Can Pazarı. Hüseyin Rahmi Gürpınar

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Can Pazarı - Hüseyin Rahmi Gürpınar страница 23

Жанр:
Серия:
Издательство:
Can Pazarı - Hüseyin Rahmi Gürpınar

Скачать книгу

Besbelli uygun bulacak ki müşteriye döndü:

      “Bizde son sistem, gayet iyi Alman marka bir çeşit revolver vağ. Elli lirağa bir tane… Otuz altı fişek berabeğ veğyioruz. Soğa isteğse pağa ile fişek yine veğiyoğuz.”

      Muhsin, tanesi sekiz on liraya üç revolver almak fikrinde idi. Elli lirayı duyunca apıştı, daldı. Düşünüyordu. Alsa cebindeki o günün vurgununu bütün feda ederek dört kişi ancak iki revolver sahibi olabileceklerdi. Arkadaşları bu yüksek fiyata razı olacaklar mıydı? Almasa hokkabazın hokkası; aşçının bıçağı, masadı; terzinin makinesi, makası olduğu gibi bugünkü modern şehir haydudunun da mutlak silahının bulunması lazımdı. Talihleri yardım ederse yüz lirayı belki o gece çıkarırlardı. Soyacakları insanlar ile zabıta ile silahsız uğraşması olamazdı. Gazetelerde her gün okunan polis vakalarında görülmüyor mu? Birkaç hırsız uygun bir saat kollayarak bazen güpegündüz bir mağazaya, dükkâna, herhangi bir yere giriyorlar. Yıldıracakları zavallıların alın ortalarına namluyu dikerek “Ver!” diyorlar.

      Her sözün, her tehdidin tesirini büyültücü bir kuvvet lazım. Bugün fişeksiz bir revolver ile ne büyük iş görmüştü. Nihayet kendi hesabına bir tane almaya karar vererek: “Bugün bir tane alacağım. Eğer verirseniz belki yarın gelip üç tane daha alacağım.”

      “Ne vakit ve kaç tane isteyoğsanız veğiyoğuz.”

      Silahın parasını aldıktan sonra üzerine “parası ödenmiştir” diye Almanca yazıp markayı geri verdi:

      “Perşembe Pazağı’nda Kağlos Han vağ. Kırk yedi numağo… Oğda biğinci kat 19 numağo odada gidecek… Soğacak. Perfilt Strunger kimdiğ? Bu mağka onun elinde veğecek, Gevolveg alacak… İşte bu kadağ…”

      Kastro Munhaym, elli liralık alışveriş eden bu kılıksız müşteri ile daha fazla uğraşmaya lüzum görmeyerek sakalını defterin üzerine eğdi.

      Muhsin soluğu Perşembe Pazarı’nda aldı. Bu semtin dar, dolambaç, kasvetli, pis sokaklarında kalın taş duvarlı, küçük pencereli, basık hapishane yapılı binalar arasında, tabakçı tüccarın yollara saçtığı samanları, kuru otları, sökülmüş sandık, balya çemberlerini, cam, şişe kırıklarını çiğneyerek dolaştı.

      Sonunda, yayılan sidik kokusunun keskinliğinden aksırmadan geçilemeyen bir kuytu sokağın bitiminde 47 numaradaki Karlos Hanı’nı buldu. Küf kokan karanlık bir girişten yürüdü. Etraf, biraz göz alışabildikten sonra hayal meyal seçiliyordu. Ta dipte gözüne kömür ateşi gibi bir şey parladı. Yaklaştı. İhtiyar bir adamın kahve, çay pişirdiğini gördü. Perfilt Strunger’in 19 numaralı odasını sordu.

      İhtiyar herif eliyle merdiveni işaret ederek: “Çık, sola yürü, dördüncü kapı…”

      Penceresiz kale burçları merdivenlerine benzeyen pek eski usuldeki hantal taş basamaklardan çıktı. Bu Karlos Hanı etrafını saran yüksek binalar arasında ezilmiş, boğulmuş gibiydi. Birinci katın gezinti yeri iki küçük aralıktan donuk bir aydınlık alıyordu… Soldan dördüncü kapı üzerindeki 19 numarayı gördü.

      Kapı aralıktı. İtti, girdi. İçerisi videlalar, sahtiyanlar, glaseler, köseleler, yol çantaları, lastik galoşlar, alüminyum mutfak edevatı ile dolu idi.

      Kumral saçları taralı, pek genç, güzel bir delikanlı ta dipteki tek pencerenin önüne oturmuş gazete okuyordu. Gireni gördü. Fakat bir yan bakıştan başka bir hareket göstermedi.

