İnsanın Macerası. Piero Scanziani

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу İnsanın Macerası - Piero Scanziani страница 6

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
İnsanın Macerası - Piero Scanziani

Скачать книгу

dünyayı şaşırtan araştırması sayesinde meşhur olacaktı. Hatta Hint milliyetçiliğine karşı tam mücadelede olan İngiltere kralından alkışı koparmayı bile başardı, dahası kral söz konusu kahverengi tenli dehanın önünde eğilmek istedi, ona baronet unvanını verdi.

      Paris Kongresi’nde Sir Jagadish Chandra Bose tıpkı canlı dokular gibi metaller içinde toksik ve antitoksik maddeler olduğunu ortaya çıkardı. Bir metal de zehirlenebiliyordu: Akut elektrik spazmı aşamasından sonra, artık uyaranlara cevap vermiyor, atıl hâle geliyor ve neredeyse ölüyordu. Ancak eğer panzehir zamanında gelirse metal yavaş yavaş iyileşene kadar kendini kurtarmayı başarıyordu.

      Metal nedir? Bir kristal kümesidir. Kristallerden bir tür yaşam formu oluşur, bu evrensel bir yaşamdır çünkü evrendeki tüm katı cisimler, en uzak gezegenlere kadar kristallerden oluşur.

      Başkalaşımlarımız da biz kendini kopyalayıp çoğalan, görünmez bir hücreyken başladı, tıpkı kristaller de aynı muntazamlıkla sadece tekrarlama ihtiyacı ile hareket ederek, kendi aralarında birbirleri ile özdeşleşirler.

      Bu esnada amipler gibi protozoalara benzeriz, belirli bir boyuta ulaşırız sonra ikiye, dörde, sekize ayrılırız. Böylece çok hücreli küçük bir varlık hâlini alırız, bu hâlimizle de deniz hidralarının embriyosuna sonra da kimi balıklara benzeriz hatta onlar gibi solungaçlarımız vardır.

      Bu başkalaşım girdapları ile geçen bir aydan sonra sekiz milimetreye ulaşırız ve etrafımızı ceviz büyüklüğünde bir yumurta sarar. İçimizde taşemengillere benzeyen geçici böbrekler oluşur.

      Ancak ertesi ay başkalaşımlar bizi bir su canlısından karasal olana dönüştürür ve geçici olarak bazı amfibilerin embriyosuna benzeyip onlar gibi kuyruklanırız. İkinci ayın sonunda tıpkı tavuk gibi büyük bir yumurtanın içine gireriz, o hâlimizle bazı insan özellikleri olan yumuşak küçük bir canavar gibi görünürüz. Dördüncü ayda kalbimizin nabzı belirginleşir ancak bu önce sürüngenlerinkine sonra da kuşlarınkine benzeyen kusurlu bir kalptir. Boyumuz yirmi bir santimetreye ulaşır ve kilomuz ise yarım kilodur. Vücudumuz tüm omurgalıların embriyolarına paralel olarak büyür. Cinsiyetimiz ise çoktan bellidir: Erkek ya da kız.

      O andan itibaren kapalı olduğumuz sıcak sıvı içinde bir civciv gibi hareket etmeye başlarız. İlk duyu olarak önce dokunma hissini hemen sonra da tat alma hissini elde ederiz. Ancak, suya batırılmış hâlde olduğumuzdan doğru düzgün ne koku alabilir, ne tam duyabilir ne de tam görebiliriz. Altıncı aydan itibaren yutmaya ve işemeye başlarız. Bizi çevreleyen sıvı ile güzel bir ziyafet çeker sonra saatler boyunca bir hıçkırığa tutuluruz. Amacımız, anne kıçıyla tanıştığımız gün emmeye hazır olmaktır.

      Yedinci aya doğru memeliler ve özellikle maymunlara benzer hâlde tutarlı bir şekilde büyürüz, zayıf ve buruşuk hâlimiz yaşlı amcalara benzer. Vücudumuz küçük bir şempanze ile karıştırılmaya yetecek kadar tüylerle kaplanmıştır. Sekizinci aydan hemen sonra kıllarımız dökülür ve bununla birlikte yaşadığımız pek çok insanlık dışı özellik geride kalır. Nihayet artık bir bebek gibi görünürüz.

      Başkalaşımlarımızın birçok mucizesi arasında en büyüğü kesinlikle doğum arifesinde sahip olduğumuz kocaman, karmaşık, ağır olan beynimizdir, bununla birlikte evrenle ilk zihinsel temasımıza beynimiz izin verir.

