Yıldız'da Neler Gördüm?. İsmail Müştak Mayakon

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Yıldız'da Neler Gördüm? - İsmail Müştak Mayakon страница 7

Жанр:
Серия:
Издательство:
Yıldız'da Neler Gördüm? - İsmail Müştak Mayakon

Скачать книгу

etmek: İşte Sultan Hamit’in ilk tahta çıktığı günden hâli kararını aldığı son dakikaya kadar takip ettiği prensip bu idi. Sultan Hamit, dünya işlerine hayatı ve saltanatı zaviyesinden bakar, memleket hadiselerine hayat ve saltanata alakaları nispetinde ehemmiyet verirdi. Bir zelzele, bir afet, bir kuraklık, bir yangın ona göre Babıâli’nin işidir, fakat Avrupa’dan Türkiye’ye gizlice sokulan bir Jön Türk gazetesi, İstanbul kışlalarında erzağı geç kalmış bir tabur, Meşihat dairesinde kalabalık bir cemaatin ikame ettiği dava, gökten havai fişeklerle yahut yer altında gizli tünellerle Yıldız’a suikast edileceğini bildiren herhangi bir fantezist jurnal Sultan Hamit’in işidir. O vakit sarayın mekanizması bütün çarklarıyla faaliyete geçer. Sultan Hamit, hayat ve saltanata karşı nerede tehlike görür veya tevehhüm ederse oraya aynı şiddetle hücum ettiği içindir ki bazen en yakınını en büyük düşmanı gibi görürdü. Hayat ve saltanata dokunan meselelerde öz çocuğunun has düşmandan farkı yoktu. Saltanata göz koyduğundan şüphe etmediği Veliaht Reşat Efendi’nin, mesela İstanbul Boğazı’nda gözü olduğunu bildiği Rus Çarı’ndan yahut arabasının önüne bomba atan anarşist Jores’ten farkı yoktu.

      Sultan Hamit’in önünde ölümden bahsedilemezdi, çünkü ölüm hayatın sonu demektir, hele ihtiyarlık lafı hiç edilemezdi, çünkü kendisi de ihtiyardı ve böyle bahisler ona ihtiyarlığını hatırlatmak manasına gelirdi.

      Sultan Hamit’e suikast hakkında maruzatta bulunmak için çok ihtiyatlı hareket etmek lazımdı; çünkü suikast yalnız hükümdarları öldürmek için icat edilmiş bir silahtı.

      Hiç unutmam: Sarayda nöbetçi bulunduğum bir gece Belgrad sefiri Fethi Paşa’dan acele işaretiyle bir telgraf gelmişti. Vakit gece yarısına yakındı. Tahsin Paşa evine gitmek üzere hazırlanmıştı. Beni yanına çağırdı. Telgrafın ilk satırlarını çarçabuk deşifre edip kendisine bildirmemi söyledi. Bu telgraf o gün Belgrad sarayında Sırp hükümdarıyla karısına yapılan suikastı anlatıyordu. Sefirimizin anlattığına göre bir ihtilal komitesi ikindiye doğru sarayı basmış, muhafızların silahlarını almış, kralın dairesine girmiş. Kral Aleksandr ile Kraliçe Dragay’ı parçalamıştı. Telgrafın ilk satırlarından çıkan manayı anlatmak üzere başkâtipin odasına gittim. Tahsin Paşa paltosu arkasında, evine gitmek üzere hazırlanmış vaziyette idi. Ben odaya girer girmez Tahsin Paşa sordu:

      “Ehemmiyetli bir şey mi?”

      “Anlaşılan kralla kraliçeyi öldürmüşler.” dedim. Tahsin Paşa gayrişuurlu bir hareketle arkasından paltosunu, başından fesini çıkardı. Ben deşifreyi tamamlamak üzere odama döndüm ve çok geçmeden telgrafı Tahsin Paşa’ya götürdüm. Tahsin Paşa telgrafı evvela bana okutup dinledi, sonra kendisi alıp uzun uzun okudu ve düşünceye daldı. Acaba ne düşünüyordu? Belgrad suikastını Balkan siyasetinde vukua getireceği tahavvülü mü? Belgrad sefirine verilecek talimatı mı yahut hariciye nazırına yapılacak tebligatı mı? Hayır, Tahsin Paşa bunların hiçbirini düşünmüyordu. Onun aklı fikri şu dakika istirahate çekilmiş olan Sultan Hamit’te idi. Binbir vehim ve hayaletin, dolaştığı böyle bir gece vakti iki hükümdarın kanlara bulanmış tasvirini Sultan Hamit’in yatak odasına nasıl göndereceğini düşünüyordu. Hakikaten buna cesaret isterdi. İhtilal komitesi, baskın, suikast: Sultan Hamit’in korktuğu zaten bunlar değil miydi? İşte bir telgraf ki bütün bunları hikâye ediyordu. Pek iyi ama telgrafı durdurmak da bir meseleydi. Sultan Hamit acele bir iş zuhurunda, kaldı ki gece yarısından sonra da olsa, kendisinin uyandırılmasına müsaade vermişti. Hatta mahut (Lorando-Tübini) alacağından dolayı Fransız donanmasının Midilli’yi işgal ettiğine dair olan telgraf saraya yine böyle bir gece yarısı gelmiş, padişah uykudan uyandırılıp arz edilmiş, Hariciye Nazırı hemen o saat saraya çağırılmıştı. Bundan dolayı Tahsin Paşa’nın vazifesi Belgrad telgrafını hemen padişaha göndermekti. Tahsin Paşa ilk önce vazifesinin sesini dinledi: Telgrafı bir zarfa koydu, üstüne “Takdim” işaretini yazdı, arkasını mühürledi, bir hademe çağırdı. Fakat bir an içinde korku hissi vazife hissine galebe çaldı; çünkü Tahsin Paşa kendi vazifesinin icabatını bildiği kadar efendisinin ruh hâlini de bilen bir saray adamıydı. Bu itibarla kararını değiştirdi, gelen hademeyi savdı ve Belgrad sefirinin telgrafı o geceyi Başkâtip Paşa’nın masasında geçirdi. Ertesi gün bu gecikmeden dolayı Tahsin Paşa’nın sorgulandığını gösterir hiçbir hadise vuku bulmadığına nazaran Başkâtip Paşa doğru hareket etmiş demekti.

