Gulyabani. Hüseyin Rahmi Gürpınar

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Gulyabani - Hüseyin Rahmi Gürpınar страница 8

Жанр:
Серия:
Издательство:
Gulyabani - Hüseyin Rahmi Gürpınar

Скачать книгу

Üzerine çıktım. İki elimle kulaklarımın memelerine yapıştıktan sonra ayaklarımın başparmaklarını birbirine sürtmeye başladım. Aman Allah’ım ne güç hareket, ne zor iş… Ne yorgunluklu didinme… Benimse zavallı, ayakta durmaya gücüm kalmamıştı. Ayak tırnakları kolaylıkla birbirine sürtülmüyor. Ellerim kulaklarımda olduğundan ikide birde patadak odanın ortasına yuvarlanıyorum. Bu çalışmam bir etki yapmadı. Gürültü olanca hızıyla sürüyordu. Son öğüt olan “Emret, hazırım ey cin!” boyun eğiş çığlığını bir türlü çıkaramıyordum. Çünkü ben hemen büsbütün çıplak bir kadın… Erkek midir dişi midir ne türlü zebella olduğunu bilmediğim bir periye, “Emret, her şeye hazırım!” diye nasıl bağırayım?

      Yoksa bu cinli köşk her türlü alçakça tasarılar üstünde benim gibi temiz kadınları avlamak için kurulmuş bir tuzak yeri, bir batakhane miydi?

      “İlahi ana dostu Ayşe Hanım… Sana ne kadar büyük bir nefretle, şiddetle lanet okusam gene hıncımı alamayacağım. Acaba kaç kuruş kazanmak için böyle namusuma, canıma kıydın? Artık sana dünyada rastlayamazsam yarın ahirette on parmağım yakanda olsun!” Bu lanetlemelerimin sonunda can kaygısı her şeye üstün geldi. Gene kendimi kurtarma imkânını düşünmeye giriştim.

      Ruşen Abla daha ne demişti: “Gözlerini yedi defadan ziyade kırpma.” Hay bu öğüt aklıma gelmez olaydı… Gözlerimi kırpmamaya uğraştıkça yedi değil, belki yirmi yedi kere birbiri üzerine açıp kapamadan duramıyordum. Bu, yapılması imkânsız bir öğüttü. Acaba Arap benimle eğlenmiş miydi?

      Dışarıdaki curcuna benim bu didinmelerimi boşa çıkararak o kadar azdı ki kapı, sürmesi yerinden fırlayacakmış gibi zorlanıyordu. Didindim, didindim, didindim. Dedim ya, can pek kıymetli. Son çareye başvurmayı da göze aldırdım. Tanrı’m kusurumu bağışlasın, darısı ayıplayanların başına gelsin.

      “Hazırım ey cin! Emret, buyur!..” diye çağırarak haykırdım. Oraya baygın düştüm. Ötesini bilmiyorum. Gözlerimi açtığım zaman ortalığı ağarmış gördüm. Hiç ses seda yoktu. Odanın orta yerine serili olan döşeğimi ta kapı dibine kadar yeri değişmiş buldum. En çok korkuyla şaşkınlığıma sebep olan şey, oda kapısının içeriden gene sürmeli bulunmasını görmek oldu. Döşeğimi ta oradan buraya kadar kim sürükledi? Kuşkusuz periler. Çünkü kapıdan başka odaya girecek bir delik yoktu. Bu gerçek meydandayken artık onlardan kendimi korumak için tedbir düşünmek kadar büyük budalalık olur mu? İşte tamamıyla onların elindeydim. Ne isterlerse gece bana yapabilirlerdi.

      Vücudumun o akşam uğradığı zarar derecesini anlamak için kendimi bir yokladım. Çok şükür korku, üzüntü yorgunluğundan başka kendimde belirli bir kötülük görmedim.

