Hüseyin Fellah. Ахмет Мидхат

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Hüseyin Fellah - Ахмет Мидхат страница 3

Жанр:
Серия:
Издательство:
Hüseyin Fellah - Ахмет Мидхат

Скачать книгу

“Sanki biz buraya niçin gelmiştik?”

      Ana: “Niçin geleceğiz? Başka gidecek bir yerimiz ve edecek bir çaremiz mi var? Yoksa senin aklına bir şey mi geliyor kızım?”

      Kız: “Hayır anacığım! Eğer senin aklına bir şey geliyorsa çekinme söyle!”

      Ana: “Benim aklıma geliyor değil, geldi, ama ah Şehlevendciğim, a kızım, evladım, ciğerparem, sen pek gençsin! Hem de deniz pek karanlık idi!”

      Kız: “Çekinme anacığım, söyle söyle! Zaten Tophane İskelesi’ne niçin gittiğimize ben biraz işkillenmiştim.”

      Ana: “İşte onun için gitmiş idim ya!”

      Kız: “Ne için?”

      Ana: “Anlayamıyor musun?”

      Kız: “Onun bir adı yok mu?”

      Ana: “Kendimizi kurtarmak için kızım.”

      Kız: “Yani kendimizi öldürmek, denize atıp boğmak için! Öyle değil mi?”

      Ana: “Aman Şehlevend! Söyleme söyleme! Üstüme fenalık geliyor! Ah ne idi o denizin karanlığı?”

      Kız: “Zaten ölüm bir karanlıktan ibaret değil midir anacığım! Ölümü göze aldıktan sonra karanlıktan niye korkmalı ki?”

      Ana: “Yalnız karanlık mı? Koca denizin ateş kesildiğini görmüyor muydun?”

      Kız: “Demek oluyor ki hem kendini öldürmek istiyordun hem de karanlıktan aydınlıktan filandan korkuyordun.”

      Ana: “Ben kendim için asla korkmuyordum kızım. Senin için korkuyordum. Ah! Gece mumsuz dışarıya çakamayan bir kız!”

      Kız: “Ben şimdi hepsine alıştım!”

      Ana: (bir hayli sessizlikten sonra) “Eee!.. Şimdi sanki ne demek istiyorsun?”

      Kız: “Buraya hiç gelmemeli idik demek istiyorum. Şuraya hendek üzerine çıkıp kendimizi aşağıya attığımız…”

      Ana: “Ee sen!.. Sen de mi?”

      Kız: “Vay beni bu hâlde bırakıp da yalnız kendini mi kurtaracaksın?”

      Ana: “Ah gözümün nuru! Sen daha dünyana doyamadın!”

      Kız: “Ben dünyamdan bıktım bile!.. Benim kadar, benden genç kızlar da genç yaşlarında dağ gibi tekerlenip gidiyorlar. Can hususunda ne farkımız var? Tut ki bir karahumma ile de ben gitmişim!”

      Ana: “Yatağında ölmek böyle hendekten atlayıp da ölmeye benzer mi? Ah!.. Kemiklerimiz çatır çatır kırılarak ölmek nerede, yatağımızda…”

      Kız: “Ne yapalım anacığım! Dünyada o saadetli ölüm dahi mesutlara nasip oluyor. Bizde talih olsa idi bir kere bu dereceye gelmezdik. Geldikten sonra!.. Bizim gibilerin ölümü nasıl olur? Elbette böyle olur.”

      Ana: “Aman ya Rab! Aman aman!.. Artık âlemin musibet tanıdığı ölümü bile işte biz saadet biliyoruz. Şimdiye kadar ‘Kurtar!’ diye dua ettik, kabul olunmadı. İşte şimdi ‘Öldür!’ diye dua ediyoruz. Bari bunu kabul et!”

      Kız: “Âmin!”

      Ana kızın şu konuşması bir saat kadar sürmüştü. Bu süre zarfında şimşek, gök gürültüsü ve baran geçmiş idiyse de bulutun bakiyesi hâlâ gökyüzünü örtmüş bulunduğundan o zifirî karanlık devam eder ve evvelki gürültüye karşılık ise ortalıkta bir derin ve korkunç sükût hükmederdi. Ana ile kız sesi kestiler. Sükût denilen şey ne kadar derin olsa, ne kadar dehşetli olsa, dinlenebilir bir şey olmadığından bunların her biri kendi yüreklerinin çırpıntısını dinlemekle meşgul idiler. Bu derece sıkıntı ve ümitsizlik içinde bulunanların, daima bir şeyi beklemekle vakit geçirecekleri, zamanın iyilik ve kötülüğünü tanımış olanların malumudur.

