İhtiyar Çilingir. Мемдух Шевкет Эсендал

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу İhtiyar Çilingir - Мемдух Шевкет Эсендал страница 6

İhtiyar Çilingir - Мемдух Шевкет Эсендал

Скачать книгу

oturduğu yerden birdenbire fırlayıp içeriye giriyor. Bazı günler de dikişini dikerken elinde iğnesi duruyor, içeriyi dinliyor! Acaba dedim, o içerideki odada saklanmış birisi mi var? Oraya birisi mi geliyor? Bu düşünce beni kıskandırmıştı fakat evinin öte tarafına gittim, o odanın altı yalçın kaya, uçurum, sonra deniz.

      Hülasa azizim. Bu öyle hain bir bela oldu ki bütün güzel bir yazın, bu kadının elinde şiirsiz sönüp gitmesine sebep oluyor.

      Şairden ayrıldığım zaman, onun sözleri hilafına bütün günlerini derin bir ümidin tatlı şiiriyle doldurduğuna kanaatim vardı.

      Aradan ne kadar zaman geçti bilmem, bir gün ona Ada vapurunda tesadüf ettim. Bana tekrar o kadını söyledi ve:

      “Ne yaptım bilir misiniz?” dedi. “O kadının yanına gittim, evet çünkü artık son günlerde çekilmez hâle gelmişti. Benimle eğleniyordu. Ben de pancurlarının açık kaldığı ve kocasının evde olmadığı bir gece ona gidip benimle niçin eğlendiğini sormak istedim.

      Sessizce evinin bahçesinin kapısını açtım ve kapanmayan pancurlarına tutunarak odasına girdim. Ortada masanın üstünde kırmızı kalpaklı bir lamba yanıyordu. Sol taraftaki odanın kapısı açıktı. Ayaklarım titriyordu. Oraya doğru yürüdüm. Dışarıda yanan lambanın aydınlığıyla burası hafif bir karanlık içindeydi. Evvelce burasının bir yatak odası olduğunu sanırdım, aldanmıyormuşum. Geniş, süslü karyola köşede duruyordu. Lakin o yatağında değildi. Gözlerimle karanlık odanın içinde onu aradım. Oh! O zaman orada gördüğüm hâli tahmin edemezsiniz…

      O, deniz tarafındaki pencerenin önünde, bir sandalye üstünde, başı omuzuna düşmüş, uyumuştu. Kucağında minimini ancak beş-altı aylık bir çocuk da uyuyordu. Açık pencerenin altı derin bir uçurum, sonra deniz…

      Ay, ufak bulutların arasından çıktıkça bu geniş denizin durgun sularını gümüşlüyordu.

      Yavrusunu benden, bütün dünyadan büyük bir dikkatle saklayan bu kadın şüphesiz, bu gece onunla burada oynadıktan sonra, kim bilir nasıl tatlı bir hülyaya gözleri dalmış, uyumuş kalmıştı.

      Uyuyan bu anneyle yavrunun yanında, itiraf edeyim ki kendimi pek yabancı, pek haksız buldum.

      Gece serin, çocukcağız açık saçıktı. Üşümesinler diye korkarak pencerelerin kanatlarını çektim, son bir nazarla ve o zaman ancak bir şair gözüyle bu kadına, bu uyuyan anneyle yavrusuna baktıktan sonra kapılarını çekerek, lambalarını kısarak pencereden atladım.

      Şimdi, o gözlerin boşluğunu dolduran minimini bir yavru olduğunu biliyorum ve kimbilir nasıl tuhaf bir hisle çocuğunu saklayan bu kadın bence, o hain kadın değildir. Ona gönlümün bütün genişliğiyle gülebiliyorum…”

      Şair sustu. Ben onun gözlerine dikkat ettim; orada, bu genç adamı bahtından ayıran o yavruya karşı bir kin, bir dargınlık yoktu.

1913

      HÜRRİYET GELİRKEN 16

      Bu sabah kalın bastonuna dayanarak hükûmet dairesine giden müdür beyi görenler, her vakitki gibi candarma çavuşuyla ortak beslediği kazlarını saymaya gidiyor sanacaklardı. Fakat iş böyle değil!

      O, bu sabah mühim bir telgraf almış, saatlerce nahiye kâtibiyle baş başa müzakere ederek bunu anlamaya çalışmıştı. Lakin en sonra âciz kalıp bir karar veremeyince onunla tanışmaya lüzum görmüşler ve hükûmet dairesine koşmuşlardı.

