Bağrı Yanık Ömer. Mahmut Yesari

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Bağrı Yanık Ömer - Mahmut Yesari страница 5

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
Bağrı Yanık Ömer - Mahmut Yesari

Скачать книгу

bir fırtına başlangıcı sandı. Birkaç gün tetik bulundu, bekledi… Lakin Bakır Efe, hep aynı hâlde duruyordu. Onu gören, bir şey görmüyor, duymuyor, bilmiyor zannederdi.

      Bir hafta sonra Emine’nin korkusu gitti, düştüğü kaygının boşuna olduğuna hükmetti, kendine emniyet geldi.

      Bakır Efe yorulmuştu; Emine bunda karar kılıyordu. Ömer, sevinç içinde idi, yüreği ferahlanmıştı, yüzü gülmüştü. Kapının tokmağı vurulduğu zaman korku ve telaşla yerinden sıçramıyor, anasına misafir geldiği günler tasaya düşmüyordu. Akşamları karanlık basarken ıssız bağ yollarında boynunu bükerek ağlamıyordu.

      Ömer artık gülüyordu, kahkahalar atarak gevrek gevrek gülüyordu. Rengi yerine gelmiş, yanakları, dudakları kızarmış, düşük omuzları doğrulmuş, yaşla kararan nemli gözleri parlamıştı. Kapının çalınmasını beklemiyor, babasını yarı yoldan karşılıyordu. Ömründe en tatlı geçen bu günlerdi… İki kızgın alev arasında yanan yüreğine sular serpilmişti Babasını eskisinden daha çok sevmeye başlamıştı, anasına daha derin bağlanmıştı.

***

      Bakır Efe, Emine’nin her hareketini gözden kaçırmıyor, sezdirmeden onun peşini kolluyordu. Emine iyice gemi azıya almıştı. Kasabanın uygunsuz karılarıyla açık açık, kimseden çekinmeden konuşuyor, bağlara gidiyor, çengileri toplayıp dümbelek çaldırıyor, oyun oynatıyordu. Bir yandan seviniyordu.

      Ömer’in gözlerinin içi gülüyordu. Rengi uçuk değildi, sünepeliği gitmişti. O zamana kadar Ömer’i doğuştan miskin, cansız, yorgun ruhlu sanmıştı.

      Ömer de öbür çocuklar gibiydi. Ömer de sokaklarda, bağlarda, bahçelerde çığlık çığlık koşan, sıçrayan, gülen, bağıran bütün çocuklar gibiydi. Bakır Efe onu kendi kafasına göre yetiştirecek, bir yol Emine’nin elinden kurtarsa dileğini yerine getirecekti. Ömer de babası gibi, kasabanın bir anılır ünlü efesi olacaktı. Bakır Efe, oğlunda bu özü görüyordu. Ömer babasının oğluydu. Umulduğundan daha zorlu, daha yaman çıkacaktı. Bakır Efe’nin, buna imanı vardı.

      Emine çalgı çağnak arasında Ömer’i unutmuyordu. Nereye gitse Ömer’i de beraber götürüyor, kucağından bırakmıyordu.

      Bakır Efe için bu hâl, en çekilmez bir bela, yenilmez bir ağu idi. Fakat tırnaklarını avcuna batırıyor, öfkesini kalbinde boğuyordu. Köydeki, kasabadaki dedikodulara, mırıltılara göz, kaş oynatışlara, bıyık altından gülüşlere aldırmıyor, bir kaya sertliğiyle kayıtsız, dimdik duruyordu. Buna rağmen gene birçok şey tasarlıyordu. Ömer’i alıp başka bir yere gitmek aklından geçmişti. Fakat gittiği yerde para lazımdı. Tarlalar, ağıllar, bağlar, bahçeler birleştirilmemiş olsaydı varını yoğunu satar, Ömer’le birlikte kasabadan kaçardı. Şimdi ne mallarını satabilir ne de Ömer’i alıp kaçabilirdi. Emine’nin rahmetli babası köyün ağalarındandı. Hâlâ hatırı sayılıyordu. Emine’nin erkek kardeşleri de Bakır Efe’yi rahat bırakmayacaklardı. Köyde, kasabada onların da adamları vardı. Bakır Efe ile boy ölçüşebilirlerdi.