      Neyi beklemekle?

      Onu kendileri de bilmez. Fakat bizim ana ile kız birkaç dakika evvel ettikleri bir dua üzerine onun icabetini bekleseler yeridir. Hem kabul edilmiş gibi bir şeydir. Zira bir çeyrek kadar daha bunların devam eden sessizliğini bir şamata, bir gürültü, bir patırtı bozmuştu ki işin başında değil encamında bile güya ölüm canlanmış ve ayaklanmış da olanca haşmetiyle geliyormuş zannolunurdu.

      Üçüncü Kısım

      Bu sesi batasıca gürültü, birisi önde kaçan ve ikisi arkadan takip eden üç erkeğin gürültüsüydü. Önde kaçan, can kurtarmak havliyle geldi Kanlı Burç’a girdi. Arkadan takip edenler de can alıcı öfkeleriyle geldiler ve Kanlı Burç’a girdiler.

      Eyvah! Bizim çaresiz kadınlar burç içinde idiler! Ama ne zararı var? Zaten onlar ölümü çağırıyorlardı. İşte ölüm kendi ayaklarına geldi. Öyle değil mi muharrir efendi?

      Öyle değil efendim! Siz insanoğlunun hususi hâllerini tanımaz mısınız? Bunu tanımazsanız bari ölümü çağıran odun yarıcının hikâyesini olsun işitmediniz mi? Pek meşhur bir hikâyedir. Seksen yaşını geçmiş bir odun yarıcı, bir gün -hem de temmuz günlerinin birisinde- yarım çeki odunu sırtına yüklenmiş olduğu hâlde ormandan gelirken yolda dermanı kesilir. Vücudu titremeye başlar. Teri içinde boğulmak mertebesini bulur. Canı burnuna gelir. “Yahu nedir bu benim çektiğim? Çektiğim sıkıntıların, yorgunlukların hepsi âlemde bir lokma ekmek yiyip nefes almak için mi? Hâlbuki aldığım nefesi de ah ederek salıveriyorum. Böyle yaşamaktansa ölmek daha iyidir!” diye sırtındaki yükü yere atıp ölümü çağırmaya başlar! Olacak bu ya! Ölüm dahi herifin sesini işitip iki çukur kemikten ibaret kalmış olan gözlerinden topraklarını dökerek oduncunun karşısına gelir. “Ne istiyorsun? Beni niçin çağırıyorsun?” der. Oduncu bunu görünce aklı başından giderse de yalanı derhâl hazırlayıp “Evet, ölüm efendi evet! Yüküm sırtımdan yere düştü! Kaldırıverecek kimse yok! Bunu kaldırıveresin diye seni çağırdım.” der. Ölüm hakkında odun yarıcının verdiği şu cevap dünyada, ölümü her çağıranın vereceği cevaptır.

      Bizim ana ile kız dahi çağırmakta oldukları ölümü karşılarında görünce korkularından titreyerek birisi bir köşeye ve diğeri diğerine sindi. Büzüldü, dondu kaldı. Nefes almak kendilerini ilan edecek bir gürültü çıkarır korkusuyla, nefeslerini bile hapsetmek isterlerdi. Hele gümbür gümbür vurmakta olan yüreklerinin sedasını mutlaka önlemek için ellerini göğüsleri üzerine koyarak bastırırlar, sıkıştırırlar idi.

      Ama ortada gerçekten bir ölüm vardı. Bu ölümün fırıl fırıl dönüp dolaşmakta olduğunu ise birbiriyle karşılaşan üç bıçağın can tırmalayan çatırtıları haber verirlerdi.

      Bir saat evvelki şimşekler geçmiş olduğundan ortalığın sürekli karanlık içinde kalması, ölümün kötü çehresi üzerine bir siyah perde çekmiş ve onu kadınların gözünden gizlemiş demek olacağı yönüyle bir azim nimet addolunursa da dünyayı sarsmakta bulunan gök gürültülerinin sona ermesi de bir büyük musibet sayılabilirdi. Zira gök gürültüsü sürekli olsa ölüm gürültüsüne galabe çalacağı

Скачать книгу