      7

      GERİ DÖNMEK İMKÂNSIZ

      Gündüzün gönlüme verdiği ferahlık ve güvenle biraz daha yattım. Uyumaya uğraştım. Dinlenmeye pek ihtiyacım vardı. Gene dalmışım. Güm güm oda kapıma vuruldu. Kalktım. Ruşen Abla “Hu, kızım, nasılsın ayol? Kalkmadın da merak ettim.” diye hatırımı sorarak haykırıyordu. Benim o geceyi nasıl geçirdiğim sahiden merak edilecek şeydi. Hâlâ niye kalkmadığımı da aşçı kadın belki boğulduğuma vererek tasalanıyordu.

      Kapının sürmesini açtım. Arap içeriye girdi. Erkân minderine oturdu. Beni öyle ince bir gömlekle yarı çıplak, saçları dağınık, yüz göz karmakarışık, her yanımdan yorgunluk sızar, bitkin bir hâlde görünce:

      “Ne oldun kızım böyle? Seni ötekiler mi soydu?”

      “Hayır kendim soyundum.”

      “Ay niçin, sıkıntı mı bastı?”

      “Bu evi bu gece bir şeyler bastı ama ne olduğunu bilmiyorum.”

      Ruşen Abla telaşla gözlerini açarak:

      “Ahu Baba’yı gördün mü, Ahu Baba’yı?”

      “Destur Rabb’im, o da kim?”

      “A, bilmiyor musun?”

      “Ne bileyim? Ben bu lanetli köşkün analarını babalarını, hepsini tanıyacak kadar daha burada eskimedim ki…”

      “Ya, Ahu Baba’yı görmedin de neye soyundun?”

      “Onu görünce saygı göstermek için soyunmak mı lazım?”

      “Görünce soyunsan da korkarsın, soyunmasan da.”

      “Ben onu hiç görmek istemem. Ama görünce ne yapayım? Çekecek çilem varmış ki bu eve düştüm.”

      “O, ‘ay mehtabında’ çıkar. Evin içine girmez. Dışarıda gezer. Sakın bahçeye bakma.”

      “Ne bahçeye baktım ne avluya. Gene korkudan ölüyordum.”

      “Her akşam böyle soyunma. Belki onları kızdırırsın, üzerine saldırırlar.”

      “Mavili esvap giyme diye dün gece söyleyen sen değil misin?”

      “Ben söyledim. Mavi giymek onlara nispet vermektir.”

      “Şerlerine lanet! Onlara neye nispet vereyim? Entarimde mavi çizgiler vardı. Kızmasınlar diye çıkardım.”

      “İyi ettin, pek âlâ ettin. Bu akşam sana beyaz entari verelim de onu giy.”

      “Allah göstermesin, bu akşam burada kalmak niyetinde değilim.”

      “Nereye gideceksin?”

      “Nereden geldimse oraya.”

      “Gidemezsin ki…”

      “Niçin?”

      “Periler izin vermezler de onun için.”

      “Periler benim kâhyam mı? Onlar ne karışırlar?”

      “Ah, tövbe de. Cahile bak.”

      “Ne yaptım ki tövbe edeyim?”

      “Daha ne yapacaksın? Onlar ne karışır demedin mi?”

      “Benim onlarla ne alışverişim var?”

      “Var besbelli.”

      “Neden?”

      “Sen dün gece burada kaldın. Onlara karıştın gittin. Nereye gitsen ellerinden kurtulamazsın. Dünyanın öbür ucuna gitsen arkandan gelirler.”

      “Çattık belaya desene. Hay Allah o Ayşe Hanım’ı kahretsin. Ben onlara karışmadım ve karışmak da istemem.”

      “Karıştın gitti diyorum sana.”

      “Karıştığımdan benim hiç haberim yok.”

      “Senin nereden haberin olacak? Acaba Çini Maçin perisine mi, Hint perisine mi, Gamgam’a mı yoksa Yosma Halil’e mi karıştın?”

      “Korkutma

Скачать книгу