Aydın Menderes Anlatıyor: Gölgede Bir Şey Kalmasın. Yasin Topaloğlu

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Aydın Menderes Anlatıyor: Gölgede Bir Şey Kalmasın - Yasin Topaloğlu страница 11

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
Aydın Menderes Anlatıyor: Gölgede Bir Şey Kalmasın - Yasin Topaloğlu

Скачать книгу

yeni yeni öğrenmeye başlıyorduk. Sonra Kızıl Sultan, Gök Sultan veya Yeşil Sultan olarak karşımıza çıkmaya başladı. “Kızıl Sultan” ifadesi kesinlikle doğru değil. Ne yazık ki Ermeni ağzı ile kendi padişahımızı kötülemek, ona karşı çıkmak gibi ağır, vahim bir hata yapılıyordu. Benim bahsettiğim bu mesafe, öyle noktalara taşınıyordu ki söz gelimi hâlâ Abdülhamit’e karşıyım dediği için Bayar’a karşı benim içim burkuluyordu. Hâlbuki Demokrat Partinin genel başkanıydı. Araya uçurumlar giriyordu. “Kayıtsız şartsız Lozan bir zaferdir.” diyenlere karşı tepki duyuyorduk. Kendi payıma en fazla da “En hakiki mürşit ilimdir.” sözüne tepki duyuyordum. Yanlış anlaşılmasın, sözün içeriğine değil, bilimsel gerçeğin tek gerçek olduğunu söyleyen pozitivizme tepki duyuyordum. Bu bir fikir akımıdır, buna hiç inanmadım, karşı oldum -felsefeyi bir kenara koyalım- o fikir akımı bize her yerde lazım değil. Bu zamanda alternatif tıp bile tıbbın iyi ettiği hastalıklarla uğraşmıyor da iyi edemedikleriyle uğraşıyor, demek ki bilime müracaat etmek iyi bir şeydir. Hele hele eğer vahye, nasa itibar etmeyip de dünyevi bir düşünceye, görüşe itibar etme düşüncesindeyseniz, bunun bilimsel bir esasa dayanması her zaman uygundur. Çünkü bilim değişiyordu. Görüyorduk ki Newton ile sınırlı kalmamış, kuantum çıkmış, Heisenberg çıkmış, modern fiziğin klasik bilimsel söylemini tekrarlamayan birçok isim ve düşünce çıkmış. Epey yıl önce İstanbul’da, Perşembe Pazarı’nın arka tarafında, Haliç’e yakın bir camide bir Mayıs günü -İstanbul’un kurtuluş günü de olabilir- dinlediğim hutbe beni sonsuz derecede doyurmuştu. İmamın o gün işlediği tema şuydu: “Düşünmek put kırmaktır. Çünkü düşündükçe her an bir başka şey öğrenir, yeni bir doğruya varırsınız. Böylece de sürekli düşünerek çok put kırarsınız.”

      Böylelikle çok az puta sahip olursunuz.

      Evet çok az puta sahip olursunuz. Tabii daha sonraki yıllarda halkın daha çağdaş yorumuyla birlikte, yeni açılımlarla da karşılaşarak, o hoca efendinin genç yaşına rağmen çok hikmetli sözler söylediğine daha fazla inandım. Sabit kalan bir düşünce yoktu ama Cumhuriyet, resmî ideoloji, mutlağın peşindeydi, bilimin değil. Bilim orada bir meşrulaştırma aracıydı. Onun dediklerine karşı çıkarsanız, bilime karşı çıkarsınız insanın iyiliğine, insanın sağlığına karşı çıkarsınız. Bu tamamen bir kurguydu. Ama kendi kabullerini bilimsel eleştiriye sunmuyorlardı. Bilim eğer büyük tetkikçi ise bir müfettiş ise bir tahkikçi, bir muhakkik ise o, dinle uğraşabilirdi, benzer ideolojilerle uğraşabilirdi ama iş resmî ideolojiye gelince bütün işi gücü onu tasdik etmek oluyordu. Bu da genç yaşta, insanların hassas olduğu dönemlerde daha büyük bir haksızlık olarak görülüyordu. Demokrat Parti ile ilgili söylenenlerle tarih oluşturuluyordu. Bunların birçoğu ak ve kara kadar birbirinden uzaktı. İnsanların öyle meziyetleri veya öyle kusurları söz konusu olabilir ki elbette bunlar üzerinden münakaşa edilebilir. Ama münakaşa edilemeyecek yönleri de vardır o insanların. Gerçeğin bu kadar değişmemesi iktiza eder. Gerçek fiilen değiştiriliyorsa, o zaman, bir arkeoloğun yaptığı gibi elimize gerekli alet edevatı alıp tarihî olayların üzerindeki katmanları kaldırmamız gerekir. Mesela nasıl doğal olaylar, zelzeleler, depremler, seller, daha önceki medeniyetlerin üstünü örtmüş, onları kaybetmişse bu dönem için de aynısı yapılmak isteniyordu. Bizim de bu tarih dediğimiz hadisenin üzerini açmamız gerekiyor. Güya dünün gerçeğini bulma gayreti -zaman zaman buna yaramış olmasına rağmen- bazen de iktidarın bir baskı aracı olarak gerçekleri değiştirmiştir. Bunun için tarihe, resmî ideolojiye karşı ileri derecede mesafeli durmak icap eder. Ama ona karşı bu mesafeli duruşu da hiç değişmez bir ak ve kara hâline getirmemek gerekir. Yakın tarihte bir şey mi düşünüyorum, inanıyorum, bak bu bugünlüktür. Yarın bir başka kanaat, başka bir gerçek çıkar, daha iyi bir yorum çıkar veya sen kendin öyle bir noktaya gelirsin ki, bugünkünden farklı düşünebilir, inanabilirsin. Mümkün olduğu kadar adaletin terazisini elden kaçırmamaya gayret etmeliyiz. Bu inancım hâlâ devam ediyor. Tarih, bu ülkeyi idare etmiş pek çok insanı haksız yere bühtan altında tutmuş, zan altında bırakmıştır. Bu yanlıştır, bunu da içinde yaşadık, birebir yaşadık.

