Dar Sokakta Ayak Sesleri. Emin Göncüoğlu

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Dar Sokakta Ayak Sesleri - Emin Göncüoğlu страница 11

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
Dar Sokakta Ayak Sesleri - Emin Göncüoğlu

Скачать книгу

ip gibi incecik yollar ve boz renkli kutu kutu yapılar yığınını gördüm. Uçak aşağıya yaklaştıkça hem görüntüler asıl şekillerine bürünüyor hem de içimdeki tedirginlik azalıyordu. Hemen hemen herkes yanındaki küçük pencereden dışarıyı seyrediyordu.

      Uçak süzülerek altımızdaki tarlalara doğru yaklaştıkça bunların ortalarına saçılmış irili ufaklı yapılar, ince yollar daha belirginleşmişti. Bilinmezi merak edip keşfetmenin hazzı; bilinenin tekrarından daha heyecan verici, eğlenceli ve etkileyiciydi.

      Şimdi küçük havaalanının uzun pistini, binasını ve onun gerisindeki kocaman bir yapılar yığını olan Urfa’yı tuhaf ve karmaşık duygularla ama büyük bir merakla izliyordum.

      Güneş, olağanüstü bir parlaklıkla ve sevinçle, artık yere yaklaştığımızdan olsa gerek cesaretle baktığım görüntüleri ışıl ışıl aydınlatıyordu.

      Geziye birlikte katıldığımız, beyaz takımlı, kızıl saçlı, uzun boylu kadınla yanındaki adam, dört sıra ötemde sol tarafta oturuyorlardı. Onların hemen sağ tarafında bizim gruptan dört kişilik aileyi görüyordum. Avuçlarımın içi terlemişti ve parmaklarım sıkmaktan ağrıyordu. Bunu fark edince ellerimi açtım ve gevşemeye çalıştım.

      Bütün yolcular oturdukları yerlerde kıpır kıpırdılar. Benim hareketli tek uzvum arada bir sağa sola çevirdiğim başımdı. Uçak yere yaklaştıkça yolcularda oluşan sevinci fark edebiliyordum. Bu, herhâlde sadece varmak istedikleri yere ulaştıklarından olmasa gerekti. Aslında yüzlerindeki umutlu ışıltı, büyük olasılıkla bendeki gibi, biraz sonra uçağın tekerlerinin piste değmesiyle, tehlikeli bir yolculuğun üstlerindeki baskısının son bulup mutlu bir şekilde bitecek olmasındandı. Uçağın hızının azalmasına bağlı olarak motorlardan gelen ses de değişmişti.

      Yukarı Mezopotamya’nın, sırtını ağaçsız çıplak tepelere dayamış, yığınla çözülmemiş sorunla dopdolu, dünyanın bu en eski kentinin sıcak topraklarına bir kuş gibi konmak üzereyken onun binlerce yıllık birikimden oluşan yüzlerce, çoğu mistik, esrarlı hikâyesinden birkaçını öğrenebilme fırsatını bulacağım için çok heyecanlanıyordum.

      Değişik toplumların ön yargılardan kurtularak birbirini tanıması çok zordu, belki de imkânsızdı. Çünkü her birini var eden yığınla etken vardı. Biyolojik, coğrafi, dinî, siyasi farklılıkların var edip şekillendirdiği karmaşık sosyal yapıları çözümlemek, anlamak kolay bir şey değildi. İnsanlar arasında koyu bir cehalet vardı ve böbürlenme, kendinden olmayanı küçük ve hor görme isteği azalmadan artarak devam ediyordu. Dünya; herkesin huzur içinde ve rahat yaşayacağı kadar güvenli bir yer değildi ve ne yazık ki hiçbir zaman da olmadı. Biz sadece aynı güneşin ısıttığı, başka başka canlılar olduğumuzu kavrayabilir, nasıl yaşadığımızı öğrenir ve karşımızdakine zarar vermeden birbirimize yaşama hakkı tanıma becerisini gösterebilirsek, belki de tek tek küçük insanlar olarak bir büyük insanlık âlemi yaratmış olabiliriz. Fakat bunun henüz çok uzağındayız. Yeteri kadar ümitli olmamız için gayretli bir çabanın içinde olmadığımız bilinse de çok karamsar olmaktan yana değildim çünkü böyle düşünmek çok yıpratıcı ve acı verici…

      Yabancısı olduğum bu yerde öğreneceğim birkaç kısa hikâye benim için hiç de azımsanacak bir şey değildi. Uçağın penceresinden gördüğüm manzara, sırlarla dolu, esrarlı, ilginç bir şehri adım adım tanıma fırsatını bulacağımı fısıldıyordu sanki kulağıma. Nefesimi kontrol etmeye çalışarak kabaran heyecanımın sarstığı vücudumu sakin olmaya çağırdım.

