İhtiyar Çilingir. Мемдух Шевкет Эсендал

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу İhtiyar Çilingir - Мемдух Шевкет Эсендал страница 5

İhtiyar Çilingir - Мемдух Шевкет Эсендал

Скачать книгу

girdiler. Bu ormanı da geçerek bir demir yolunun kenarında, bir köprünün önünde durdular.

      İşte mezar burasıydı.

      Omuzlarındaki heybeyi indirerek biraz etrafı dinlediler, dinlediler. Sonra hemen işe başlamak lazım geliyordu. Nikolof, ince bir ıslık öttürdü.

      Birkaç dakika sonra bir yol bekçisi yanlarına geldi. Dört arkadaş çalışmaya başladılar. Ses çıkacağından, duyulacağından korkmuyorlardı. Bu iş o kadar uzun değildi. Bir saat yorularak, terleyerek boğuştuktan sonra her şey bitmiş oldu. Kim bilir kaç zavallının mezarı olacak olan küçük bir mezar açılmış ve heybedekiler buraya konulmuş, sonra orası örtülmüştü. Sarı saçlı adam, ufak bir el fenerinin yardımıyla telleri düzeltti, bitirdi. Tamam olunca bekçiyi sıkı sıkıya bağlayarak ötede hendeğin içine bıraktılar ve tekrar yüz metre ilerideki ormana dalarak kayboldular.

      Sabah oluyor, gün yavaş yavaş doğuyor, bütün kuşlar ötüyor, çiçekler kokuyor, yapraklar açılıyor, sinekler geziyor; her şeyde bu mevsime mahsus bir can, bir dirilik kendini gösteriyordu.

      Uzaktan, orman arasından gürültüsü zaman zaman duyulan bir tren geliyordu. Bu ses ilkin pek uzakken yavaş yavaş yaklaşıyor, yavaş yavaş birçok biçareleri mezarına sürüklüyor, getiriyordu.

      Akşam kazılan mezarın üstüne gelince kulakları patlatan bir ses bütün ormanı, bütün kuşları, bütün dünyayı susturdu.

      İnsan parçaları demir parçalarına, taş parçalarına karışmış; topraklara gömülmüş, incecik bir dalın ucuna yuvasını kuran bir kuşcağız bile bu felaketten nasibini almış, onun, kopan yapraklarla beraber düşen yuvasında yavrucakları ölmüştü.

1913

      ARKADAŞIM 13

      Bu genç şairin dostluğunu kazanmak için hiçbir külfete katlanmadım. Onunla bir tesadüfün eliyle arkadaş oluverdik. Bir-iki kere matbaada görüşmek, bir gece bir yemek masasının başında yan yana bulunmak, bu dostluk için yetmiş artmıştı.

      Ben onun adını, bir küçük şiiriyle birlikte basılan bir küçük resminin altında görüp öğrendim. O, benim adımı bilir mi bilmem. Fakat herhâlde beni sever çünkü kendisini dinlerim ve beğenirim. Onun da benden beklediği yalnız bu dinlemektir.

      Ne kadar derin okumuş ve neler okumuştur, bunu kestiremiyorum. Yalnız bildiğim, onun zeki bir genç olduğu ve ara sıra sevimli, ufak şiirler yazdığıdır.

      Küçük, zayıf gövdesi, uzun kumral saçları, henüz dudağını örtmeye başlayan kumral bıyıklarıyla güzel değil fakat sevimli bir delikanlıdır.

      Bana tesadüf edince derhâl şiirlerinden birkaç parça okuyup fikrimi sorar. Bunları ilham eden perilerden bahseder. Hatta biraz vaktimiz olur da konuşmamız uzarsa Ada’da14 geçirdiği bir günden, Kadıköy’de bir gece başından geçen bir vakadan ve onlardan hangi şiirlerin doğduğundan uzun uzun bahseder. Bunların içinde biraz mübalağa var mıdır?.. Bilmem…

      Geçen sene sair Makriköy’de,15 küçük bir odada oturuyordu. Bir gün rastgele kapısının önünden geçerken beni görmüş, çağırmıştı. Bu suretle onun evini, odasını gördüm. Bu aziz şairin hakikaten güzel odası varmış. Büyük bir pencereyle aydınlanan bu oda bir güzellik, bir incelik sergisi gibiydi ve ufak tefek şeylerle öyle sevimli bir dağınıklık görünüyordu ki bu hâli gördükten sonra, arkadaşımın değerli bir sanatkâr olduğunu anlamamak mümkün değildi.

      Masanın üstünde dağılmış duran kâğıtların üstünde beyaz, lekesiz minimini pamuk bir kedi uyuyor, tütün tablasının kenarında kendini kurtarmak için saldırmaya hazırlanmış kırmızı bir tilki duruyor ve köşede, ufak bir tabağın içinde tunç bir baykuş insana yuvarlak, ateşli gözleriyle bakıyordu.

