Hüseyin Fellah. Ахмет Мидхат

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Hüseyin Fellah - Ахмет Мидхат страница 21

Жанр:
Серия:
Издательство:
Hüseyin Fellah - Ахмет Мидхат

Скачать книгу

askerî sınıfın ihtilafları ile bir günde altı kişi dayı indirmek ve seçmek gibi rezaletler dahi görüldü ve olayların sayfalarına işlendi.

      Şimdi size sorarız ki bu Cezayir, bildiğiniz Cezayir midir? Bu dayılar da tanıdığınız dayılar mıdır?

      Bu dayılar o eşkıya zümresindendir ki aslında halkın ırz ve mallarını kendileri muhafazaya memur kimselerden iken ırz ve mala tasallutla eşkıyalık yoluna girerler ve bu yolda yoldaşlarını ve yoldaşlarının yardımıyla tasallutu arttırdıkça, kuvvetlerinin dairesini dahi genişleterek, nihayet güya Cezayir valiliği ve hatta hükümdarlığı demek olan dayılık derecesine kadar varırlardı. İşte siyasetin inceliklerinden ve işlerin öneminden tamamen gafil bulunan bu herifler değil midir ki o mübarek memleketi muhafaza edemeyerek en sonra ecnebiye kaptırmışlardır?

      Şu kadar var ki; burada bizim haydutluk falan gibi tabirlerimizden bunların Lefter gibi birer hırsız olduklarını zannetmemelidir. Hoş öyleleri de vardı ya? Lakin içlerinde namuslarını da muhafazaya gayret gösterenler(!) eşkıyalıklarını umumun nazarından gizlerlerdi. Mesela bir gece on beş yirmi atlı ile filan köyü basıp yağma ettikleri hâlde, ertesi sabah bu köye yine kendileri giderek dün geceki eşkıyayı araştırırlardı. Kâh olurdu ki köylüler de onları tanıyıp kim bilir ne yolda lanetlere delalet eden tebessümleriyle “Ağalar! Gelen haydutlar pek uzağa kaçmışlardır. Nafile aramayınız! Hiç onlar sizden korkmadan bu civarda kalırlar mı?” derlerdi. Zira ağalar hazeratı dün gece köy halkını haydut sıfatıyla soydukları gibi bugün de kır serdarı ve zabitlik sıfatıyla soyduklarından, biçare köylüler hiç olmazsa ikinci beladan kurtulmak çaresine bakarlardı.

      İşin bu cihetlerini açıklamaktan maksadımız, Cezayir’in o meşhur olan dayılarının dahi o anlatılan dayılar olmadığını düşünce erbabına güzelce ispat etmektir. Bunların suret ve eşkıyalıkları mertebesi konusunda şu fıkra dahi bir hayli izahat verir ki:

      Eşkıyalık yolunda layığıyla ilerlemiş olanlar bunu üç şekilde icra ederlerdi. Birisi denizde ve ikisi karadadır. Deniz eşkıyalığı, bunun için özel surette teçhiz ettikleri gerek büyük ve gerek küçük gemilerle korsanlıktır ki bu eşkıyalık, bundan önceki ikinci kitapta görüldüğü üzere, hacı gemisine varıncaya kadar herkesi taciz ederdi. Karada olan iki suretin birisi atlı eşkıyalık olup Fas ve Tunus tarafları, bu eşkıyalıktan eleman çağırırlardı. Diğeri ise Cezayir şehri içinde veya civarında geceleri gizlice edilir, âdeta hırsızlık olup hatta bir eşkıya fırkasının diğer fırkayı soyduğu dahi vaki olurdu ki işin hepsinden fazla hayrete şayan tarafı da budur.

      Hayret edilecek tarafın birisi de şu üç tür eşkıyalıktan evvelki iki türün halkın nazarında ayıp sayılmayıp da sadece üçüncü nevin ayıp ve kötü sayılmasıdır. Lakin buna hayret edilse bile ayıplamaya mahal yoktur. Zira mülahaza edilmelidir ki Köroğlu gibi bir adam pespaye bir haydut iken şu sanatı ayıp olabildiği hâlde Çamlıbel gibi bir derbentte maiyetinde iki üç yüz de atlı bulundurduktan sonra onu kınayanların alnını karışlarlar! Her hâli acayip ve garip olan ve tuhaf hâlleri hikâye edilip edilip de bitirilemeyen insan kısmında, işte bu garabet vardır.

      Bu yolda sözü uzatmaktan kaçınarak yine hikâyemize devam edelim:

      Dışarıdan Cezayir’e ilk defa olmak üzere ayak atan eşkıyanın, en evvel gece hırsızlığından işe başlayacakları ortada olup o yolda malumatı tamamlar ve gaye olan rütbeye ulaşırsa atlı eşkıyalığa başlar. Nihayet deniz yolunda da üç beş korsan gemisi edinirse artık kendisini Cezayir ileri gelenlerinden sayarak, bu kere de askerî takımından kendi lehinde bir fırka tedarikine çalışır ve bu gibi fırkalar asker içinde de zaten eksik olmadığından müteşebbislerin en çoğu bu konuda emeline nail dahi olur.

