Gönül Ticareti. Hüseyin Rahmi Gürpınar

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Gönül Ticareti - Hüseyin Rahmi Gürpınar страница 7

Жанр:
Серия:
Издательство:
Gönül Ticareti - Hüseyin Rahmi Gürpınar

Скачать книгу

Ben hangi yaman asıldan gelme bir soysuzum?

      Anam olacak kadının Mesut adı altında bana kırk bir numara markasını vurdurmak istemesinden amacı nedir? Bu işaretin kılavuzluğuyla acaba hayatımı adım adım izliyor mu? Hayatımda yaşayan bu hayaletlerin bir gün et ve kemik maddiliğini almış birer gerçek olarak karşıma çıkıp da ‘Ben ananım… İşte bu da baban…’ demelerinden korkuyorum.

      Nerede hırsızlıktan tutulmuş ihtiyar bir serseri, nerede merkeze sürüklendirilen yaşlı, yüzü makyajlı, ahlaksız bir kadın görürsem acaba onlar mı diye helecanlar geçiriyorum.

***

      Gecenin kara sessizliği içine bırakılan kundağı köpeklerin dişlerinden Nasuhi Efendi adında bir hayır sahibi kurtarmış.

      Beni öz evladından hiç farksız bir şefkatle büyüterek yetiştirdikten sonra da kendine damat etmek lütfunda bulundu. Dünyada kötülerin fenalıklarına karşı kefaret yerine geçen iyilerin bulunduğu da inkâr olunamaz. Yoksa bu âlem dayanılmaz bir hıyanet, bir anarşi dünyası olurdu.

      Otuz bir yaşında, resmî, önemli bir kuruluşun ikinci şefiyim. Refah içindeyim. Kız ve oğlan iki de nur topu gibi çocuğum var. Çevremden her zaman itibar, saygı görüyorum. Bu nimetlere, bu saygılara hakkımı ispatlamak için bataklıktan kurtulan ruhumun olgunlaşmasına uğraşıyorum.

      Kurtarıcı babalığım Nasuhi Efendi kim bilir nasıl bir düşünce ile kundağımdan çıkan kâğıdın ricasını yerine getirmekten kendini alamamış, bana ‘Mesut 41’ adını vermiş?

***

      Bir gün içeriye giren odacım Mustafa, gizli bir şey söyleyecekmiş gibi bir davranışla kulağıma eğilerek ‘Kılıksız, ihtiyar bir kadın sizinle özel görüşmek istiyor. Savmaya uğraştım, bir türlü defolmuyor.’ dedi.

      Birdenbire titredim, o zamana kadar bütün gecelerimde kâbuslar içinde beni titreten o korkunç hayalet işte sonunda maddileşerek gündüz aydınlığında apaçık karşıma çıkıyordu.

      Ne tutum almalıyım şimdi? Rahatsızlık veren bir dilenci gibi anamı kovmalı mıyım? Yoksa insancıl bir oğul gibi karşılamalı mıyım? Hangisine layıktır bu kadın? Dokuz ay beni karnında taşıdı. Ayıbını örtmek için binlerce benzeri gibi beni boğmayarak cami kapısına diri bırakması da analık yüreğinin bir görünüşü sayılmaz mı?

      Odacıya ‘Çağır gelsin… Fakat onun burada bulunacağı sürece içeriye kimseyi bırakma.’ dedim.

      Açılan kapı içeriye giren ufak tefek bir kadının üzerine kapandı. Yırtık pırtık bir işçi kıyafetinde… Gıdasızlıktan yüzünün buruşuk derisi anemik bir toprak rengi almış. Aç hayvan bakışıyla üzerimde dolaşan gözleri kuru…

      Ben hiçbir şey anlamazlıktan gelerek çatık bir suratla sordum:

      ‘Kadın, ne istiyorsun?’

      Boynunu bir yana eğdi, bakışı baygın bir süzgünlükle tatlılaştı. Helecandan göğsü kabarıp iniyordu. Anlaşılmaz bir şeyler kekeledikten sonra ‘Söyleyemeyeceğim, tıkanıyorum.’ dedi.

      Aramızda acıklı bir sır vardı. Ama bunu söylemeye nasıl cesaret edecekti? Yaşlı kadının sönük gözlerinde şimdi uzun bir hasretin ateşleri kıvılcımlanarak yüzüme baktı, baktı, sonunda baygınlık geçirir bir hâlde yüzüstü yere kapandı. O kuru gözlerinden şimdi sıcak yaşlar boşanıyordu. Aynı helecanla benim yüreğimi de çarpıntı aldı. Dayanıklılığımı korumaya çalışarak ‘Kalk kadın, ne oluyor?’ dedim.