      Çok Partili Sürecin Sancıları ve 27 Mayıs Askerî Darbesi

      27 Mayıs gününü siz nerede ve nasıl karşıladınız? Nasıl tanıklık ettiniz 27 Mayıs’a?

      28-29 Nisan olayları önce İstanbul, sonra Ankara’da yaşandı. İstanbul’da bitti, devam edemedi, sonra Ankara’da devam etti. Ben o gün yatılı okuldayım, Robert Kolej’de.

      Kaçıncı sınıftaydınız?

      O zaman ben orta birdeydim. Orada mecburi iki sene hazırlık vardı. Şimdi konu geldiği için ve bağlantısı olduğu için bir iki kelime söyleyip hemen 28 Nisan’a döneceğim. Yaşlı bir tarih hocamız ile yine yaşlı bir coğrafya hocamız vardı. O dersleri de ben zaten çok severdim. Hatta iyi not alıyordum. Mesela onların söylediği birtakım sözler, aklımda kalmıştır. Pek zannetmiyorum başka bir talebe bu sözleri o vakit hafızasına almış olsun. Tarih öğretmenim okulda çok itibarlıydı. Tarih sınıfı ve coğrafya sınıfı ayrıydı. Onlar talebenin ayağına gelmezdi, tarih, coğrafya dersine oraya gidilirdi. Öyle bir yönleri vardı. Bir gün Hanibal’i anlatırken dedi ki: “Hanibal İtalya’da uzun kaldı. Asker, disiplinden çıktı. İtalya’nın eğlencesine kapıldı. Hanibal’i yenen bu oldu. Yoksa Hanibal çok büyük bir cihangir, yenilecek bir komutan değildi.” Ve hemen ilave etti: “Dünyada iki kesimi boş bırakmaya gelmez. Birisi talebe, birisi de askerdir.” Sene 1959 sonları; Türkiye’de bir hükûmet darbesi olur gibi bir ihtimal yok benim kafamda. Türkiye’de o zaman denirdi ki: “Mısır’da olur, Suriye’de olur, Irak’ta olur; millet olarak geri onlar, biz ileriyiz, Türkiye’de böyle şeyler olmaz.” 27 Mayıs 1960’a kadar, genel kanaat olarak söylüyorum, Türkiye’de askerî müdahale olmaması ilericiliğimizin bir delili iken 27 Mayıs Darbesi, kendisini, gericiliği önlemek ve ilericiliği tekrar ihya etmek olarak tanıttı, bu şekilde ortaya çıktı. Bu da böyle bir garipliktir. 28 Nisan günü, çok iyi hatırlıyorum, öğleden sonra ders bitmişti veya boştu. Şimdiki Boğaziçi Üniversitesi kampüsü, ortada futbol sahası vardı o zaman, tam oralardayım. Yatakhane olan binaya gideceğim. Benden büyük, uzun boylu bir çocuk geldi yanıma, Demokrat Parti milletvekili olan babası, rahmetli Bayar’ın yaverliğini yapmış, aynı zamanda da bir emekli kurmay albay çocuğu. “Ya Aydın işittin mi?” dedi, “Yine böyle öğrenci hareketleri falan olmuş.” Dedim ki: “Halk var mı, halk karışmış mı?” Cevap verdi: “Yok, öğrenci hareketleri.” Ben de “O zaman bir şey olmaz.” dedim. Sonra Ankara’da o arkadaşla komşu olduk, Ankara Kolejinde beraber olduk. Bana hatırlatırdı, “O gün öyle demiştin.” diye. Ben de derdim ki: “Millete güvenmek yanlış bir şey değildir. Herkesin, milletin dediğine biat edeceğini varsayarak yanlış bir şey düşünmüyoruz.” Ama böyle bir olay da işte Türkiye’nin başına geldi. Bu konu çok tartışılmıştır. Herhâlde içine girilir bu işin. 1950-60 arası yıllara şu açıdan bakılmıştır: “27 Mayıs önlenebilir miydi, önlenemez miydi?” O gün için en azından iki kişiden birisi Demokrat Partili idi. 26 Mayıs sabahı ve bir de ihtilalden sonra birçok CHP’li, Millet Partili de tiksinmiş bu durumdan. Hele idamlardan sonra büyük bir topluluk, bir camia oluşmuştu. Demokrat Partililerin kendi aralarında en fazla tartıştıkları konulardan birisi buydu. Benim o günkü düşüncem böyle, 28-29 Nisan olaylarını da böyle karşıladım.

      Siz 28-29 Nisan olaylarını, organize hareketler olarak görüyorsunuz. Çünkü “Millet yoksa o hareket tabii bir hareket değildir.” diyorsunuz.

      Evet

Скачать книгу