      Bu hadise Sultan Hamit’te hayat sevgisinin ve ölüm korkusunun nasıl mübalağalı bir şekilde olduğunu gösterdiği kadar, bu korku yüzünden tutulan siyasetin de ne kadar gülünç olduğunu anlatmaya yeterlidir.

      Bunu başka misallerle de ispat etmek mümkündür. Mesela Sultan Hamit Şaban’ın 16’ncı günü doğmuş, Ağustos’un 19’uncu günü tahta çıkmıştır. O devrin tabiri şekliyle birinciye veladeti hümayun, ikinciye cülusu hümayun denilirdi. Her sene Şaban’ın 16’ncı ve Ağustos’un 19’uncu günleri memleketin dört köşesinde şenlik yapılmak âdetti. Sultan Hamit cülus şenliklerine fazla ehemmiyet verirdi. Çünkü onun nazarında her cülus yıl dönümü saltanatta hakkı ve kıdemi tayin eden bir tarihti. Bir zamanlar Sultan Hamit’in kendisinden evvel padişahlıkta bulunan Sultan Murat’a delilik isnadıyla ve kendisinin sevk ve idare ettiği bir entrika neticesinde tahta çıktığı şayiası vardı. Sultan Hamit bu şayia ile muttasıl mücadele edip durmuştur. Devlet salnamelerinin baş sayfası Sultan Hamit’in doğum ve cülus tarihlerini kayda tahsis olunmuştu. Burada Sultan Hamit’in Osmanlı tahtına cülusu zikredilirken “Bil’irsü vel’istihkak” diye bir fıkra vardır. Bu fıkraya pek dikkat olunurdu. Sultan Hamit cülus yıl dönümlerinin devamını bu hakkın kuvvetlenmesi tarzında sayardı; bu itibarla cülus şenlikleri parlak olur, Sultan Hamit bu şenlikler münasebetiyle etrafa rütbe, nişan, maaş ve ihsan dağıtırdı. Buna mukabil doğum şenliklerine pek o kadar ehemmiyet verilmezdi; çünkü doğum günü Sultan Hamit’in doğduğu tarihi hatırlatan ve yaşının hesap edilmesine vesile veren bir hadisedir. Her doğum gününde Sultan Hamit’in bir sene daha yaşlanıp ihtiyarladığı zihinlere gelebilirdi. Bu da hünkârın hiç işine gelmezdi. Bu sebeple doğum şenlikleri bilhassa sarayda öksüz bayramı gibi geçerdi.

      Osmanlı İmparatorluğu’nun bir tek manası vardı! Nefsi hümayun! Nefsi hümayunun da bir tek düşmanı vardı: Suikast! Diyebilirim ki suikast, tahta çıktığı günden Beylerbeyi Sarayı’nda son nefesini verdiği güne kadar bir gölge gibi Sultan Hamit’in peşini bırakmamıştır. Sultan Hamit; hayatına kasteden tehlikeleri her şeyde görür hepsinden bir fenalık beklerdi. Suikast kâh yemeğe sokulabilen bir zehirdir kâh suya katılabilen bir mikroptur, bazen bir kalabalık arasında fırlayacak bir kurşun, bazen arabanın önünde patlayacak bir bombadır. Bu düşman rüzgâr gibi havadan gelebilir, toz gibi pencere deliğinden girebilir. Bunun bir kadın kıyafetinde haremi hümayuna sokulması, bir hançer şeklinde kölelerden birinin redingot cebine gizlenmesi mümkündür. Beyanname, risale, kitap, gazete, gizli içtima… Bunlar suikastin ayrı ayrı silahları ve vasıtalarıdır. Hünkârın yatak odasını bekleyen silahşorden, Van vilayetindeki nüfus kâtipine kadar her fert bu düşmanı tarassut edebilir ve bu hususta herkesin maruzatı dinlenir. Bu silah kimde yakalanırsa bu vasıtaları kim kullanırsa yahut zan ve şüphe kimin üzerine teveccüh ederse felakettir: Sorgusuz sualsiz sürgüne gider. Sultan Hamit kırk senelik bir emektarını, kırk bin defa tecrübeden geçmiş seksen yaşında bir adamını bir günde feda edebilir. Bir bayram günü Dolmabahçe Sarayı’nda tahtın saçağını tutacak kadar padişahın itimadına mazhar olan Müşir Fuat Paşa bir suikast haberiyle bir hafta sonra, azılı katiller gibi muhafaza altında Şam’a sürülmüştü.

      Üsküdar havalisinde Ali Şamil

Скачать книгу