      Şayet hayat kristaller ve protoplazma ile (Proteinler, yağlar, tuzlar ve sudan meydana gelmiş, nabzı olan daha da doğrusu canlı olan beyaz yumurta akları; bitkisel ve hayvansal olduklarında neredeyse özdeş görünen tuhaf yumurta akı, oysa bir solucan ile bir meşe düşünüldüğünde fark devasa olmalıdır.) başlıyorsa, eğer hayat yosun ve infüzyonla başlıyorsa, zihin ne zaman başlar? Bazen köpeğimizin bile düşündüğünü fark ederiz, maymun da düşünür, düşünürler ve seçerler. Ancak bazen de düşünmez, deneyim kazanırlar, amipler o kadar küçük su yosunlarını seçerler ki başka bir yosun olan pandorina onu yer. Bu deneyimden sonra, minik amipler zararlı boyaları yutmayı bırakır. Sadece beyinden değil aynı zamanda duyu organları, ağız ve sindirim sisteminden de yoksun olan deniz anemonu diğer balıkları yakalasın diye kendisine doğru iten dost canlısı balıkları ayırt edebilir ve ona saygı gösterebilir.

      İnsanlarda duyarlılık beyne o kadar bağlıdır ki zihin sinir sisteminin bir etkisi gibi görünür.

      Oysa tam tersidir. Sinir sistemi olmadan bile duyarlı olabilirsiniz, küstüm çiçeği kendisine dokunulduğunda anında geri çekilir.

      Zihin ne beyinden ne onun şeklinden, ne özünden, büyüklüğünden ne de kıvrımlarından meydana gelir. Arı küçük ve basit bir beyne sahiptir. Oysa bu küçük beyin işçi bir arı için yeterlidir çünkü gözleri sadece şekilleri görmekle kalmaz ultraviyole dâhil tüm renkleri de görür çünkü yalnızca kulak zarlarıyla duymazlar aynı zamanda ultrasonu duyabilecek kadar hassas tüyleriyle de duyarlar çünkü keskin kokular gamını heyecanla hissederler, yüksek dokunsal hassasiyete sahiplerdir; tatlı, acı, ekşi, tuzlu olanı sadece ağzıyla değil aynı zamanda ayaklarıyla da tadarlar.

      Peygamberdevesinin beyni minimaldir ancak bizim karmaşık elektronik beyinlerimizden daha hızlı çalışır. Mikrosaniyenin bir kısmında peygamberdevesi hızı, rotayı, pozisyonu hesaplar ve yanılmaz bir şekilde etrafına yanıp sönen böceği ortalayarak vurur. Uçaksavar elektronik beyinleri bunu çok daha uzun zaman alarak yapar.

      Zihin beyinden meydana gelmez ancak beyin zihinden meydana gelir: Zihin her zaman vardır, madde içinde kış uykusuna yatar ve madde ölü değildir, uyanmakta olan uykuda bir şeydir.

      Bazılarına evrenin geri planında ve her canlının, arıların, hatta peygamberdevesinin bile arkasında bir bilgeliğin var olduğunu kabul etmek itici gelir. Diğerlerine göre böyle bir bilgelik öylesine açıktır ki onun varlığını inkâr etmek güneşin varlığını inkâr etmekten daha kötüdür. Onu bilgelik diye anmak istemeyen ona hayat der çünkü hayat bilgeliktir. Kristelleri düzenleyen bilgelik amipleri hareket ettirir, arıları yönetir, peygamberdevelerine rehberlik eder. İnsanda ise bilgeliğin ışığı belirli bir ölçüde beynin gri maddesi aracılığı ile süzülüyor gibi görünür, böylece bilincimiz aydınlanır ve zekâ alev alır, insana hata yapmaya izin veren bir tür özgürlük doğar.

      Bizim hatalarımızın aracı ansefaldir. Doğmak üzereyken, kocaman bir kafamız vardır, vücudun dörtte biri ve yarısı ağırlığındadır. Yalnızca beyin tek başına yarım kiloyu aşar ve bizi aşağı iterek rahimde baş aşağı durmaya zorlar. Beden hareket etmeye çalışır ancak yuvarlak beyin balasına bağlı olduğu için nafile uğraşır.

      Bu ağırlıkta, bu gri membranlarda, sinir köprülerinde, bu ventriküllerde, bu hemisferlerde, sarmallarda, beyin zarında insanın büyüklüğü saklı olsa da başkalaşımlarımızın sürdüğü iki yüz seksen gün boyunca, hiçbir düşünce beynimize uğramaz. Ağır serebrumubuz hareketsiz akciğerlerimiz gibi sessiz bekler.

      Ancak işte nihayet zamanın gizemli yüzüne özellikle bir tarih damgasını vurdu. Annemiz işaretimizi anladı: Böbreklerinden başlayarak tüm göbeğini saran sancı çanları çaldırdı. Bu ilk doğum sancısı su altındaki huzurlu hayatımızı da heyecanlandırdı.

      Doğma zamanı geldi, bu muazzam bir maceradır. Yeni bir bebek için doğma zamanı geldi; bu umutların başlangıcıdır. Dokuz ay içinde evrensel deneyimi özetleyen ve şimdi insan deneyimini özetlemeye hazırlanan bir çocuk için doğma

Скачать книгу