Çankırılı Hoca - Cumhuriyet’in Öteki İnsanları - Bir Köy İmamının Hayatı. Hasan Yılmaz

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Çankırılı Hoca - Cumhuriyet’in Öteki İnsanları - Bir Köy İmamının Hayatı - Hasan Yılmaz страница 6

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
Çankırılı Hoca - Cumhuriyet’in Öteki İnsanları - Bir Köy İmamının Hayatı - Hasan Yılmaz

Скачать книгу

yoktu. Ayağımda da babamın eşeğin gönünden diktiği çarık vardı.

      Ben o evde kaldığım için babam her ziyarete gelişinde bir eşek yükü erzak getirir eve yıkardı. Bu yüzden Cennet halam, benim evden ayrılmamı istemezdi. Karınlarını, çok kez babamın getirdikleriyle doyururlardı. İdare lambası bile olmadığından, akşamları karanlıkta kalırdık. O yüzden hava kararınca hemen yatardık. Sabah hava aydınlanmadan kalkar, çıra ışığında ders yapardım.

      İdare lambası olmadığı için çıra en önemli aydınlatma gereciydi. Akşamları ders çalışmak için yaktığım çırayı bile babam getirirdi. Şimdi, geceler bile gündüz gibi. Hatta bir çok yerde hayat gece başlıyor. O tarihlerde akşam olduğunda evden çıkmak kâbustu. Tuvalet ihtiyacı falan gün kararmadan görülür, gece karanlığa kalınmak istenmezdi. Buna rağmen evden biri gece tuvalete çıkacağı zaman yanında bir başkası daha gider ve çıranın ışığıyla, evin arkasındaki tuvalette ihtiyaç görülürdü. Olur da gece vakti bir yere gidilmesi gerekirse duvarlara dokuna dokuna yürünürdü. Gece yolculuğu yağmurlu günlere rastlarsa belimize kadar çamura bulanırdık.

      Akıllı konuşur çünkü onun istediği şeyler var, aptal da konuşur, zira kendisinin bir şeyler söylemek mecburiyetinde olduğunu sanır.

Platon

      Kalfat’a Küçük Mısır Denilirdi

      Kalfat köyü yaklaşık 500 haneli bir köydü. Orta kazasına yakın olan bu köyde 14-15 oda vardı. Köyün ortasından bir çay geçerdi. Hafız yetiştiriciliği ile ünlü olduğu için o zamanlar “Küçük Mısır” da deniyordu. Kalfatlı biri camiye gittiğinde eğer imam yoksa, “Nerelisin?” diye soranlara “Kalfatlıyım.” derse, “Geç imamlığı yap.” derlerdi. Bu köy çevrede o kadar ünlüydü. Her yıl onlarca talebe Şabanözü’nden, Kurşunlu’dan, Çerkeş’ten, Orta’dan hafızlık öğrenimi için Kalfat’a gelirdi. Gerçi o tarihlerde Kalfat, bugün bağlı olduğu Orta’dan büyüktü. 1960’lardan sonra Kur’an kursları açılınca talebelerin ayağı hocalardan çekildi. Köy kurslarının yerini imam hatip okulları, hocaların yerini imam hatip okullarının mezunları aldı. Şimdilerde ise Kur’an kurslarına gidecek talebe bulunamıyor.

      Benim okuduğum Kalfat‘ın eski adı Halfet idi. Orta ilçesinin eski adı da Kari Pazarı idi. Osmanlı döneminde Kalfat dâhil bütün yerleşim yerlerinin çok detaylı kayıtları tutulmuştur. Öyle ki köylerdeki sülale ve kişi isimlerinden tutun da hane, hayvan, asker sayılarına kadar her konu belirtilmiştir. İleri gelen kişiler ve vakıflar kayda alınmıştır. 1530’lu yıllarda; bağ bahçe, çayır, mescit, cami, medrese, hamam, kervansaray, çiftlik, değirmen, muallimhane (öğretmen evi-lojman) ve dükkânlara dair hemen hemen bütün bilgiler mevcuttur.

      Aynı kayıtlarda Kalfat dâhil bütün yerleşim yerlerinin, adlarını Türk boylarından veya oraya yerleşen bey isimlerinden aldıkları görülür. Bunlar: Salur, Dodurga, Yuva, Kızılsakal, Erkeç, Kayı, Hacılar, Ören, Eymür, Türkmen gibi isimlerdir. Yine aynı kaynaklarda bugünkü Kalfat arazisinin o yıllarda ormanlık alanlardan oluştuğu belirtilmektedir. Dumanlı Dağları’nın bazı yüksek kısımlarında seyrek bitki örtüsü olduğu ve dolayısıyla bugünkü yayla yerlerinin aşağı yukarı o dönemde de kullanıldığı arşiv kayıtlarında yazılıdır. Yörede yaylalık alanlar hemen hemen sadece Kalfat arazisinde bulunmaktadır.

      Üç şey sürekli kalmaz; ticaretsiz mal, tekrarsız bilgi, cesaretsiz iktidar.

