakikada bağırmak istedim:

      “Meliha! Hâlimi anlamıyor musun? Seni çıldırasıya sevdiğimi, hayatın bana sensiz bir azap olacağını bilmiyor musun?” diyecektim. Boğazımın damarları yine çekildi. Gözlerim yine dumanlandı, yine sislendi. Vücudumdan sanki kuvvetli bir elektrik cereyanı geçti. Şiddetle, dehşetle sarsıldım. O sarsıntıya dayanabilmek, o sarsıntının tesiriyle yere düşmemek için açık bulunan kapının bir tarafına ellerimle tutundum, içeriden bir ses, bir cevap işitilmiyordu.

      “Beyler şahit olsunlar mı?” suali tekrarlandı. Yine cevap yok… O bir saniye içinde ne hülyalar kuruyordum. Üçüncü defa olarak yine aynı sual tekrar edildiği zaman; vekil efendinin münasebetsizliğine artık canım sıkılmaya başladı. Bir zavallı kızı bu derece tazyik etmek muvafık mıydı? O bir saniyelik fasıla, o bir saniyelik duruş bende, bilmem ne tesir hasıl etti? İdama mahkûm olanların son dakikalarında hissettikleri gibi ben de bir şey, garip, tarifi kabil olmayan bir şey hissediyordum. Nihayet o cevap, “Olsunlar!” cevabı beni benliğimden çıkardı. Şimdi orada bulunan zevat artık çekiliyordu. Hâlbuki ben yürüyecek bir hâlde değildim. Kendimi biraz toplamak için dinlenmeye muhtaç idim. Kadınların seslerini güzelce işitiyordum. Meliha’yı tebrik ediyorlardı, bir aralık validemin sesini işittim:

      “Darısı Necdet’imin başına.” diyordu.

      O dakikada başıma sıcak sular dökülüyordu. Ateşler, yıldırımlar, cehennemler yağıyordu.

      Nikâh haziran ihtidalarında akdedilmişti. Hekimler bana Bursa’ya kadar bir seyahat yapmamı tavsiye ettiler. Ben de bir müddet için buradan uzaklaşmak istedim. Bursa’ya gittim. Niyetim beş on gün kalmaktı. Validem düğünde bulunmamı istiyordu. Ben de o zamana kadar döneceğimi kendisine vadetmiştim. Hâlbuki Bursa’ya gittikten sonra düşündüm; “Niçin düğünde bulunayım da ikinci bir sarsıntıya, bir darbeye daha uğrayım?” dedim. Valideye yazdım, düğünde bulunamayacağımı bildirdim. Artık ben Bursa’da kaplıcalarda, kırlarda gezerek, dolaşarak ölmüş gönlümü tekrar canlandırmaya çalışıyordum. İstanbul’a döndüğüm zaman yeni gelin güveyleri balaylarının ilk haftalarında, izdivaç saadetinin kemale erdiği bir zamanda bulacaktım. Biraderi Ferid Saffet’in bizimle hasıl olan münasebetinden dolayı Meliha ile de karabet peyda etmiş oluyorduk. Öyle ya! Meliha, eniştemin hemşiresi bulunuyordu. O hâlde bana bir dereceye kadar “namahrem” değildi. Fakat gönlüm istiyordu ki İbrahim Şemsi, Meliha’yı benden gizlesin! Bilmem neden; bunu gönlüm o derece şiddetle arzu ediyordu ki… Bu arzumda şüphesiz çok haklıydım. Düşünüyordum ki Meliha’nın karşısında bulunmak, onunla daima serbestçe konuşmak beni sıkacaktı. Kalbimi ezecek, harap edecekti.

      Hususuyla bu yeni, zevç ve zevce karşımda sevişecekler, gülecekler, eğleneceklerdi ve ben bu saadeti, kaçırdığım bu saadeti bir diğerinde kendi gözlerimle görecektim. Onlar benden saadetlerinin derecesini belki saklamak isteyeceklerdi. Fakat ben bunu; onların bakışlarından, en ehemmiyetsiz sözlerinden keşfedecektim. O zaman kalbime yeni yeni yaralar açılacaktı. Onlar bana mesela:

      “Bilsen ne kadar mesuduz!” deseler benim kalbimde bir ses, nereden geldiğini anlayamayacağım gizli bir ses, bana acıyan, benim için ağlayan bir ses:

      “Ne kadar bedbahtsın!” diye fısıldayacaktı. Kendi kendime: “Oh; bu hâle tahammül edilemez.” dedim. Bunun için İbrahim Şemsi’nin şiddetli bir kıskançlığı neticesi olarak Meliha’nın bana çıkmamış olmasını temenni ediyordum.

      Mudanya’dan bindiğim vapur; İstanbul’a geldiği zaman bizim yeni enişte beyle İbrahim Şemsi, Galata Gümrük İskelesi’nde beni bekliyorlardı. Hemen Feneryolu’na, köşke gittik. Beni karşılayan kadınlar arasında Meliha’yı görüyordum. Hâlbuki ben İbrahim Şemsi’nin Meliha’yı benden kıskanmasını, benden gizlemesini temenni ediyordum. Meliha’yı görmemeyi, Meliha ile karşılaşmamayı candan, gönülden arzu ediyordum. Fakat bu temennilerim, bu arzularım hasıl olmamıştı. İşte Meliha ile karşılaşmak felaketine şu dakikada maruz kalmıştım. Meliha’yı şimdi bu suretle ilk defa karşımda gördüğüm zaman dikkatli olarak yüzüne bakmaya bile cesaret edememiştim.

      Ben uğradığım felaketten sonra artık aşkımı gömmek, ebediyen ölüme mahkûm etmek istiyordum. Buna muvaffak olursam şifa bulacağımı ümit ediyordum. Fakat işte ona da muvaffak olamamıştım. Talih; çektiğim ıstırapların devamını istiyordu.

      Onları

Скачать книгу