Dirilen İskelet. Hüseyin Rahmi Gürpınar

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Dirilen İskelet - Hüseyin Rahmi Gürpınar страница 17

Жанр:
Серия:
Издательство:
Dirilen İskelet - Hüseyin Rahmi Gürpınar

Скачать книгу

dair ciltler dolduran natüralistler, vakit vakit mezarlıkları, kasabaları altüst eden bu müthiş canavardan niçin birkaç satırcıkla bile söz etmiyorlar? Müspet ilim ve fenlerin bu susuşuna karşı gelme her gün yeni yeni yorumlarla yürüyor. Taze taze olaylarla yüreklerimiz titretiliyor. Bu garip inanç yalnız Doğu’da değil, dünyanın her tarafına yayılmıştır. Avrupa dillerinde revenant ve fantome, esprit, spectre ve daha böyle bir sürü kelime vardır ki, göze görülen fakat elle tutulamayan acayiplikleri ifade ederler. Fennin tetkik cımbızı ile tutulamayan, bu aslı vücudu olmadan zihinde yaratılan şeyler üzerine ciltler ciltler doldurulmuş ve belki bugün konu, aydın kimseler arasında eskisinden pek fazla hararetli bir tartışma dönemine girmiştir. Bugünkü ispritizmacılar bu hayallerin, hayaletlerin fotoğraflarını almak derecesinde iddialarında ilerleme göstermişlerdir. Karanlıkları delmeye uğraşan fennin yeni meşalelerine karşı bu karanlık şeyler bütün inatları ile belki daha yüzyıllar boyunca ve belki de sonsuzluğa kadar sebat göstereceklerdir. Çünkü medeni, vahşi memleketlerin viraneleri, yıkıntıları, kaleleri, surları, hanları, hamamları, şatoları, ormanları, dereleri, dağları, vadileri, mezarlıkları, hayat kanunları dışında yaşayan bu yaratıklarla doludur. Ve bunları bu kökleştikleri yerlerden silip süpürmek hiçbir fennin, hiçbir dehanın haddi değildir.

      Küçüklüğünüzden beri dedenizden, büyükananızdan, teyzenizden, halanızdan, amcanızdan az mı cadı, peri hikâyesi dinlediniz? En güvenilir, en ciddi, ağırbaşlı, en saygıya değer kimseler bunlarla kaç defa karşı karşıya geldiklerini veyahut gizliliklerle dolu cilvelerine uğradıklarını size anlatmadılar mı? Bunların iyiliklerini görenler az, kötülüklerine uğrayanlar çoktur. Bu yaratıklarla geçinmesi zordur. Çünkü çabuk incinirler. Fakat neden bilmem yine de insanların bulundukları yere sokulurlar. Bazı medeni milletler gibi beğendikleri evleri parasız işgal ederler. Artık o evin cephesine ‘Tekin değildir!’ levhası asılır. Gidip de onlarla bir arada oturmak artık kimin haddine?.. Geceleri evde gürültüler patırtılar olur. Boş odalarda koşuşurlar. Taşlıkta, mutfakta, kuyu başında tıkır tıkır nalınlarla gezinirler. Pat, küt, gacır gucur kapıları açarlar, kaparlar. Bazı eşyayı karmakarışık dağıtırlar. Kendilerine mahsus işaretlerle ev sahiplerinden kurban, şerbet isterler.

      Bazı aşağılıkları çöplükten, pislikten hoşlanırlar. Geceleri oralara süprüntü dökmek maazallah çok tehlikelidir. Bazıları temiz ve titiz mizaçlıdır. Bulundukları yerler silinip süpürülmezse bunu kendilerine karşı saygısızlık sayar, tembelleri cezalandırmak için çarparlar. Çengele çevirirler. Daha zararlıları, daha sokulganları vardır. Bunlar evin bir köşesinde oturmakla yetinmezler. Ağrı, sızı, türlü dert hâlinde ihtiyarların vücutlarına yerleşirler. Aşk, sevda ateşi saldırışı ile gençlerin damarlarına, delilerin dimağlarına dolarlar. Bunlar için barınma kanunu, adliye, icra daireleri para etmez.

      Cin biliminde uzman hüddam ehline başvurulur. Bu musallatların Müslümanları, gâvuru, Yahudi’si, Çingene’si vardır. Dinlerine ve cinslerine göre hoca, papaz, haham, falcı, sihirbaz Çingeneler çağrılır. Müslüman olanlar hep Arapça biliyor olmalılar ki, işgal ettikleri vücutlardan daima o dille çıkarılmalarına uğraşılır. Pabucu, sarığı büyük, cübbeli, sürmeli püfçüler gelir. Her cümlesi ‘uhruc’ ile başlayan uzun bir dua okur. Hoca bu cin mikroplarının hastadan intikal suretiyle kendi vücuduna üşüşmelerinden korktuğu için titrer, öfkelenir, haykırır, türlü hâller gösterir. Bu tehlikeli nefes için ücreti fazla ister. Ve görüşmek üzere onları ayrıca kendi evine çağırır. Fikirlerini anlar. Kaç yüz kuruşa yerleştikleri yeri bırakacaklarını sorar.