      Duvarda kara kalem bir resim. Çıplak bir kız o hâliyle bir ihtiyar erkeğin dizlerine yatmış, ona gülüyor; sonra onun karşısında diğer bir levhada, en soluk renklerle yapılmış bir yağlı boya resim, bir ormanın sonbahar hâlini gösteriyordu. Odanın büyük penceresine kadar salkımlar kapamıştı. Bu pencere bir bahçeye bakıyor, sonra komşuların bahçeleri ve ağaçlar arasında evler görünüyordu.

      “Odanız pek güzel!”

      “Güzel lakin beni hasta ediyor.” diye cevap verdi.

      Doğru, bu oda onu hasta edebilirdi. Bu kadar inceliklerin, bu kadar ince şeylerin elbette onun zayıf kalbi üzerinde bir ağırlığı olacaktı.

      Beni buraya çağırdığı zaman bana anlatacak bir hikâyesi, okunacak bir şiiri olduğunu anlamıştım. Bunu söylemek için çok beklemedi.

      “Bu odayı seçtiğim zaman şu pencereyi örten çiçeklerden pek memnun oldum. Bunlar etrafı güzelce görebilmek için pek iyidir. Buraya yerleştikten iki gün sonra komşularımı tanımak istedim. Çünkü bana bütün bir yazda üç-dört manzume vermeyecek bir mahalle, bir komşuluk bence uğursuz bir yerdir. Bütün etrafımı gözden geçirdim, şu büyük sarı evde analarıyla oturan üç genç kız var ki ilkin bir şey gibiydiler. Fakat sonra anladım ki onlar üç geçkin ve üç koca budalasıdırlar. Bu tarafta on-on beş binlik bir sarraf babanın iki kızı, kısa etekleri, kocaman hasır şapkalarıyla iki çocuk ve bakışları o kadar durgundur ki âdeta kadınlığın ezeli duygusundan nasipleri yoktur, diyeceğim. Daha etrafımı güzelce anlamamışken buna tesadüf ettim -eliyle karşıdaki küçük evin ufak penceresini gösteriyordu- bir sabah, penceremi açtığım zaman, onunla göz göze geldik. O kadar güzel olan ela gözlerinde öyle derin bir manasızlık, öyle dolmaz bir boşluk vardı ki benim için bu gözleri görüp de bu boşluğun derinliğini merak etmemek kabil değildi. Artık o günden sonra gözlerimi ayıramadım. İşte, hâlâ beni üzen, öldüren şey budur,.” diyordu.

      Şimdi, artık bütün günlerimi bu pencerenin önünde, arkaya bakarak geçiriyorum. O, hiç de belli olmayan zamanlarda gelir, bu pancurları açar, eliyle pencerenin kenarındaki çiçekleri okşadıktan sonra o derin, o manasız gözleriyle ta gözlerimin içine bakar ve elbette benim onu beklediğimi anlar fakat güya bunu anlamıyormuş gibidir. Hiçbir gün bana bakarken gözlerinde ufak bir selam, bir tebessüm görmedim.

      Onun bir kocası olduğunu biliyorum. Galiba, Yedikule Gaz Fabrikası’nda hizmet ediyor. Sarı bıyıklı, geniş omuzlu bir adam! Sanırım ki gecelerin karanlığında evine geliyor ve gündüz erken işine gidiyor. Bunun için kendisini ancak iki defa görebildim. Ben, her sabah uyandığım vakit güneş doğmuş bulunuyor. Doğru pencereme koşuyorum. Onu bekliyorum. Biraz sonra o da kendi pancurlarını açıyor. Bu pancurların açılmasında öyle bir hesap var ki… Bana âdeta cesaret veriyor. Hatta azıcık daha kuvvet bulsam, “Onları benim için açıyor.” diyeceğim. Evet, şüphesiz bana geliyor, beni ezmek için geliyor. Evinde yalnız olduğu ve hiç şüphe yok birçok işi olduğu hâlde saatlerce benim için o pencerenin önünde duruyor! Lakin gözlerinde o boşluk, bakışında o manasızlık, o soğuk hâl hep öyle. Bunu da şüphesiz beni öldürmek için yapıyor çünkü bu öldürüş onun için bir tat, bir lezzet. Sonra ben, bütün gün bir satır okuyamayarak, bir kelime düşünemeyerek onun penceresine bakıyorum. Ta onun pancurları kapanıncaya kadar bekliyorum. Bu pancurlar, kocasının

Скачать книгу


<p>13</p>

Bu hikâye Çığır gazetesinin 1913 tarihli 60. sayısında yayımlanmıştır.

<p>14</p>

Ada: Büyükada.

<p>15</p>

Makriköy: Bakırköy.