Şıpsevdi. Hüseyin Rahmi Gürpınar

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Şıpsevdi - Hüseyin Rahmi Gürpınar страница 20

Жанр:
Серия:
Издательство:
Şıpsevdi - Hüseyin Rahmi Gürpınar

Скачать книгу

bir yumruk vurup çenesini dağıtacağım! Baksana sövüyor. Kimden öğreniyor bu pislikleri?”

      Karısı: “Kimden öğrenecek a kocacığım? Ya senden ya benden… Daha okula gitmedi ki… O kadarcık çocuğun lakırtısına kızılır mı? O sövmeyi ne bilecek?”

      “Nasıl ne bilecek? Sövüyor. Hem de bir tulumbacı gibi koyu koyu… İşitmiyor musun?”

      “O kadarcık çocuk söylediği sözlerin manasını bile bilmez.”

      Hasene arsız arsız sırıtarak:

      “Niçin bilmeyeceğim?.. Pekâlâ bilirim… Seni gidi anasını, avradını…”

      Babası hemen elini uzatıp Hasene’nin dudaklarını tutarak koparacakmış gibi sağa sola sıkıca burar. Kız boğuk boğuk haykırmaya başlar.

      Vesile Hanım telaşla:

      “Bırak ayol, kızın nefesi kesilecek!”

      “Kesilsin. Duymuyor musun? Ölmüş anama sövüyor. Avradıma, yani sana, anasına karşı ağzını bozuyor.”

      “Efendi, söylüyor ama manasını bilmeden söylüyor. Yetişmiyesice piç kurusu.”

      Hasene iki elini gözlerine götürüp ovuşturarak:

      “Neye piç kurusu olayım? Benim babam işte!..”

      Babası: “Görüyor musun? Sen bilmez diyorsun ama piçin ne demek olduğunu senden benden iyi biliyor!”

      Vesile Hanım: (garipseyerek) “Kız, piç ne demek?”

      Hasene: “Babası yabancı olursa…”

      Vesile Hanım: (parmağını ağzına götürerek) “Aman zamane yumurcakları… Kız nereden öğreniyorsun bunları?”

      Hasene: “Geçen gün sokakta Ömer, Sadık’a piç dedi. O da benim babam yabancı değil, ben babamın oğluyum dedi.”

      Anası, babası Hasene’yi daha inceden inceye imtihana kalkışırlar. Sefil çocuklar için bir ilkokul olan sokakta edindiği geniş ama edep ve terbiye dışı bilgiye şaşıp cidden parmak ısırırlardı.

      V

      Meftun Bey, bir gün büyükannesi Şekure Hanım’dan itibaren bütün ailesi fertlerini, kendi evlerinde misafir bulunan teyzesi Vesile Hanım’ı, kızlarını, Zarafet’e, Eleni’ye varıncaya kadar hepsini bir odaya toplayarak “pratik görgü bilgisi”nin mühim bir bahsinden öğretime başladı. En önce kardeşi Raci’yi imtihana çekerek sordu:

      “Farz et ki mükellef bir alafranga sofrada bulunuyoruz. Kibar madamlar, mösyöler de var. Ortaya bütün bir tavuk geldi. Bu tavuğun yemekte hazır olanlara taksimi gibi önemli bir iş de sana havale edildi. Böyle bir durumda bulunduğun zaman ne yapacağını bana tarif et…”

      Raci başını kaşıyıp biraz düşünerek:

      “Çatalı bıçağı elime alır, tavuğun karnına saplarım. Göğüs etlerini çıkarırım. Sağ tarafımdakinden başlayarak birer birer hepsine dağıtırım.”

      “Verdiğin şu cevap pek şahsi. Bilgiye dayanan bir söz değil. Niçin göğüs etinden başlıyorsun? Neden önce yanındaki kimseye veriyorsun?”

      “Çünkü ben göğüs eti sevmem. İlk kesilen parçalar, nezaket icabı, ötekilere verilmek gerektiği için göğüs etinden başlıyorum.”

      “Sofrada hüküm süren şey egoizm değil, terbiyedir yavrum. Sen tavuğun ne tarafını seversen sev. Orada kendi iştahına hizmet edecek değilsin. Âdet neyse onu yerine getireceksin. Ya bizim evde alafranga bir ‘diner’61 verilip de tavuğun parçalanması işini sana havale etmiş olsaydık, demek beni kepaze edecektin? Bir tavuğun nasıl kesileceğini teyzeme sorsam o bile sözü senden daha bilgiyle idare edebilir zannederim… Teyze sen söyle bakayım, sofrada bir tavuğu nasıl ayırırsın?”

      Teyze Vesile Hanım iki üç defa tatlı tatlı yutkunduktan sonra:

      “Nasıl mı ayırırım? A, ondan kolay ne var? Tavuğun bir budundan ben tutarım. Bir budunu da karşımdaki kimseye ‘Şunu tutuver kardeş.’ teklifiyle tuttururum. O kendi tarafına, ben kendi tarafıma, ikimiz de butları cayır cayır çekeriz.”

      Meftun iki avucuyla yüzünü kapayarak:

      “Ey, sonra nasıl dağıtırsınız?”

      Vesile Hanım diliyle dudaklarını yalayarak:

      “Kanatlarını, göğsünü de böyle güzelce parçaladıktan sonra dağıtırım.”

      “Nasıl dağıtırsın?”

      “Sofrada en hatırlı kimlerse onlara butlarını veririm…”

      “Ey sonra?”

      Hasene bir ağlama tutturup annesinin eteğinden çekerek:

      “Anne, budunu bana ver! Anneee, budunu ben isterim!”

      Vesile Hanım, Hasene’nin kulağına eğilerek yavaşça:

      “Kızım sus. Budunu sana veririm…”

      Hasene gene ağlayarak:

      “Ya niçin başkasına veririm diyorsun?”

      Vesile: “Ben öyle ankastin62 söylüyorum, yavrum. Kızım, sen dururken budunu başka kime veririm?”

      Hasene: “Kendin yersin de bana vermezsin!”

      Vesile: “Sana veririm diyorum. Sesin kesilsin, yoksa but yerine şimdi yumruğu yersin!”

      Hasene: “Anne bana vereceğine yemin et.”

      Vesile: “Eğer sana vermezsem bütün hoşhoşlar beni ısırsın.”

      Hasene: “ ‘Bütün keçilerin boynuzları gözlerimi delsin!’ de.”

      Vesile: (hiddetle) “Yumurcak, neye gözlerime yemin ettiriyorsun?”

      Meftun: “Nedir o gürültü canım?..”

      Şekure Hanım: “Bu arsız kızın yanında tavuk lakırtısı, yemiş sözü olur mu? Tavuk budu isterim diye anasının iki ayağını bir pabuca koyuyor. Zavallı Vesile veririm diyor, büyük büyük yeminler ediyor, gene kandıramıyor.”

      Hasene ağlayarak: “Veririm diye kantin atıyor…63 Aval mıyım ben?”

      Meftun: “Küçük hanımın kullandığı lisana bakıyor musunuz? Babası bunu tulumbacı kahvesine mi götürürdü?”

      Vesile Hanım: “Hiçbir yere götürmezdi. Akıllı ayol, hepsini kendi kendine öğrendi. Sokaktan, kapının önünden işittiğini

Скачать книгу


<p>61</p>

Akşam yemeği. (e.n.)

<p>62</p>

Argoda, “yalandan”. (e.n.)

<p>63</p>

Kantin atmak: Uydurmak, yalan söylemek. (e.n.)