      Muhsin, ona kadar ilerledi, tam karşı karşıya gelince gazeteyi elinden gönülsüzce pencerenin içine bırakarak düzgün bir Türkçe ile sordu:

      “Ne istiyorsunuz?”

      “Mösyö Perfilt Strunger’i görmek istiyorum.”

      “Kendisi burada yoktur fakat ona ait her şeyi ben görürüm.”

      “Ona söylenecek her şeyi demek sana söyleyebiliriz.”

      “Evet.”

      Muhsin cebinden markayı çıkarıp uzattı. Çocuk markayı okuduktan sonra Muhsin’e bir iskemle uzatarak “Peki, buyurunuz, oturunuz. İstediğinizi şimdi getireceğim.” dedi.

      Kösele yığınlarının arasından ufak bir kapı açtı. Pat pat yürüdü, kayboldu. Yeni işinin icabı olarak Muhsin boş oturmadı. Burası neresi? Nasıl ticarethane idi? Her şeyi öğrenmesi lazımdı. Yavaşça sandalyesinden kalkarak küçük kapıya kadar gitti. Buradan aşağı karanlık bir merdiven iniyordu. Başını uzattı, dinledi. Çocuğun ayak sesleri gittikçe zayıflayarak hâlâ duyuluyordu. Demek burası derin bir yere iniyordu.

      Aşağıda ne olduğunu anlamak için Muhsin de yavaşça merdivenden birkaç basamak indi. Kuyuya bakar gibi eğildi. Bir elektrik fenerinin ışığı parladı söndü. “Küt” diye kalın bir kapak açılır gibi oldu.

      O zaman sanki elektrik fenerinin çakan sönen parıltısı ile Muhsin’in beyninde bir fikir uyandı. Hiç duraklamadan hemen yapmaya kalkıştı. Bu gibi dakikalarda cesaretli ve birden davranmanın lazım olduğunu biliyordu. İçeriye, dışarıdan birinin girmesini önlemek için hemen koştu, mağazanın aralık duran kapısını itti ve üzerindeki anahtarla içeriden kilitledi.

      Bir iskemleye çıktı. Tavandan sarkan ip turalarından birini aldı. Avının üzerine giden bir kedinin yumuşak ve muhteris adımlarıyla merdivenden süzüldü. Gerçekten de çocuk yirmi ayaklık bir merdivenden sonra yerden bir metre karelik bir kapak kaldırarak daha aşağıya inmişti. Orası, yine birkaç basamakla derinleşen bir mahzene benziyordu.

      Muhsin buradan aşağıya baktı. Çocuğu elinde elektrik feneriyle bir sandığın üzerine eğilmiş silah seçmekle uğraşırken gördü. İşte saniye o saniye idi. Bir atmaca hızı ile avının üzerine atıldı. Neye uğradığını bilemeyen çocuk gür sedasıyla imdat diye bağırmaya başladı.

      Bu ilk eşkıyalık vakasının verdiği çarpıntıyla burnundan soluyan Muhsin:

      “Bağırma… Ne ırzına dokunacağım ne hayatına! Lazım olduğu kadar silah alıp gideceğim.”

      Sandıkla üzerine abanan Muhsin’in iri gövdesi arasında kalan çocuk kıpırdayamıyor, kopardığı yardım feryatları da etrafın kalın taş duvarları arasında boğulup eriyordu.

      Muhsin yalnız göğsüyle genç mağazacının ince vücudunu sıkıca tutarak iki eliyle ip turasını açtı. Çocuğun ellerini arkasına çemreyip sımsıkı bağladı. İki bacağını da ayaklarına kadar birbirine bumbar gibi sardı. Bir mumya hareketsizliğine gelen bu vücudu küçük mahzenin bir tarafına uzattı. Çocuk hâlâ bütün avazıyla bağırıyordu. Sandıktan iri bir revolver çekip korkutmak için zavallının beynine doğru kaldırarak: “Kes sesini… Bu demir parçasını kafana bir indirirsem tuzla buz ederim.”

      Bu iri kolun gölgesi altında çocuk titreyerek sustu. Bir tarafa fırlayan elektrik feneri tekerlek beyaz ışığıyla bu yer altı vakasını aydınlatıyordu.

      Muhsin, feneri yerden aldı. İçi silah dolu sandığa eğildi. Koltuğunun altına sığabildiği kadar revolver aldı. Sargılarının altında kalıp gibi yatan çocuğa dönerek: “Fişekler

Скачать книгу