Çankırılı Hoca - Cumhuriyet’in Öteki İnsanları - Bir Köy İmamının Hayatı. Hasan Yılmaz

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Çankırılı Hoca - Cumhuriyet’in Öteki İnsanları - Bir Köy İmamının Hayatı - Hasan Yılmaz страница 8

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
Çankırılı Hoca - Cumhuriyet’in Öteki İnsanları - Bir Köy İmamının Hayatı - Hasan Yılmaz

Скачать книгу

hissedilen politik kırılmaların temeli atılmış oldu.

      Savaş şartlarının tahribatından kurtulmak için alınan önlemlerin Türkiye’nin sonraki dönemlerine yapacağı etki o yıllarda akla gelmemişti. Savaşın yarattığı olağanüstü şartlar, olağan dışı uygulamaları da gündeme getirdiğinden, insanların bilinçaltı da bu şartlara göre şekillenmişti. O yıllarda en çok sıkıntısı çekilen hususlardan biri de yetişmiş insan gücü idi. Bu durumun kamu hizmetlerini aksatmaması mümkün değildi.

      İkinci Dünya Savaşı’nın olumsuz şartlarının en önemli etkilerinden biri 1940 yılında başlayan sıkıyönetim uygulamalarıdır. İstanbul, Edirne, Kırklareli, Tekirdağ, Çanakkale ve Kocaeli illerinde 23 Ekim 1940 tarihinde bir ay süreyle ilan edilen, iki kez üç ay, bir kez de altı ay uzatılan sıkıyönetim, 18 Aralık 1941’de altı ay daha uzatıldı. Savaşın günlük yaşamdaki etkisi özellikle sıkıyönetim ilan edilen yerlerde pasif müdafaa dedikleri tatbikatlarla daha belirgin şekilde görüldü.

      Örneğin Alman ordusunun Balkanları işgalinden sonra bir önlem olarak İstanbul, Edirne, Kırklareli, Tekirdağ ve Çanakkale’de oturan vatandaşların Anadolu’ya geçmeleri, böylece muhtemel bir savaştan sivillerin en az zararla kurtulmaları sağlanmak istenmiştir. Sıkıyönetim altındaki bu illerde yaşayanların, Sıkıyönetim Komutanlığı ve İstanbul Valiliğinin tebliği ile Anadolu’nun diğer yerlerine taşınması gündeme gelmiştir.

      Büyük savaşın yoğun biçimde sürdüğü 1941 yılının Mayıs ayında, yalnızca ülkedeki gayrimüslimleri kapsayan gizli karar doğrultusunda 18-45 yaş arasındaki gayrimüslimler askere alındı. Çok güç şartlar altında geçen askerlik dönemi 27 Temmuz 1942’de sona ererken, bu kararın ardından Varlık Vergisi gündeme geldi.

      İkinci Dünya Savaşı’nda kırsal kesimin üzerinde, arazi vergisi, hayvan vergisi ve yol vergisi olmak üzere üç tür vergi yükü bulunmaktaydı. Savaşla birlikte oranları da yükseltilen bu vergiler özellikle küçük çiftçiler üzerinde ağır yük oluşturuyordu. Örneğin 1941 yılında, bir çift öküz için devlete verilmesi gereken vergi yirmi kilo buğday fiyatına denk geliyordu. 1941 yılında savaş döneminin bu genel eğilimi sürdürülmüş, olağanüstü koşullar altında bozulan dengeleri düzeltmek için var olan vergilerde artırıma gidilmiş ya da yeni vergiler getirilmiştir.

      Yıl içinde bu konudaki en önemli düzenleme 31 Mayıs 1941’de yayımlanan ve vergilerde artışı öngören kanundu. Buna göre beyannameye bağlı kazanç vergileri iki katına çıkarılmış, bir yıl önce serbest meslek erbabının kazanç vergisine yapılan zam bir misli artırılmış, dükkân ve mağaza gelirlerine daha önce yapılan yüzde yirmi beşlik zam, bu kez yüzde elli olarak belirlenmiş, koyun, keçi, sığır gibi hayvanlar için vergi getirilmiş, veraset vergisi artırılmış, tiyatro ve sinema resimleri yükseltilmiş, gümrük evrakından daha fazla resim alınmaya başlanmış, posta hizmetlerine zam yapılmış, lastik, çimento üzerine tüketim vergisi koyulmuş, kibritten alınan resim ile sigara ve içki fiyatları yukarı çekilmiş, yabancı ülkelerden Türkiye’ye gelen ithalat eşyası muamele vergisine tabi tutulmuştur. 1941 yılında getirilen vergiler, daha çok dolaylı vergi biçiminde düzenlendiği için halkın gündelik yaşamı üzerinde ağır bir yük oluşturmuştur.