      Oraya hâkim efendiyi, telgraf memurunu, gümrükçüyü, liman çavuşunu çağırdılar, hepsi baş başa telgrafı okudular: Hürriyet olmuş! Bu ne demek? Herhâlde iyi bir şey olmuş çünkü tebrik ediyorlardı. Şimdi ne olacak? Telgraf memuru, dirseklerini dizlerine dayamış duruyor, liman çavuşu anlamayarak bakıyordu ve hiçbirisi bir şey söylemiyordu. O aralık, oradan geçen mektep hocasını da çağırdılar ve işi ona da açtılar, anlattılar. Hoca efendi, evvela gözlüğünü takarak, cıgarasını çekerek telgrafı, ta bâlâsından17 imzasına kadar bütün harflerini, kelimelerini okudu.

      Hepsi onun ağzına bakıyorlar ve bekliyorlardı fakat o da bir şey çıkaramamıştı. Kaşlarını kaldırarak ve gözlerini süzerek “Allahualem18 bir şenlik olsa gerek.” diye söylendi.

      Bu cevap hiçbirini kandırmamıştı. Nihayet, bir köşede oturan candarma çavuşu söze karışıp işi kesti attı ve:

      “Telgrafı kazadan sorar, oradan bize anlatırlar, onlar ne yaptılarsa biz de yaparız.” dedi.

      Beğendiler. Haydi kalkın, hep beraber telgrafhaneye…

      Bir ufacık masanın üstünde bir tek makinecik, nahiyenin küçük telgraf makinesi çıtır çıtır işliyordu. Müdür bey, gözündeki camları kalın gözlükle sokuldu, güya dikkat ederse anlayacakmış gibi çıtırdayan, oynayan makineye bakmaya başladı. Parmaklarıyla beyaz sakalını karıştırıyor ve gelecek haberi bekliyordu.

      Biraz sonra, hepsi öğrendiler ki kazada donanma yapılmış, bütün memurlar yemin etmişler… Kaymakam, hâkim hepsi… Müdür bey, nahiye kadısı efendinin yüzüne baktı:

      “Acaba niçin yemin etmişler?”

      “Hürriyet için!.. Livadan19 biri gelmiş, hep yemin ettirmiş. Gece her tarafta şenlik olmuş, çalgılar, davullar çalınmış, kıyamet kopmuş!”

      Bu defa hepsi birbirinin yüzüne bakıştılar ve:

      “Biz de yaparız.” dediler.

      Candarma çavuşu, müdür beyin emir vermesini beklemeyerek komşunun bahçesinden taflan dallarını kırmış koparmış. Bunun için de güzelce bir kavga etmiş ve hükûmet dairesinin kapısını süslemeye başlamıştı.

      Rengi soluk iki eski bayrağı taflan dallarının arasına mıhladılar, kırık camlı eski fenerler asıldı, süslediler. Kapıdan içeri bakıldığı vakit çavuşun, bahçede bir ip üzerine serilmiş kuruyan çamaşırları görünüyordu.

      Liman dairesiyle gümrük dairesine, telgrafhaneye birkaç bayrak, üç-dört fener astılar.

      Müdür bey, senelerden beri giymediği sırmalı setresini, kılıcını sandıktan çıkardı. Karısı ona soruyordu:

      “Canım efendi! Bu hürriyet neredeymiş, nereden gelmiş?..”

      Müdür cevap vermiyordu. Yalnız:

      “Hürriyet, hürriyet…” diye söyleniyordu.

      Mektep hocası çocukları topladı, ilahi okutturdu.

      Artık, bütün küçük nahiyecikte duyulmuştu ki hürriyet gelmiş, donanma olacakmış!..

      Öğleden sonra, müdürün sırmalı setresiyle, kılıcıyla hükûmet dairesine geldiğini görenler, bütün inanmışlardı ki hürriyet gelmiştir, artık yalan değildi. Burada işsizlikten patlayan

Скачать книгу


<p>16</p>

Bu hikâye ilkin Çığır gazetesinin 1913 tarihli 68. sayısında yayımlanmıştır.

<p>17</p>

Bâlâ: Bir şeyin yüksek yeri, yukarı, üst.

<p>18</p>

Allahualem: Galiba.

<p>19</p>

Liva: Sancak. İki alaydan oluşan askerî birliğe ve bu birliğin kumandanına verilen ad.