Dirilen İskelet. Hüseyin Rahmi Gürpınar

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Dirilen İskelet - Hüseyin Rahmi Gürpınar страница 14

Жанр:
Серия:
Издательство:
Dirilen İskelet - Hüseyin Rahmi Gürpınar

Скачать книгу

yorumlarla ağızdan ağıza dolaşıyor, her işiten bir “Hiiiyyy aman ya Rabbi!” ile küçük dilini yutarcasına nefesini içeri çekiyor, söz her budak arasında ballanarak dal budak salıvere salıvere mahalleden mahalleye, semtten semte yayılıyordu.

      Tayfur Bey’le Doktor Ferhat büyü yapmak için gece mezarlıklardan ölü kemiği toplarlarken çarpılmışlar…

      En büyük merak Sadi, Nihat, Feyzi’yi, bu üç delikanlıyı sarmıştı. Çünkü akıllar almayan, her türlü muhakemeleri şaşırtan ve gerçeğe benzemeyen, bununla birlikte gözlerinin önünde geçen o korkunç sinemaya hayretten, korkudan titreyerek seyirci olmuşlardı.

      Tayfur kefenli iskeletlerin üzerlerine tabancasını boşaltıp da tıpkı “tir”de, yani nişan atma salonunda taneyi geyiğin alnı ortasına isabet ettirince hayvanın acı bir feryat koparması gibi o sırlarla dolu ölüler de kahkaha salıvermişlerdi. Bu nasıl olmuştu?

      Tuhaflık, daha doğrusu uğursuzluk Tayfur’un bayılması ile sonuçlanınca Feyzi iki çenesi birbirine çarparak:

      “Arkadaşlar, ukalalık istemem. Siz alabildiğine inançsızlık gösterebilirsiniz. Lakin ben gözlerimin önünde geçen bu mezarlık mucizesine inanmak zorundayım. Bu üç iskeletin ağlamalı, kahkahalı çağrıları, kışkırtıcılıkları üzerine bu mezarlığı dolduran bütün ölülerin üzerimize yürümeyeceklerini ne biliyorsunuz? İlk önce Tayfur bayılır. Sonra Ferhat çarpılır. Daha sonra bu tiyatronun son saf seyircileri, yani biz yengece döneriz. Bir merak yüzünden buraya kadar geldik. Göreceğimizi gördük. Daha ötesini merak etmek deliliktir. Ölüler sırlarını öğrenmeye gelenlerden hoşlanmazlar. Haydi bakalım, şuradan hemen sıvışalım. İmansız geldik, Allah’a şükür imanlı gidiyoruz.”

      Sadi: “Bu zavallı gençleri bu acıklı hâl içinde bırakıp gitmek insanlık mıdır?”

      Feyzi: “Mezarlığın uğursuzluğuna, öfkesine uğramış kimselerin içine karışıp da aynı uğursuzluğa tutulmak istemem. Onların buraya ne fikirle mezar karıştırmaya, kemik toplamaya geldiklerini biliyor musunuz?”

      Sadi karşılık vermedi. Nihat da gözü aşağıda sessizce dinliyordu.

      Feyzi devam etti:

      “Bu kefenli üç ahiret insanının kemikten yüzlerini gördük. Gülüp ağlamalarını işittik. Bu tezahürlerini fark etmemiz, gizli âlemlerine girişimiz bakalım onların hoşlarına gitti mi? Şimdi şuradan yavaşça sıvışmak isterken bu cüretimizden dolayı bizi çalyaka ederek ‘Efendiler nereye? Burada seyrettiklerinizi başkalarına anlatmaya mı gidiyorsunuz? Hayır, bu olamaz. Sırlarımıza erenler burada kalırlar.’ demeyecekleri ne belli? İşte görüyoruz ki, dünyanın altında da üstünde de ihtilal var. Bu kadar yüzyıllardan beridir sessiz, şikâyetsiz gömüldükleri yerlerde çürüyen ölüler galiba dünya kuruldu kurulalı yürürlükte olan kanunlara karşı çıkmak için başkaldırıyorlar. Ahiretin bu beyaz orduları dünyanın yeşillerinden, kızıllarından çok daha dehşetli…”

      İki arkadaşı, Feyzi’nin bu saçma sapan görünen fakat gerçekte birçok noktaları günün olaylarına uyan diskurunu14 dinledikleri sırada o yüksekçe mezarlığın arkasından dikilen iskeletler kaybolmuştu. Doktor Ferhat mezarlığın gece uğursuzluğundan bir an önce kurtulmak için bazı organlarını ovarak, bazılarını silkerek, arkadaşını ayıltmaya uğraşırken ve Tayfur da azıcık kendine gelip de söylenen sözlere karşılık vermeye başlarken tıpkı eski cadılı haile sahnelerinde görüldüğü gibi yine aynı noktadan üç nöbet alev taşmış ve üç kemik kafa Tayfur’un ayrılıp gittiğine razı olmayacaklarını anlatır bir ısrarla yine o mezarlığın yüksekçe bölümünün arkasından boylu boylarınca gözükerek kahkahaya ve sonra ağlamaya başlayınca Feyzi “Tayfur’la Ferhat, bu iki maceracı cüretlerinin cezasını çekiyorlar. Üzerlerine ölülerin öfkelerini çektiler. Bu açıklığa karşı ahmakça ısrar edip de aynı hâle uğramak istemem. Onlara yardımda bulunmak insanlığı ile burada kalıp da mezarlık insanlarıyla kontra gidecekseniz size Allah’a ısmarladık. Ben kurtuluşu, iyiliği hemen buradan ayrılmakta buluyorum.” demişti.