      Bu hastalıklardaki en fena karışıklık gâvur perisinin Müslüman vücuduna girmesidir. Maazallah böyle bir afet olunca hocanın öd ağacı ile papazın günlük tütsüsü birbirine karışır. Bu iki duman arasında hasta sararır, solar. Sıfırı tüketir. Bilginlerin, okumuşların korkutucu söylentilerine bakılırsa cami, türbe, kilise, havra, tavan arasından bodruma kadar evlerimiz, vücutlarımız bunların gelip çatmalarından korunmuş değildir. Gece üzerlerine uğramamak için destursuz adım atmamalı. Daima dört yana okuyup üfleyip gezmeli, pencereden dışarıya bakmamalı, bir şey fırlatmamalı ve her kımıldanışta bu gözlere görünmezlerin kötülüklerinden titremeli, sakınmalı… Mademki mesele bu kadar nazik ve tehlikelidir, acaba niçin hüddam aracılığı ile bir yolu bulunup da hırçın yaratıklarla bir antlaşma imzalanamıyor? Dünya yüzündeki sınırlarımız ayrılmıyor? Nereleri onların, nereleri bizim, anlaşılsın… Bu çarpanlar bizim konakta da kaynayıp taşıyorlarmış. Görenler çok. Burada doğdum, büyüdüm. Fakat henüz güzel yüzlerini görme mutluluğuna eremedim. Evin içinde kimin kalçasına sızı girse, kimin bir tarafı seyirse, kim bir uğursuzluğa uğrasa onlardan, hep onlardan bilinir. Geçenlerde ansızın bir kedimiz öldü. Hayvanın ölümü onların üzerlerine siymiş olmasına bağlandı. Ben ya bir iyilik veya bir kötülüklerine uğramak için dolaşırım. Ve ne kadar cin, peri tüzüğüne aykırı hareketler varsa on kat sunturlusuna giderim. Bilmem neden bana aldırmıyorlar? Kocakarılar önünde sonunda, onların mutlaka bir fenalığını çekeceğimi söylüyorlar.”

      10

      Doktor Ferhat, Tayfur’un bu uzun diskurunu cigara dumanlarına boğarak dinledikten sonra:

      “Her şey inanca bağlıdır. Kendini hasta sanan hastalanır. Kuruntu fena şeyler doğurur. Halkın gerçekle arası iyi değildir. Daima beslenmesini manasız inançlarda, masalımsı şeylerde arar. Fen, bilim esaslarından kuvvet almamış, kültürle ilgili bir eğitim görmemiş, deneylere dayanan muhakemelere alışmamış dimağlar için cinleri, perileri, ruhları, cadıları kaldırırsak pek yavanlaşan hayatın şiirselliği kalmaz. Mesela dünyadan sonra bir öteki dünya yani ahiretin olması, cehennem korkusu ile beraber yine inanç sahipleri için ne büyük bir tesellidir. Halk yalın kat hayattan hoşlanmaz. Daima ölümün, karanlığın ötesinde bir şeyler olmalı. Üzerinde yaşadığımız bu hayat sahnesinin etrafı da sırlarla sarılmış bulunmalı. Her şeyi bize gösteren gündüz açıklığı makbul değildir. Gördüğümüz bu âlemin içinde göremediğimiz bir başka âlemin bulunduğu kuruntusu ile oyalanmalıyız. Ruhla vücut gibi her şey iki kat olmalı. Madde hâlinde olmayan hiçbir vücut düşünülemediği için eskiden ruhları da elle tutulur, gözle görülür bir cisim hâlinde tasavvur ederlermiş. Voltaire nükteli bir tenkitle der ki: ‘Hiç belli olmayan bu ikiye bölünmüş, ayrılmış vücuda bir derece tayini kabil olamadığından ruhlar gitgide her türlü maddilikten büsbütün tecrit edildi. Fakat geride sağlam olarak ne kaldığı da belli değildir.’

      Voltaire’in dediği cisim olmayan ruh bugün ispritizmacıların ellerinde yine cisimleniyor. Magnezyum ışığı yardımı ile objektife giriyor, plağa alınıyor. Sonra camın üzerinde biraz ölüye, biraz diriye benzer, şiş suratlı, pat burunlu, iri baygın gözlü, yüzünün çizgileri ve organları belirsiz, yamru yumru bir şey, lakin her hâlde bir cisim görüyoruz. Bu hangi mezardan kalkıp lütfen adesenin15 önüne kadar geliyor? Ruhun çürüyen kalıbı, çağrıyı kabul etmek için derhâl nasıl cesetleniyor? Hep bunlar bu işi sanat edinenlerin hokkabazlığı ile oluyor. Ölmek her gün yüzlercesini gördüğümüz bir tabiat emri. Fakat dirilip mezardan çıkmak, yine insanlar arasına karışarak türlü aracılarla onlarla görüşmek çok merak edilecek bir hadise… İşte psikolog adını alanlardan birtakım şarlatanlar insanların bu meraklarından hayrete değer bir iş çıkarmanın yolunu buluyorlar.

      Eğer ispritizmacıların ölüleri diriliyorlarsa cadıların gömüldükleri yerlerden kalkmalarına niçin o kadar şiddetle karşı koyuyoruz? İkisi de aynı hadise

Скачать книгу


<p>15</p>

Adese: Mercek. (e.n.)