      O yıllar, siyasal ve toplumsal anlamda bir durgunluk dönemi gibidir. Toplumsal dinamikleri harekete geçirecek bütün enstrümanlar kısıt altında olduğundan, özellikle kent merkezlerindeki toplumsal yaşamda gözlenen kıpırdanmaların hemen tümü devletin ya da partinin öncülüğünde gerçekleşmiştir. Söz gelimi, nisan ayında Bayan İnönü’nün daveti üzerine İstanbul’daki CHF merkezinde yapılan toplantıyla Hayırsevenler Cemiyeti kurulmuş, İstanbul Valisi ve Belediye Reisi Lütfi Kırdar, Hayvanları Koruma Cemiyetini ziyaret ederek hayvanlar için yapılan hastaneyi gezmiş ve takip edilen usulleri tetkik etmiştir. 27 Ocak’ta Sağır ve Dilsizler Cemiyeti Kongresi, 24 Şubat’ta da Çiçekçiler ve Manifaturacılar Cemiyeti Kongresi düzenlenmiştir. Toplumsal cansızlığın Halkevleri aracılığı ile aşılması yönünde çabalar olsa da yaygın kitlelerin bu çabalardan haberi bile olmamıştır.

      40’lı yıllardan bugünleri aydınlatan en önemli çabalar ise köy enstitülerinin yaygınlaşması ve dünya klasiklerinin Türkçeye çevrilmesi oldu. Anadolu’daki öğretmen ihtiyacını karşılamak, kırsal gelişim ve değişime öncülük etmek üzere 1940 yılında kurulan köy enstitülerinin sayısı 1941 yılında hızla çoğalıp yirmiye ulaştı.”

      O dönemin yarattığı olumsuzlukların nedenini halk elbette anlayamıyordu. Otoriter anlayış bütün dünyada geçerli olduğundan, halkın hissiyatıyla da pek ilgilenilmiyordu ama günlük ihtiyaçların da bir şekilde karşılanması gerekiyordu.”

      Şevket Süreyya Aydemir, aynı eserinde, 1940’lı yıllara ilişkin daha farklı bilgiler de veriyor:

      “Dr. Refik Saydam’ın, 13 Temmuz 1942 yılında İstanbul’da ölümünden sonra yeni kabinede yer alan Ticaret Vekili Dr. Behçet Uz’un çok saf inanç ve telkinleriyle bu kabine, ziraat ve ticarette hemen hemen bütün kontrol ve tevzi kayıtlarını kaldırmıştı. Ziraat ve ticaret madrabazlarına, vatanın namuslu insanları gibi hitap ederek onları hükûmetin yardımına çağırmıştı. Halbuki alınan netice şuydu ki bütün piyasa ve mal hareketleri; ellerinden gelse teneffüs edilen havayı da millete ihtikâr maddesi yapacak kadar soysuzlaşmış bu insanların elinde allak bullak olmuştu. Fiyatlar birden şahlandı. Hâlbuki yeni ticaret vekili bu görevi alışından birkaç gün sonra, fiyatların mesut bir hadise ve güya hamiyetli çiftlik ağalarımızla namuslu tüccar vatandaşlar sayesinde yükselmeye değil, inmeye başladığını müjdeliyordu ama o bu nutkunu verirken resmî fiyatı 13,5 kuruş olan buğdayın serbest fiyatı, 30, 40, 50, 70 hatta 100 kuruşa doğru sıçrıyordu. Bu insafsızlık karşısında ne yapacağını şaşıran Başvekil Saraçoğlu 11 Kasım 1942 günkü nutkunda, milletvekillerine karşı ellerini çaresizlikle açarak, küçük, orta ve büyük şehirlerde devlet memurları ile düşük ve sabit gelirli 1 milyon 100 bin insanın devletin iaşe yardımına muhtaç olduğunu ilan ediyor, çaresizlikten yakınıyordu.” (Şevket Süreyya Aydemir, “İkinci Adam”, 2. cilt, s. 344)

      Sabahleyin erken kalkarak, gecenin gündüz olmak için geçirdiği değişime şahit olmayanlar, yeryüzünde hiçbir şey görmemişlerdir.

Alain

      Çıranın İsinden Gözlerim Görmez Oldu

      Henüz dokuz yaşındayken köyümden çıkmıştım ve aynı kaderi paylaştığım pek çok çocuk vardı. Benim gördüklerim, görmediklerimin yanında denizde damla sayılırdı. Dönemin şartları dikkate alındığında durumum hiç de yadırgatıcı değildi. Sonuçta geçtiğim süreç bir istikbal arayışıydı ama barındığım ve ders çalıştığım ortam hiç iç açıcı değildi. Üstelik benim oraya gittiğim yıllar, Türkiye’nin en kasvetli yıllarıydı.

      Karaların evindeyken, içeride çocuklarla yatmaktan huzursuz olunca kendim için kapının ağzına bir seki yaptırmıştım. Havalar ısındığında çoklukla orada yatmaya başlamıştım. Çoğu kez karlı günlerde de orada yatıyordum. Bazı günler, damdan düşen karlardan yatağın üzeri ak pak oluyordu. Soğuğa alıştığımızdan mıdır, çaresizlikten midir nedir, üşümezdim. Kibritle çıramı yakar, sabah gün ışımadan ezber yapardım. O yüzden gözlerim, yüzüm hep is olurdu. Arada yüzümü gözümü silip, yıkayıp yine ezber yapmaya devam ederdim. Bu nedenle çalışırken

Скачать книгу