      Bir veya iki katlı gecekondular, şehrin sıkışık merkezinin etrafını sarmış yoksul yaşlılar gibi umutsuzca oturuyorlardı. Tarlaların arasından geçen geniş su kanalları dâhil her şey şimdi çok daha belirgindi.

      Arka tekerler piste temas edince hafifçe bir sarsıldık, ön tekerler yere değince de uçağa ilişkin korkudan eser kalmadı içimde. Önümdeki yolcuların inmesi epeyce sürdü sonra nihayet kendimi dışarı atabildim. Merdivenin başında ilk fark ettiğim şey, göz kamaştıran bir parlaklık ve kuru bir sıcaktı.

      Uçaktan inen kalabalıkla birlikte, terminal binasının “Gelen Yolcular” kısmına doğru ilerledim. Birbirlerine gülerek el sallayan insanlar en canlılarımızdı. Benim gibi buraya ilk kez gelenlerse biraz durgun, yorgun ve meraklı bakışlarla ne olup bittiğini kavramaya çalışıyorlardı. Dar bir kapıdan içeri girince güneşin yakıcı etkisinden kurtuldum.

      İnce, uzun, serin salonun içinde sarılıp öpüşenler, coşkulu görüntüler oluşturuyorlardı. Bagajımı almak için yürüyen bandın yanına ulaşmaya çalışırken yirmi beş yaşlarında, esmer, orta boylu bir gencin, elinde katıldığımız geziyi düzenleyen seyahat firmasının beyaz kartona yazılmış ismini yukarı kaldırmış beklerken bizi yanına çağıran sesini duydum.

      Yürüyen banttan valizimi alıp yanına gittim. O daha önce gelenlerle konuşuyordu. Beni görünce adımı sorduktan sonra elindeki kâğıda bakıp ismimin karşısına mavi tükenmez kalemle artı işareti koydu ve:

      “Hoş geldiniz!” dedi içten bir sesle.

      Ben de ona tebessüm ederek karşılık verdim. Aksanı hemen dikkatimi çekmişti; “k” harfini daha kalın ve gırtlaktan çıkarıyordu. Eksiklerin tamamlanmasını beklerken geziye beraber katıldığımız çocuklu aile meraklı bir sessizlikle etrafı seyrediyordu.

      Diğerlerinin de gelmesini beş altı dakika bekledikten sonra, orta boylu rehberin peşine takıldık bizi şehre götürecek otobüse binmek için. Dışarısı bir hayli sıcaktı.

      Valizleri bagaja yerleştirme telaşı ve otobüse binme gayreti herkesi birbirine daha çok yaklaştırmıştı. Otobüs şehre doğru hareket ederken çoğunun dilinin bağı çözülmüştü; birbirleriyle konuşuyorlardı.

      Valizim büyük değildi; kucağıma alarak arkada bir yere oturmuştum. Pencereden gördüğüm hemen her şeye büyük bir merakla bakıyordum. Rehber, elindeki mikrofonla geziyle ilgili bilgiler verdikten sonra, yazılı iki sayfalık detaylı programı tek tek herkese dağıttı.

      Hayvan ahırlarıyla, tek ve iki üç katlı yoksul evlerin iç içe olduğu yoksul mahallelerle şehrin dar ve sıkışık caddelerini geçtikten sonra kalacağımız otele ulaşmıştık.

SEKİZİNCİ BÖLÜM SONU

      Hava, kuru ve inanılmaz derecede sıcaktı. Yumuşak ve nemli havaya alışmış solunum sistemim, çatır çatır çatlıyordu sanki. Neyse ki otelin girişindeki büyükçe lobi serinceydi ve resepsiyondaki işimiz beklediğim kadar uzun sürmedi. Öğlen yemeği ve sonrasında akşama kadar herkes serbestti. İsteyen istediği gibi gezip dolaşabilecekti.

      Yalnızlığa alışkındım fakat otel odalarındaki, insanı derinden etkileyen o garip, biraz da insana birçok şeye yabancı olduğunu hissettiren hüzün, yaralayıcı ve inciticiydi. Gün ışığı, küçük odanın içini parlatarak aydınlatıyordu.

      Yaklaşık bin üç yüz kilometre öteden getirdiğim valizim yatağın yanındaydı ben ise odanın ortasında duruyordum. Sessizliği kırmak için köşedeki küçük televizyonu açtım. Üstümde ne varsa çıkarıp banyoya girdim. Suyu açıp altında durdum. Borularda bekleyen serin su, sıcak bedenime küçük küçük ısırıklar atıyordu. Sonra su ılıklaşıp

Скачать книгу