      Cezayir içinde yerliden türeyenlere gelince: Bunların gece hırsızlığından başlaması pek de lazım gelmeyip yalnız bir küçük kıyas dâhilinde olmak üzere işe üç yolun üçüne birden teşebbüs edebilirlerdi. Hem de bu yerli türedilerin dışarıdan gelenlerden daha çabuk meydan alabilecekleri ortadadır. Zira sonradan gelenler süvarilikte gerekli terakkileri peyda etmek için pek çok zahmeti ve bir hayli zamanı göze almak lazım gelip yerliler ise âlâ atlar ile bir gece içinde sekiz on saatlik yere varıp eşkıyalığı icra ile ertesi sabah erkenden yine Cezayir’de bulunmak derecesindeki biniciliğe babalarından irsî olarak mazhar olurlar ve beş çifte bir sandal ile üç direkli bir gemiyi soymak mertebesindeki deniz maharetlerini dahi ta çocukluklarından itibaren kazanırlardı.

      Şu saydığımız hususları, bir hikâyecinin vicdanının hayalhanesinde icat edilmiş hayaller ve tasavvurlar kabilinden olmak üzere telakki etmemenizi rica ederiz. Zaten şu gibi harikulade hâllerin yalnız eşkıyalık yolunda olmayıp kahramanlık yolunda icra şeklini görmek içindi ki Cezayir’in özel tarihini incelemenizi tavsiye etmiştik.

      Ama diyeceksiniz ki şu incelenmesini tavsiye ettiğiniz Cezayir’in özel tarihini nerede satarlar ki alıp da inceleyelim?

      İşte böyle bir söz söylerseniz, size ikna edici bir cevap vermekten aciz kalırız. Biz millî kütüphanemizi, bu asırda bir adamın muhtaç olduğu vukuf ve malumatı vermeye kâfi göremediğimizden bir ecnebi lisanı öğrendik de o lisanın kütüphanesiyle ihtiyacımızı giderebildik. Fakat Osmanlı fertlerinden her birisine, “Vukuf ve malumat kazanmak isterseniz bir ecnebi lisanı tahsil ediniz.” diye bir ham teklif etmekten hayâ olunur. Bugünkü millî kütüphanemiz kâfi değilse, yeterli dereceye ulaştırılması iktidar sahiplerinin borcudur. Lakin bu hizmeti de Allah için ifaya onları davet edemeyiz. Halk bu gibi zaruri ve medeni ihtiyaçları gerçekten ihtiyaç görmeli. O ihtiyaçla erbabını teşvik etmeli. Böyle bir şey olursa siz de incelemek için lisanınız, hem de sizin kolaylıkla anlayacağınız yeni lisanınız ile yazılmış birçok Cezayir özel tarihleri bulabilirsiniz. Eğer rağbetinizi yalnız hikâye tarzındaki şeylere hasrederseniz emelinize kavuşamazsınız. Çünkü bir hikâyeci Cezayir’i size şu bapta tanıtmış olduğumuzdan ziyade tanıtmayı kendi vazifesi dâhilinde görmez.

      İkinci Kısım

      Birinci kısmın başlarında, hicri 1200 senesine doğru Cezayir dayılarının dikkat nazarını davet edecek hâlde olduklarını haber vermiştik. Bu haberi verdikten sonra anlattığımız birbiri ardınca gelen malumat, bu sözümüzü tasdik etmiştir itikadındayız. Ancak o zaman dayılar değilse de dayızadeler içinde bir zat var idi ki bir dikkat sahibinin nazarını cümleden ziyade davet edebilirdi.

      Bu zatın ismi Ahmet ve şöhreti ise Dayızade’dir.

      Dayızade Ahmet Bey, aslında dayızade bulunmak hasebiyle Cezayir’e dışarıdan girme türedilere varıncaya kadar herkesin teşebbüs ettiği yollara girmek, herkesten ziyade kendisine yakışırken o yollara başvurmaması şaşılacak bir şeydir.

      Kendisi yirmi sekiz, nihayet otuz yaşlarında bir adam olup babası, ilim kadrini bilir zevattan olmasıyla oğlunu epeyce okutmuş, yani sarf, nahiv, fıkıh ve farzlardan epeyce malumat kazandırmıştı. Lakin babası topçu kabadayıları elinde paralandığı zaman, bütün emlaki ve malları da yağma edilmiş olduğundan Ahmet Bey avuç içi gibi çıplak kalmıştır. Sonradan birtakım dostların destek ve yardımlarıyla gerçi biraz hâlini yoluna koymuş, ancak kendisi zaten derviş mizaçlı bir adam olduğu için öyle daire ve debdebeye meyletmeyerek haremde yalnız bir Arap cariyesinden ve selamlıkta da daha babası zamanından kalma doksan yaşında bir bunak Boşnak’tan başka insan kalabalığına izin vermemiştir.

      Dayızade

Скачать книгу