      Bu akılalmaz, fennî kafaların ciddiliklerine sığmaz, anlatılması, açıklanması kabil olmayan olay karşısında ne diyeceklerini şaşıran Sadi ile Nihat da Feyzi’nin mantığını kabul etmek zorunda kalmışlar, bunun üzerine hemen mezarlığı terk etmişlerdi.

      Büyük yola çıkıp da bacaklarının bütün kuvvetlerini pedallarına vererek kaçarlarken Feyzi:

      “Oh çok şükür hele, çarpılmadan mezarlığın uğursuzluğundan kaçıyoruz. Lakin henüz kendi kendimize geçmiş olsun demeye korkuyorum. Çünkü henüz geçirmedik. Arkamızdan kefenli bir sürü iskelet koşuyor sanıyorum. Olay yerinden uzaklaşıyoruz ama iki tarafımız mezarlık… Hâlâ onların malikânesindeyiz. O mübarekler için bulundukları yerden uzaklaşmak hiçbir şey değildir. İsterlerse şimdi bizi derhâl enselerler.”

      Sadi: “Büyük bir kalpsizlikte bulunduk. İnsanlık değil bu. Ben hâlâ bu fikirdeyim. İki insanı, kendi soyumuzdan iki zavallıyı o kadar acıklı, tehlikeli bir durumda bırakıp kaçmak mertliğe yakışmaz.”

      Feyzi: “Kalaydın ne yapabilecektin? İşte gördün ya bunlara kurşun kâr etmiyor. Hiç zarar vermeden yağmur tanesi gibi üzerlerinden akıp gidiyor. İnanılmaz bir hadiseye şahit olduk. Fakat biliyorum sen hâlâ inançlı değilsin. Dua bilmezsin. Aşır okuyamazsın. Öfkeye kapılmış bu ölüleri hangi kuvvetle kaçıracaksın? Bana sorarsan bu kefenlileri haklı buluyorum. Çünkü beylerin ne maksatla kemik karıştırdıklarını biliyor musun?”

      Nihat: “Biz onların bu tuhaf, anlaşılması zor maksatlarını öğrenmek için buraya geldik. Fakat hiçbir şey anlayamadan gidiyoruz.”

      Üç delikanlı böyle enine boyuna konuşa konuşa fakat hiçbir yönden meselenin ucunu kulpunu bulamayıp sabaha karşı yorgun, bitkin bir hâlde eve düştüler. Yatak yorgan aramadan her biri bir tarafa serildi. Olayın heyecanı ile dimağları uyuşmuş gibiydi. Yorgunluk her şeye üstün geldi. Gençlik uyku besinini almak için direndi. Daldılar…

      Gözlerini açtıkları vakit odayı güneşin ışığı ve sıcaklığı ile dolmuş buldular. Şimdi kıpışık bakışlarla birbirlerinden soruyorlardı:

      O geceki macera ne idi? Rüya mı? Hayal mi? Efsane mi? Birisi bunlara büyü mü yaptı? Esrar mı içirdi? Haşhaş mı yedirdi?

      Hiçbir deyime, yoruma gelmez bir rüya, hiçbir gerçeğe bağlanmaz bir macera… Fakat yalan değil… Hâlâ, hâlâ derin bir uykudan sonra bu gece olayı bütün izlenimleriyle, bütün dehşetiyle zihinlerinde yaşıyordu. Şöyle gözlerini yumunca kefenli iskeletleri görüyorlar, kahkahalarını, ağlamalarını işitiyorlardı.

      Sadi: “Biz olayın seyircisi idik. Üzerimize bir uğursuzluk sıçratmadan hele kurtulduk. Fakat asıl macera sahipleri ne hâlde? Öldüler mi? Döndüler mi? Tayfur’un konağına birini yollayıp da gerçeği anlasak…”

      Nihat, ihtiyar uşak İshak Ağa’yı bilgi almaya gönderdi.

      Feyzi: “Sadi, sen aklını beğenmiş bir adamsın. Çok şeye inanmazsın. Söyle bakalım, şu gördüğün hâle ne dersin?”

      Sadi: “Gayritabii

Скачать книгу


<p>14</p>

Diskur: Söylev, nutuk. (e.n.)