      Zaten Emine de bütün bunları bildiği, kuvvetlerine güvendiği içindir ki kocasına kafa tutuyor, burnuna gülüyor, meydan okuyordu…

      Bakır Efe, dört yandan kıskıvrak bağlı olduğunu hissediyordu. Malla, para ile Emine’nin erkek kardeşlerinin gönüllerini ederek gözlerini boyayacaktı.

***

      Kasabaya inmediği, çarşıya, pazara çıkmadığı, insan arasına karışmadığı için, arkasından edilen alayları görmüyordu.

      “Merhaba Efe…”

      Bakır Efe, başını ağır bir eda ile çevirdi, kaşlarını hafifçe çatarak “Merhaba Süleyman.” dedi.

      Sırtını dayadığı çınarın geniş gölgesine çağırdı:

      “Gel otur bakalım… Sen buralarda ne arıyorsun?..”

      Sarı Süleyman, elini göğsüne bastırıp selam verdikten sonra dizlerini tutarak çömeldi. Bakır Efe’nin karşısına oturdu, omuzlarını çökerterek hürmetle kamburlaştı. Bakır Efe’nin alnında küçük katmercikler peyda olmuştu. Kuşağının arasından bir tabaka çıkardı. Süleyman’ın önüne attı:

      “Sar bir cığara… Ne âlemdesin?”

      Sarı Süleyman, Bakır Efe’nin tabakasını alırken boynunu büktü:

      “Hep bildiğin gibi ağa… Kasabaya da indiğin yok… Bozpınar Çiftliği’ne gittin sandıktı…”

      Bakır Efe, Süleyman’ın söz söylemesinden hemen anlamıştı.

      Sarı Süleyman bilhassa araya sora bulmuştu. Bundan da mutlak bir maksadı olmalıydı. Yoksa o boşuna yorulmaz, bir fesat kokusu almadan kendini sıkıya koymazdı. Sarı Süleyman yutkunuyor, eğilip bükülüyordu.

      Bakır Efe, Sarı Süleyman’ın kıvranışına sinirleniyor fakat hiç renk vermiyor, onun açılmasını bekliyordu:

      “Sen pek bu taraflara düşmezdin, ne oldu böyle? Hangi dağda kurt öldü?”

      Sarı Süleyman, belli belirsiz kekeledi:

      “Topalların Hasan dayı, camızlarını satılığa çıkarmış, emmim de almayı kurmuş. Bu sabah ‘Süleyman…’ dedi. ‘Var bir yol camızları gör… Ne eder?’ dedi. Hasan dayının ağılına vardım, birini gözüm tutmadı. Senin bağın önünden geçerken uşaklardan birine sordum, buralarda dedi. Nasıl iyisin ya ağa?..”

      Sarı Süleyman yalan söylüyordu. Bakır Efe, bu yalanı onun göz bebeklerinde okuyordu.

      “Çok şükür, iyiyim…”

      “İyi gördüm ya… İçerim ferahladı… Hasta filan olma da…”

      Bakır Efe, cevap vermiyor, dudaklarında renksiz, iğreti bir gülüşle durgun durgun bakıyordu.

      “Hacı Salih tutturmuş, gezdiği, dolaştığı yerde ‘Bakır Efe, rahatsız olmalı, çarşıya dükkânlara uğradığı yok.’ dedi. ‘Haydi bunak, sen de ağzını hayır aç…’ dedim. Doğrusu ilk günler içime inanmak gelmiyordu…”

      Sarı Süleyman’ın, boğazına tükürük kaçmış gibi yutkunması Bakır Efe’ye şüpheli görünmüştü.

      “Taştan değilim ya… Sen niye inanmıyordun…”

      Süleyman durakladı, diliyle dudaklarını ıslattı:

      “Niye susuyorsun?”

      “Hiç… Sanki… Hanya… Sağlık, hastalık hepimiz için… Şayet rahatsız olacak olsan konağın hâlinden de belli olmaz mı?”

      Bakır Efe, vücudunun her taratma ince ince iğne uçları batırılmış gibi titredi, ürperdi. Sarı çıyan zehrini akıtmaya başlıyordu. Bu başlangıcın sonunu Emine’ye bağlayacaktı. Bakır Efe, daha bunu işitmeden kalbiyle seziyordu. Sarı Süleyman, Efe’den korktuğu, çekindiği için açıkça söyleyemezdi. Ama o şekilde anlatacak, o tarzda söyleyecekti

Скачать книгу