      Hâlsizce doğruldu. Sevgi pırıltıları seçilen gözlerini bana dikti. İniltiye benzer bir deyişle ‘Mesut 41. İzin ver, birkaç dakika yüzünü göreyim.’ dedi.

      Şimdi daha üzücü bir dikkatle göz göze geldik. Aman ya Rabbi, toprağa dönmüş sefalet örneği bu iskelet yüz içinde bile bana ne kadar benziyordu. İçimden patlayan bir damarın sıcak kanı ığıl ığıl yine içime aktı.

      Ana, oğul kanlarımız kaynaşıyordu. Ben otuz yaşından sonra ana sesi duyuyordum. O, cami kapısına ağlar bıraktığı kundağı koskocaman bir adam olmuş görüyordu. Aramızda gittikçe artan ısınmayı fark eden kadın beni yumuşatan hıçkırıklar içinde ‘Oğlum, ben ettim, sen etme!’ diye yalvarıp inledi.

      Cinayetinden utanır bir davranışla iki avcuyla yüzünü kapadı. Boğula boğula ağlıyordu. Ben de tepeden tırnağa kadar bir ıspazmoz geçiriyordum. Fakat içimdeki yumuşamayı yenmeye uğraşarak:

      ‘Kadın, analık iddiana karşı çıkarak ben seni şimdi karşımdan kovabilirdim. Ama aldığım terbiye ile yükselen vicdanım bunu yapmama elverişli değildir. Çünkü yüzünde analığımın inkâr edilemez izlerini taşıdığını görüyorum. Evet, kuşku yok senin oğlunum. Bir şartla günahını affetmeye de hazırım, sorularıma doğru cevap verirsen.’

      Anam şimdi bana biraz daha yaklaştı. Titreyen kansız dudaklarıyla:

      ‘Veririm evlat, veririm. Allah bir, doğru cevap veririm…’

      ‘Cami kapılarına, karanlık sokaklara bıraktığın çocukların ben kaçıncısıyım?’

      O, gene, şimdi elleriyle yüzünü örterek iki hıçkırık arasında cevap verdi:

      ‘Üçüncüsü çocuğum, üçüncüsü!’

      ‘O kardeşlerim ne oldu?’

      ‘Sorma da söylemeyeyim! Sokağa bırakılan daha yeni canlanmış et parçası ne olursa… İşte yalnız sen kurtuldun, Tanrı yalnız sana acıdı. Hayattan yalnız senin nasibin varmış.’

      Şimdi anamdan çok ben titriyordum. Soruda devam ettim:

      ‘Babam kimdir benim?’

      Anam bir bilinmezi çözmeye uğraşır bir dalgınlığa vardıktan sonra:

      ‘Uzun zaman elinden yakamı kurtaramadığım Teke Hasan adında yarı deli bir sarhoş.’ ‘Şimdi nerede?’

      ‘Bir hırsızlık ve öldürme suçundan yedi yıl ceza yedi. Hapishanede öldü.’

      Oh, o büyük üzüntüm arasında babamın ölümü sevinciyle yüreğim biraz ferahladı.

      Babam bir hırsız, bir katil, anam işte böyle bir hayduda yaraşır bir dişi… Bu iki sefilden doğan ben bir gün gelip de par atavisme6 bu soysuzlara çekecek miyim? Bu kuşkunun yılanı içimde gene kıvranmaya başladı. Umutsuzluğum derindi. Yoksa gördüğüm öğretim, aldığım eğitim sonunda damarlarımdaki pis kan temizlenmiş miydi? Anamı bir zaman iğrenç getiren bir acımayla seyrettikten sonra sorguya giriştim:

      ‘Vücudundan kopan bu yavrucakların kundaklarını sokakların karanlığına bırakırken içinde hiçbir acı duymaz mıydın?’

      ‘Duyardım oğulcuğum… Yüreğim sızlardı ama elden ne gelir? Nikâhsız erkeklerden olan çocukların toplumda yeri var mı? Ve sonra beslemeye anada, babada güç? Onları ne diye, ne adla, kime tanıtabiliriz?

Скачать книгу


<p>6</p>

Soyaçekim yoluyla