Sadi

      Hafız Olmak İçin Sabırla Ezber Yapmak Gerekiyor

      Eskiden kışlar daha soğuk geçiyordu. Kasım ayı gelince evlerde sobasız oturulamıyordu. Biraz da bizim oraların rakımının yüksek olmasının bunda etkisi vardı. Ben de o aylarda gittiğim için soğuktan dolayı dışarıda ders yapamıyordum. Sabah erken kalkıp, evde çıra ışığıyla ders yapıyordum. Gündüzleri, benden bir yıl önce hafızlık eğitimi için Kalfat’a gitmiş olan Hatipgilin Mehmet’in kaldığı eve gidiyordum. O daha sıcak bir evde kalıyordu. Hatipgilin Mehmet benden bir yıl önce gitmesine rağmen hafızlığa birlikte çalışıyorduk. Benden sonra da Akmangillerin Sarı Hafız gelmişti. Hocalarımız ayrıydı. O Hafız Sadık’ta ben de Hafız Tığlı’da okuyordum.

      Köyde Hafız Kasım, Hafız Sadık, Hafız İdris’ten başka, ismini hatırlamadığım başka hafızlar da vardı. Bunlar köyde bulunan dört beş ayrı odada ders verirdi. Bu insanların ne cemaatle ne de tarikatla işleri vardı. Tek işleri Kur’an öğretmekti. Onların yanında yetiştiğimiz için bizim de öyle cemaatlerle, tarikatlarla bir ilgimiz olmadı. Ne kurslarına gittik ne de dergâhlarına girdik. Bugün çok popüler olan bu cemaat ve tarikatlar, o zaman öyle yaygın da değildi. Olsalar bile bizim o taraflarda pek yaygın değillerdi.

      O yıllarda, Kalfat’ta hemen her hafız hiç yoksa kırk elli talebe okuturdu. O zaman elif cüzü okunmasına kızarlardı. Köye gelen her devlet memuru aynı zamanda denetim görevlisi gibi çalışırdı. En çok jandarma gelirdi. Bir de tahsildarlar vardı ki onlar da denetim yapar gibi gelip bakarlardı. Jandarma, hocayı sıkıştırırdı.

      Gelenlerin Arapça öğretmediğini düşünmeleri için hoca tahtaya yeni harfleri de yazar, “Ben Arapça değil, namaz surelerini öğretiyorum.” der, memurları gönderirdi. Zaten ders yaparken kapıda bir talebe nöbet beklerdi. Biri gelecek olduğunda cüzleri altımıza koyardık.

      Denetime gelenler, namaz suresi öğrenmemize bir şey demezlerdi. Arapça, Farsça öğrenen olursa onlara kızarlardı. Arap harflerinin, latin harflerinin yerine yazışma dili olarak kullanılmasını kabul etmezlerdi. Odaya bir de tahta koyardı hoca, “Ben bunlara yeni yazıyı da belletiyorum.” derdi. Görevliler, “Tamam hocam, Arapça bellemesinler, namaz surelerini belleyebilirler.” diyerek giderlerdi.

      Esasında jandarma öğrencileri kontrol etmez, hocayla muhatap olurdu. Hocanın beyanına itimat ederlerdi. Hoca kendisi de bilmezdi ama korkusundan tahtaya “A, B, C” yazardı. Böylelikle denetleyenler atlatılırdı.

      Eski Usulle Öğrenmek Zordu

      Yasaktan dolayı mı yoksa hocaların metodu öyle olduğu için mi bilemiyorum biz Kur’an’ı yazarak öğrenmiyorduk. Okuyarak öğreniyorduk. Hoca sesleri gösteriyordu, bizler de tekrarlayarak öğreniyorduk. Kimi Arapça harfleri heceleyerek öğreniyordu, heceyi geçenler hocanın okuduklarını tekrarlayarak öğreniyordu. Aynı usul Kur’an öğretiminde yıllarca devam ettirildi. Bugünkü Kur’an kurslarında bu uygulama devam ediyor mu bilmiyorum. Yazarak eğitim almış olsaydık, sanırım hem daha hızlı öğrenmiş olurduk hem de yazıyı öğrenirdik.

      Kendi köyümüzde Hüseyin Hoca’ya gitmiştim ama Kalfat köyüne gittiğimde Kur’an öğrenmeye elif cüzüyle yeniden başlamıştım. Bir yılda Kur’an’a geçtim. O zaman öyle dersler kolay geçilmiyordu. Bilmiyorum kafamız mı çalışmıyordu, hocalar mı okutamıyordu(!) Ben altı ayda, bir senede zor söktüm Kur’an’ı.

      O zamanlar harfleri heceleyerek ve birbirine vurarak öğreniyorduk. Bu heceleme işini Amme Cüzü’nü bitirene kadar yapıyorduk. Amme Cüzü’nü heceleye heceleye okuduktan sonra Vel Mürselat Gurka’ya geçtiğimizde Kur’an’ı okumaya başlıyorduk. Tabii ilk başlarda yavaş yavaş okuyorduk.

      Günümüzde uygulanan eğitim yöntemlerine baktığımda, bizim zor bir yöntemle

Скачать книгу